A’dan Z’ye Memleket: F’nin Yolculuğu

0
229

A’dan Z’ye Memleket‘te bu kez alfabenin yedinci harfi F ile yola çıktım. Köşelerini çarpa çarpa hızla yürüdü. Bazen o kadar hızlı ve etkileyici yürüdü ki arkasına milyonların özlemini aldı, rüzgara dönüştü. Bi baktım tutsak edildi, hapishanede direndi. Dedim ya “köşeli” bazen acımasız bir harf oluverdi, baktım yolunu şaşırdı halka zorbalık yaptı.

Bazen yoruldu bir şehirde mola verdi. Bazen penceremde Fesleğen, kokusu notalara dökülüp ağır ağır ilk aşkın anılarında dolaştırdı. Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü, o gün ki gördüm seni yaktın ah zalim beni…

Memleketi dolaşınca, çok da keyifli seyahat ettiğim söylenemez. Benim kafam her şeye politik baktığı için bizim F’nin dünyadaki F ile ilişkisini de düşündüm ister istemez. Portekiz’i 41yıl yöneten Faşist diktatör Salazar’ın ‘3 F’ sini düşününce Bizim F’nin de tadı kaçtı.

Nedir 3 F?

Portekiz‘in 1932’den 1968’e kadar başbakanlığını yapan António de Oliveira Salazar‘ın Faşist rejiminin dayanağı kabul edilen ifadedir. Üç F, FutbolFado ve Fatima‘yı temsil eder.

İfade sıklıkla yanlış olarak Salazar yerine İspanyol diktatör Francisco Franco‘nun rejimine atfedilerek Fatima yerine Fiesta ifadesi kullanılır. Üç F ifadesi, Karanfil Devriminin ardından Salazar‘ın meşruiyetinin ana dayanağı olarak yaygınlaşmıştır.

Üç F, halkın spor, eğlence ve din ile uyuşturulmasıyla sağlandığını ifade eder. Futbol sporla, Portekiz halk müziği olan Fado eğlence, Katoliklerin hac noktalarından Fátima da din ile ilişkilendirilmektedir.(1)

Her zaman söylediğim gibi memleketimiz dünya politikalarından bağımsız değil. Yıllardır söylediğimiz “Tam Bağımsız Türkiye” idealimizin kökeninde de bu bağımlı ilişkiler ve Kapitalist sömürünün bir parçası olmamız var. On yıllardır ülkemiz büyük kapitalist sermayenin pazar alanı ve politikalarımızı da o sermaye belirliyor. Demem o ki memleketin F’si de o 3F’ye benzer bazen.

Futbol

1980 darbesinin Faşist diktatörü Kenan Evren’in ilham aldığı da Salazar’dır. Ve o da halkı uyutma araçlarını tek tek hayata geçirmiştir. Kenan Evren’in Ankara Gücü’nü birinci lige çıkarmasının hikayesini bilirsiniz. Dönemin toplum üzerinde oluşturulan işkence ve asker korkusunu kullanan Kenan’ın bu hareketinin temelinde Ankara’nın başkent olması ve Cumhuriyet’in başkentini çok sevmesi yoktu. Öyle olsaydı Gençler Birliği de bir Ankara takımıydı. Planın arkasında kuşkusuz bugün Ankara Gücü başkanının hakem dövmesine neden olan rant ilişkilerinin kurulması vardı.

Geçmişte de futbolla uyutma, futbolu ranta dönüştürme çabaları olmuştu ancak 80 darbesi ele geçirilemez, kuklaya dönüştürülmez Türkiye halklarını, zorla ve işkence ile Kapitalist şirketlere bağlamak için yapılmıştı. O darbeden sonra ülkede her şey gibi spor da futbol da çok değişti.

Çocukluğumda SSCB ve ABD arasında ekonomik-politik bir rekabet vardı. Spor karşılaşmaları da bu iki kutuplu dünyanın etkisindeydi. Olimpiyatları televizyondan izler Sovyet sporcularının başarılarını, disiplinlerini gördükçe jimnastikçi olmak hayali kurardım. Sosyalist devletlerdeki sporcuların ahlaki duruşu Kapitalist devletleri de sporda etik davranmaya mecbur bırakırdı. Bizim okullarımızda da spor salonları, spor aletleri, okul takımları vardı. O yıllarda spor ekonomik rant alanı değildi. 90’larda Sosyalist devletler dağılırken dünya Kapitalist devletlerin rant alanına dönüştü. Şimdi hangi ilkokulda ya da lisede spor salonu ve spor aletleri var? Çocuklar okul bahçesinde birbirlerini kovalayarak sözde oyun oynuyorlar.

