Bir haftada 168 saat var. Ortalama 8 saat uyuduğumuz varsayımıyla 112 saatlik bir aralıkta işimizi, sosyal hayatımızı, sevinçlerimizi ve üzüntülerimizi yaşıyor, 112 saat içinde zamanımızın yetmediği hakkında hayıflanıyoruz. 112 saat içinde arabasını Feodal eski Japon derebeylikleri gibi agresif bir toprak hırsıyla, iki aracın sığabileceği yere bırakan saygıdeğer komşumuza köpürürken, sevgilimizden aldığımız mesaja seviniyoruz. Hepsi bu aynı 112 saat içinde gerçekleşiyor. Başka bir açıdan aynı 112 saat içinde birbirinden farklı karakterler sergiliyoruz. İnsanlara 112 saatlik resitaller yaşatıyoruz. İş yerinde çalışkan, evde tembel, rakı masasında keyifçi, kahveci de eğlenceli, mutfakta aşçı, yatakta uykucu… 112 saatlik dilimlerde her pazartesi rejime başlıyor her Pazar gecesi son sigaramızı yakıyoruz. Zaten söndürdüğümüz an bırakabilecek bir iradeye sahibiz. Bugün istesek bırakırız. Ama haftaya bıraksak da olur. Ya da artık sadece yemekten sonra içmeye karar veririz. Dikkat ettiyseniz bu karar verme sörfü bile biraz zamanımızı alıyor. 112 saat içinde yapmadığımız neredeyse tek bir şey var; bu 112 saati düşünmek. En azından benim için öyle.
Zaman konsepti ilginç bir şey. İçindeyken sorunun kendisi mi yoksa algılanma şekli mi olduğunu anlayamıyorsunuz. Türkiye’de yaşamak gibi. Ayrıca söz zamandan açıldığında zamanı yönetme teknikleri de Alaaddin’in cini gibi döne döne çıkıyor lambadan. Hemen üzerinize Eisenhover Matrisleri, Pomodoro Teknikleri fırlatılıyor. Çünkü zamanda serbest akışa müsaade yok. 112 saatimizi belirli kabuller etrafında yaşamak, belirli kurallara uymak zorundayız. 30’una gelmeden evlenmek ya da Ruşen amcalarımızın mükemmel oğullarıyla rekabet etmek durumundayız. 112 saat ile alakalı insan üstü şeyler anlatımı da tamamen ücretsiz, bu köşe kapma yarışında paketin içinde geliyor. KDV’si, ÖTV’si dahil. Hemen başarıya ulaşmış insanların zaman yönetimi örnekleri veriliyor. Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey sabah 06:00’da kalkar, koşusunu yapar, saat 08:00’de güncel haberlere bakar 09:00’da ofisinde olur falanlar, filanlar. Ama Jack yemek kartı geçen marketleri tespit etmez. (Tam burada beyaz yakalılar coşkulandılar.) Jack metrobüse binmez. Hadi Jack okumuş etmiş adam, geliri iyi, bir taksi bulayım dese bulabilir mi? Kısa mesafeyse şansı yok, karşının taksisiyse geçmişler olsun. Jack yerel yönetimin taksi sayısının arttırma çabasını takdir eder ama sonucunu göremez. Jack yumurtanın 3 liraya dayandığı şu muazzam simülasyonda değildir. Jack 112 saatin 112’sini yaşar. Biz ise 112 saatte hayatta kalırız, kalabilirsek…
Yetiştirmemiz gereken onlarca iş, onlarca e-posta var. Dünyadaki tüm işler acil, tüm gelişmeler bugün olmak zorunda. Ama bir insanın doğumu normal koşullarda 9 ay. Yumurta 100 saniyede rafadan olabiliyor. Mesela benim için yazın yaklaştığının yegane kanıtı olan erik 8-12 gün arası sulanır. Aksi halde meyvenin verimi düşer. Olması gereken her şey olması gerektiği olgunluğa ulaşınca oluyor. Ne önce ne sonra.
Hermannn Minkowski, Einstein, Michele Besso gibi insanların zaman kavramı üzerinden sohbet edebileceğimiz yazımız günün koşullarına yenik düştü. Zamanımızı iyi kullanmak adına bu yazıyı buralarda bir yerlerde bitirelim. Biraz okunmanın getirdiği şımarıklıkla yaşam koçuna evrilenler gibi olmak istemiyorum. Ama şu konuda bir anlaşalım; şartlar ne olursa olsun ne yapacaksak bu 112 saatte yapacağız. 112 saatlerimiz bu aralar biraz hızlı. Sadece kendi hayatlarımızın küçük, sevimli sıkıntılarından değil dünyanın hali de bu 112 saati bir Roller-Coaster’a çeviriyor. Ancak üzülmeyin bir yerden sonra hissedilmiyor. Son hızla giden bir uçağın içinde hareket etmek gibi. 700-800 km hızla giderken tuvalete kalkmak, bazı hava yollarını tercih etmediysek ücretsiz sularımızı güvenle içebilmek gibi. Bu durumda hatırlamamız gereken tek şey bu uçuşun bir sonu olduğu…