Benim spor tarihinde aklımda kalan önemli bir isim var. Lefter Küçükandonyanis. Rum asıllı futbolcu… Neden onu hatırlıyorum? Çünkü sporcu denilince aklıma aklı, zekası, ahlaki değerleri gelişmiş, iyi düşünen, iyi davranan, örnek insanlar geliyor. Spor insan zihnini ve bedenini geliştirmekten başka ne ifade eder ki?

Futbolcu Lefter neden ağladı?

6-7 Eylül 1955… Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı yönünde provokatif bir haberin ardından İstanbul’da azınlıklara saldırılıyor. Haberin yalan olduğu kısa süre sonra ortaya çıksa da üç gün içinde birçok Rum, Ermeni, Süryani vatandaşın ev ve işyerleri yakılıp yıkılıyor, yağmalanıyor. Fenerbahçe’nin as futbolcusu olan ve ülkenin milli formasını da defalarca giyen Lefter’in Büyükada’daki evine de aynı güruh saldırıda bulunuyor.

Lefter, eşi ve kızlarının güvenliğini sağlayıp silahıyla kapının arkasına dikiliyor. Evi taşlanıyor, boyalar atılıyor penceresine, küfürler ediliyor. Hatta “Vurun şu gâvuru!” deniyor. Lefter, ailesine linç korkusunu yaşatanların her birini seslerinden, yüzlerinden kapı arkasından isim isim tanıyor. Tanımasına tanıyor da, faillerin isimlerini hiçbir zaman açıklamıyor.

“On beş gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O meşum gün ve gece ise taşlar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü, harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. Çok sordular, ‘kim yaptı’ diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.”  Ve hiç kimsenin adını anmaz, kimseyi ele vermez. Sonrasında da o günlerin ruh halini soranlara, “Günlerce ağladım, sadece ağladım” der.

Bugün Bursaspor’un, Amed Spor oyuncularına linç saldırılarının kökeninde de Futbol’un uyutma, düşmanlaştırma politikalarının bir sonucu olduğu görülür. Ne Bursa Spor taraftarı ne yöneticileri bu saldırılardan sorumlu tutulmuş ve cezalandırılmıştır.

Galatasaray’da Metin Oktay, Trabzonspor’da Şenol Güneş, Beşiktaş’ta Metin-Ali-Oktay üçlüsü… Bugünlerde kişilikleriyle sporcu diyebileceğimiz bu sporculara denk bir futbolcu gösterin. Gösteremezsiniz! Çünkü artık memlekette futbol bir rant, düşmanlaştırma ve uyutma aracıdır.

Memleketin Fado’su ve Fatima’sı (din) birlikte ilerliyor

Salazar eğlence, şarkılar türküler, festivaller ile halkın yoksulluğunu unutturmaya çalışırken memlekette son dönem eğlence ve din ile uyutma paralel ilerliyor. Kültür sanat alanında hiçbir yaratıcılığı olmayan AKP kadroları bu boşluğu tamamen ilkel yöntemlerle doldurmaya çalışıyor. Heykel diyemeyeceğimiz heykeller, restorasyon diyemeyeceğimiz restorasyonlarla sanata düşmanlığa devam ediyor. Diriliş, Abdülhamit gibi hamaseti yaygınlaştıracak dizi ve filmlerle sinemaya düşmanlık yapıyor.

Modern sanatın her türünü yasaklayıp, insanları tarikatlarda düzenlenen zikir törenlerine, ilahi okuma yarışmalarına mahkum ediyor. Açıkçası sanatın insan zihnini geliştiren, düşünceyi ileriye taşıyan, sorgulamaya öncülük eden tarafının farkındalar. Modern sanatla insanın uyanacağının, hayal edeceğinin, daha iyisini isteyeceğinin bilincindeler. Bu nedenle gençliği sosyal medyanın başıboş videolarının kucağına atmış, orta yaşlılarını da tarikatların rantının hizmetinde kullanan bir iktidar var karşımızda.

Bizim F ile memleketi gezerken hapishaneleri görmemek mümkün değildi. Hani o “beş yıldızlı oteller” dedirtilip, sonra oralara düşünce “beş yıldızı” hücre penceresinden izlemek zorunda kalan gazetecilerin söylediği hapishaneler…

F Tipi Hapishaneler ve devrimciler

19 Aralık 2000’de bu ülkede televizyonda canlı yayında bir katliam izletildi bize. Memleketi teslim almak üzere uluslar arası sermaye tarafından görevlendirilmiş 12 Eylül darbecileri tüm halka savaş açmış, tedhiş ile halkı sindirmiş, ülkenin bağımsızlığına ömrünü adayan devrimcileri tutuklatmış, işkenceden geçirmişti. Ama bunlar yetmemişti. Hapishanelerdeki koğuşlarda dayanışma içinde yaşayan devrimciler tahliye olduklarında tekrar bir örgütlenmeye gidebilir, dış dünyaya cuntanın zulmünü anlatabilirlerdi. Koğuş sistemi kaldırılmalı hücre tipi-F Tipi hapishaneler kurulmalı ve devrimciler birbirlerinden ve halktan izole edilmeli, delirtilmeli, hasta edilmeliydiler.

F Tipi hapishaneleri inşa ettiler. Henüz tam olarak bitirilmeden tutsakları buralara almak istediler. Devrimci tutsaklar bu politikalara var güçleri ile direndiler. İşte bu süreçte devletin başbakanı Bülent Ecevit, Adalet bakanı Hikmet Sami Türk, 12 Eylül Faşist cuntasının yarım kalan işini tamamlamak üzere Tarih sahnesindeydiler.

Yüzlerce tutsak bu saldırıdan etkilendi. Yüzlercesi sakat bırakıldı. Onlarca tutsak hayatını kaybetti ama hükümet bu katliamın adına “hayata dönüş operasyonu” dedi.

Benim hatırımda kalanlar bunlar o kara günlerden. Ayrıntıları ve daha fazlasını avukat Güçlü Sevimli’den okuyabilirsiniz.

F ile birlikte geziyoruz, Fatsa’da mola verdi. Dedi “Fikri burada mı?”

Burdaaaa… Yaşıyooooor… Terzi Fikri, Fikri Sönmez… Eğer AKP genel başkanı birini hedef gösteriyorsa bilin ki orada üstünü örtmek istediği, görülmesini istemediği halkın yararına bir şey vardır. Bu kadar net bir şablon veriyorum size. Söylediklerinin üstüne bu şablonu koyun, her şey açıkça görülecektir.

Ne demiş Fikri Sönmez? 1978-79’da düzenlediği bir mitingde “Fındıkta sömürüye son” demiş. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 30 Temmuz 2022 tarihinde Ordu’da yaptığı, Fatsa’nın 1980 yılında askeri operasyonla görevden alınan ‘Terzi’ lakaplı sosyalist Belediye Başkanı Fikri Sönmez’i hedef alan konuşmasında “Bu Ordu, terörün ne menem şey olduğunu iyi bilir. Ordu, Terzi Fikri’yi de iyi bilir, onların bedelini benim Ordu’m çok ödedi” demesindeki tek neden Fikri Sönmez’in söylediği “Fındıkta sömürüye son” sözüdür. Sömürü yoksa AKP de yoktur…

Terzi Fikri mi halkın dostu yoksa ona hakaret edenler mi isterseniz okuyun, karar verin.

Felaketler Ülkesiyiz

Türkiye’de F ile gezip dolaşıp Felakete denk gelmemek olmazdı. Tam bir “felaketler” ülkesiyiz. On iki bin yıllık uygarlık tarihinde insanlığın doğa ile mücadele tarihini bir düşünün… Tekerleği icat ettik, vınlıyoruz. Ateşi keşfettik, ısınıyoruz. Suları evimize taşıyor, bir tıkla dünyanın bir ucuna gidiyor, uzaya çıkıyor, uydular bırakıyoruz. Devletler yatak odanda konuştuğunu dinleyip internette reklam yayınlayabiliyor, bir dakikada bir şehri bomba ile yok edebiliyor.

İktidar kendisine karşı olanları GPS ile takip edip şafak operasyonları ile evinden alabiliyor ama bir nehrin taşacağını, selde evlerin, insanların yok olabileceğini bilemiyor öyle mi? Depremin olacağını biliyor da depremde enkazın altında kalmayacağımız evler yapamıyor öyle mi? Orman yangınını anında durduracak uçağımız, suyumuz, istihbaratımız yok öyle mi?

Öyle değil valla! Tüm felaketleri önleyebilecek, para da teknik güç de var iktidarın elinde. Ama istemiyor! Çünkü iktidarda kalabilmesinin bir nedeni de bu felaketler… Felaketlerden din sömürüsü yapabiliyor. Kader diyor, Allah böyle istedi diyor, kokutuyor, muhtaç bırakıyor, çare biziz diyebiliyor. Yıkılan her evde, köprüde, yolda inşaat rantını tazeliyor. Yaşadığımız her kaostan kendine bir düzen kuruyor. Halkı bağımlı hale getiriyor. Nasıl olsa rantın hegemonyası faaliyette…

Faşizm’e devam mı yoksa Fiili meşru mücadele mi?

F diyor ki ben bu memlekette çok şekilden şekle girerim ama siz beni istediğiniz şekle sokarsanız siz kazanırsınız. Faşizm’e devam mı yoksa Fiili meşru mücadele mi? Ne dersiniz, şu F’yi lehimize çevirelim mi?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz