A’dan Z’ye Memleket: Retorik

0
241

Retorik; yazılı, görsel ya da sözlü olarak insanları etkileme, ikna etme sanatıdır. Daha çok konuşma sanatı ya da güzel söz söyleme sanatı olarak bilinen retorik, kökeni Antik Yunan’a dayanan bir alandır. Yunanca rhētorikos (ῥητορικός) yani hitabet kelimesinden türeyen retorik; siyaset, felsefe, edebiyat, hukuk gibi pek çok alanda kullanılır.

Retorik anlamı, Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından “güzel söz söylemek” olarak tanımlanmıştır. İnsanların düşüncelerini değiştirmek, onlara belli bir ideolojiyi kabul ettirmek, hedef kitleyi etkilemek gibi amaçlarla retorik sanatına başvurulur.

Burada size retorik ve gelişimi üzerine bir yazı yazmayacağım. Birkaç retorik örnek üzerinden ne tür konuşmaların yüreğimize dokunduğunu, hangi konuşmaların bizi kandırmak, gaza getirmek üzerine kurgulandığını anlatmaya çalışacağım. Çünkü retorik -eskilerin deyimiyle belagat- dinleyeni ikna etmek üzerine kurulur. Neye ikna olacağımızı, bizi etkileyen sözlerin bizi neden etkilediğini ve bizi nereye sürükleyeceğini de bilmek zorundayız. Yoksa içine helyum doldurulmuş balonlar gibi yükseliriz ama nereye uçacağımızı ipimizi tutan belirler.

Özcesi demek istiyorum ki retorik tehlikeli bir sanat da olabilir. Konuşmacının, retorik ustasının ahlaki değerlerinden, doğruculuğundan, insan odaklı olduğundan emin olmamız gerekir. Yoksa siyasette retorik, oy avcılığına, ticarette sömürüye, kişisel alanda toksik ilişkilere dönüşebilir.

Emin olun tarihte bu işin ustası yani retoriğin ağa babası Hitler’di. Onun karşısında onun kadar usta biri daha vardı Charlie Chaplin… Kişilik olarak taban tabana zıt bu iki insan aynı çağda aynı yıllarda muazzam bir retorikle insanları ikna ediyorlardı. Hitler insanlığa zulüm için, Charlie insanlığın mutluluğu için…

Bu nedenle retorik önemli ama ondan etkilenenlerin bilinci daha da önemli… Ben size memleketten retorikler sunup karşılaştırmanızı isteyeceğim. Bu yazıyı yazmama sebep birkaç gün önce izlediğim bir konuşmanın karşısında hissettiğim hayranlıktı. Nasıl bu kadar seri, nasıl bu kadar inançlı, nasıl bu kadar kendinden, bilgisinden emin konuşabiliyordu gencecik bir insan? Üzerinde düşünürken “Memleket” yazı dizisinde “R” harfine geldiğimi fark ettim. Bu muazzam retoriği herkesin bilmesini sağlamak isterken, aklıma yer etmiş iki konuşma daha sıraya girdi. Sonra da karşımızda durup inanmadığı işler için bizi ikna etmeye çalışan oy avcılarının retorikleri de…

Mervenur Yılmaz’ın Retoriği:

3 Temmuz 2020’de Sakarya Hendek’teki Büyük Coşkunlar havai fişek fabrikasında meydana gelen patlamada 7 işçi hayatını kaybetmiş, 127 kişi yaralanmıştı. İşçi yakınları ve aileleri Hendek Davası süresince büyük mücadele ettiler. Mahkeme, iş cinayetinden sorumlu patronların aileler ve avukatlarının da talebi olan olası kasttan sorumluluk kararını vermedi. İş cinayetinde hayatını kaybeden işçilerden Halis Yılmaz’ın kardeşi Mervenur Yılmaz’ın bir hikâyesi vardı. O iyi bir hatip, ama aynı zamanda iyi bir hikâye anlatıcısıydı.

Mervenur X hesabında, “#6subat2023  #DepremiUnutma  #UnutmadıkAffetmeyeceğiz” demiş ve konuştuğu videoyu eklemiş.

O videoda söylediklerini de buraya kelimesi kelimesine yazıyorum;

“Benim abim geri gelmedi, gelmeyecek. Ama bu süreçte sizin cezasızlık politikalarınız yüzünden insanlar ölmeye devam edecek. Ben, burada geçen yılki gibi yine bağırabilirim, düzenli olarak denetlenen bir fabrikada nasıl kaçak barut üretilebildi, nasıl ruhsatsız patlayıcı depoları inşa edilebildi, nasıl usulsüz depolama yapılabildi, nasıl denetçiler hakkında suç duyurusunda bile bulunulmadı, nasıl patronlar tüm usulsüzlüklerine siyasal iktidarı referans gösterebildi diye yine bağırabilirim. Ama bu bir işe yaramadı yaramayacak. Çünkü biz burada bir şahsiyetle değil bir zihniyetle mücadele ediyoruz.

Sadece biz değil, Çorlu’da liyakatsizlik yüzünden hayatını kaybeden insanlar da deprem bölgesinde usulsüz yapılan binalarda hayatını kaybedip kefensiz gömülen insanlar da Aladağ’da iktidarın göz yumduğu kaçak cemaat yurdunda cesetleri kilitli yangın merdiveninin önünde bulunan çocuklar da… Ne trajikomiktir ki saraylarında yaşayanların kaderine hep ölüm biçtiği işçiler de hep bu zihniyetin kurbanıyız. Parayı siyasal ikbali, rantı insan hayatının önüne koyan bu cinayet düzeninin kurbanıyız.

Bu sadece bizim ya da işçi sınıfının mücadelesi değil ki. Adalet talebi sadece Hendek’in, Aladağ’ın Çorlu’nun Soma’nın ya da diğer sosyal cinayet mağdurlarının değil ki. Hepimizin. Ve siz sesinizi çıkarmadığınız kadar failsiniz. Çünkü burada bu suça susan, suçun ortağıdır da. Ama ben bugün burada önce abime, sonra hepinize söz veriyorum; önce bu şahsiyetlerle mücadele edeceğim, sonra da bu zihniyeti bitirmek için elimden geleni yapacağım.

Bu işin siyaseti, partisi yok. Bugün nasıl bağırıyorsam yarın da aynı şekilde bağıracağım. Ne katil sermayedarlardan, ne bunlardan siyasi ikbal sağlayan iktidarlarınızdan ne de cezasızlığı kendine ilke edinmiş taraflı yargıdan, ne de kafasını kuma gömmüş üç maymunu oynayan yandaş medyanızdan korkmuyorum. Bugün nasıl bağırıyorsam yarın da aynı şekilde bağıracağım.  Bu yol dikenli bir yol biliyorum. Bu yolun sonunda abim de yok onu da biliyorum. Ama sonucu ne olursa olsun ben bu dikenli yoldan çıkıp o adalete kavuşacağım. Ben Mervenur Yılmaz! Bugün bu fabrikada üç sene önce yargı siyaset ve sermaye üçgeninde katledilen yedi işçiden biri olan Halis Yılmaz’ın kardeşiyim ve sonuna kadar mücadele edeceğime söz veriyorum. Yasta değilim öfkeliyim…”

Abisinin ölüm nedeninin patlama değil patlamaya zemin hazırlayanlar olduğunu görmüş. Cezasızlığın, liyakatsizliğin bizi getireceği noktayı işaret ediyor. Susmanın suçun ortaklığı olduğunu vurguluyor. Üstelik kişilerle değil bir zihniyetle üstelik birlikte mücadele edilmesi gerektiğini kavramış. O kadar da samimi, erdemli bir konuşma.  Bu nasıl retorik, bu nasıl bilinç!

Sırrı Süreyya Önder Retoriği:

KHK konusunda mecliste konuşan Sırrı Süreyya Önder’in konuşmasını kelimesi kelimesine yazıya döktüm. İsterseniz açın dinleyin.

“Mazlumun ahı, devirir şahı demişler… Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin kapsamına girmeyecek konumda insanlar, çocukları hepinize sabah akşam beddua ediyorlar. En iktidar yanlısı kalemler bile kantarın ucunun kaçtığını düşünüyorlar. Öğretim üyesi sizden olmayabilir. Ne var bunda? Size çok karşı da olabilir. Siz bu ülkenin sahibi misiniz? Zillullahı fi’lalem misiniz? Kendinizi Allah’ın yeryüzündeki gölgesi mi sayıyorsunuz? Nizamı Mülk müsünüz nesiniz siz, milletin ekmeğiyle bu kadar oynuyorsunuz. Onların çoluk çocuklarının ne suçu var? Bir an için hepsini suçlu kabul etsek onları rızksız nana muhtaç bir vaziyete nasıl getirirsiniz? Evinizde nasıl uyursunuz? Çocuğunuzu nasıl seversiniz?”

Retorik sorular vardır. Aslında bunlar soru değildir. Cevabını iki tarafta bilir çünkü. Ancak bu sorular etkili konuşmanın köşeleridir. Bunlar sarsıcı sorulardır. Düşündürmeye teşvik eder. Ancak Süreyya Önder’in bu retorikte hitap ettiği kitleyi düşündürebileceğini, vicdanına dokunabileceğini ya da ikna edebileceğini düşünmesem de halk kitlelerinin üstünde inanılmaz bir etki bıraktığına inanıyorum.

Konuşma öyle etkili ve öğretici ki… Örneğin zillullahı fi’l alem padişahların saraylarına yazdırdıkları “sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir” anlamına gelen bir söz dizisi. İktidarın başını Abdülhamit benzerliği ile haksızlığa uğramış, mağdur padişah göstermeye çalışan kitleye doğrudan “padişah mısınız” siz diye sorsa bu kadar etkili olmazdı. Çünkü çok insan söyledi bunu. Ama Sırrı bunu daha etkili bir yoldan söylüyor. Nizamülmülk Büyük Selçuklu Devleti’nin astığı astık, kestiği kestik veziri… Ve ancak Hasan Sabbah’ın fedailerinin fedası ile zulmünden kurtulabiliyor halk. Hem kendini Allah yerine koyan padişahlar hem de zalim vezirler ancak zulüm edebilir, normal insanlar bu denli zulmedemez diyor sorularıyla. Bu da bir söz ustalığı gerektirir. Diğer yandan KHK’lar ile yapılan zulmün halk nazarında nasıl karışlanması gerektiğini hatırlatıyor bize. Bu durum,  bu çağa yakışmayan bir zulümdür demek istiyor.

Selçuk Kozağaçlı Retoriği:

Yüksel Direnişi sürecinde bizzat canlı dinlediğim bir konuşması var Selçuk Kozağaçlı’nın. İzlediğinizde onun sağında dikkatle dinlediğimi göreceksiniz. Beni en etkileyen konuşma ustalarındandır Selçuk. Retoriği sağlamdır. Çünkü okur ve diyalektik düşünür. İnsan tanır. Tarih bilir. Sosyoloji bilir. Ama bunlardan öte bir şey var Selçuk’ta; O konuşurken inandığını konuşur. Yaparken inandığını yapar. Önce kendine güvenir. Sonra konuşur. O dönem Nuriye-Semih açlık grevi vardı. Selçuk “yapmasınlar” diyenlere söylüyordu bunları. İzlemek isterseniz burada… Ben kelimesi kelimesine yazdım konuşmayı.

“Ne için yaşıyoruz? Güvenlik yok, iş yok, gelecek yok, hukuk yok, anayasa yok. Yaşıyoruz, bu yaşamak çok kutsal öyle mi? Öyle değil. Yaşamın kendisi değil kutsal olan. Kutsal olan adil bir yaşam, kutsal olan onurlu bir yaşam, kutsal olan güvenli bir yaşam, kutsal olan haysiyet sahibi bir yaşam… Yaşamın kendisi değil, sırf yaşamak değil kutsal olan. Milyonlarca insan ölüyor her gün hiç uğruna. Trafik kazalarında, savaşlarda, hastalıktan… Ölmek ya da kalmak meselesi değil bu mesele. Onurlu yaşamak ya da yaşamamak meselesi… Adaletli yaşamak ya da yaşamamak meselesi…”

İnsan bu konuşmayı dinledikten sonra “yaşamın kutsallığı” üzerine söylenmiş, beğendiği her sözü sorguluyor. Nereden gelir yaşamın kutsallığı? Bu canı tanrı verdiği için mi kutsal? O zaman elinde Kuran, elinde İncil savaşlar çıkartan politikacılar, kimyasal gıdalar üreterek zenginleşen, biz hastalıklarla boğuşurken fahiş fiyatlarla ilaç pazarlayan ilaç şirketleri sahipleri imansız mı? Çoğumuza göre böyle ama yaşamın kutsallığına vurgu yapanlar da onlar… Ben Selçuk’un vurguladığı haysiyetli yaşama kilitlendim. Ölmemizi isteyenlerin inadına yaşamaktan yanayım ama sürünerek değil…

Burada yazdığım üç retorik de beni inanılmaz etkiledi. Hafızamdan asla silinmeyecekler. Bir söz vardır “söz nerenizden çıkıyorsa, karşı tarafın orasına etki eder.” Benim yüreğimi, aklımı derinden etkileyen sözlerin sahipleri üçü de…

Buradan yola çıkarak sözünü yüreğinden söylemeyenlerin de retorik örneklerini vermek istiyorum. Antik Yunan düşünürleri retorikte konuşmacının ahlaki olarak güvenilir olması gerektiğini söylemiş olsalar da retoriği iyi kurnaz, kötücül konuşmacılar da vardır. Yoksa çiftlik bankın tombulu, insanları dolandırıp nasıl kaçabilirdi. Kuşkusuz yine bir söz var halk arasında buraya denk düşecek. “Her kötü satıcının bir kötü alıcısı vardır.”

Hitler’in Retoriği:

Nasıl etkiliyor insanları. Nasıl alkış alıyor. Nasıl coşku yaratıyor. Başarılı bir retorik… Başarısı, karşısındaki kitlenin bilinçsizce bıkkınlığında, savaşlardan yorulmuş, yoksulluktan yılmış halkın bir kurtarıcıya ihtiyaç duymasında. Böyle bir kitleyi hamaset söylemleriyle avucunuzun içine alabilirsiniz. Bazen siyaset öyle bir karmaşaya dönüştürülür ki sonrasında sunduğunuz kişi kurtarıcı gibi algılanabilir. Ki bu durum da öyle olsun diye tasarlanır.

Şimdi Hitler’in konuşmasını yazıyorum. İzlemek isterseniz de burada.  

“34 tane parti var. İşçilerin kendi partileri de var. Bir tane değil. Bir tane olsa az olurdu. Üç dört tane lazım… Burjuvalar daha zeki oldukları için daha fazla partiye ihtiyaçları var! Orta tabakanın da kendi partileri olmak zorunda! Sanayicilerin de kendi partileri var. Çiftçilerin de kendi partileri var, onlarınki üç dört tane tabii! Ev sahiplerinin siyasi ve ideolojik görüşleri de kendi partileri aracılığıyla temsil edilmeli elbette! Kiracıları da unutmamak lazım… Katoliklerin de partisi var! Protestanların da partisi var! Bavyeralıların da, Türingiyalıların da partisi olsun! Würtemberglilerin de kendilerine mahsus bir partileri olsun. İşte böyle tek bir ülkede 34 tane parti ortaya çıktı. Zamanla ortaya çıkan bu büyük sorun ancak bütün milletimizin gücünün birleştirilmesi ile çözülebilir. Muhaliflerimiz biz nasyonal sosyalistleri ve özellikle şahsımı tahammülsüz ve kavgacı olmakla suçluyorlar. Diğer partilerle çalışmak istemiyormuşuz. Siyasetçilerden biri daha da ileri gitti ve “Nasyonal sosyalistler diğer partilerle çalışmayı reddettiklerine göre Alman değiller” dedi. Alman olmak demek 30 küsur parti olması mı demektir yani? Buna diyecek tek bir sözümüz var. Bu efendiler haklı. Biz tahammülsüzüz. Ben kendime bir hedef koydum; o da bu 30 küsur partiyi Almanya’dan söküp atmak… Biz kendimize bir hedef belirledik ve ölene kadar fanatikçe ve acımasızca onun peşinden gideceğiz.”

Kitleyi nasıl avucunun içine alacağını iyi öğretmişler bu aptala. Önce ironiyle başlıyor. Rakipleriyle, aslında halkın temsilcileriyle alay ediyor. Onları halkın gözünde küçük düşürüyor. Neden 34 parti vardır? Çünkü herkes mecliste temsil edilmek ister. Gerçek, kapsayıcı bir siyaset olsaydı bu kadar parti olmasına gerek olmazdı. Ama Hitler’in sunduğu yöntem de herkesi bir partinin içinde temsil etmek değil, her kesimi Almanya’dan kovarak, öldürerek kendisi gibi olanların kalmasını sağlamak…

Yalan söylemeyi de manipülatif bir araç olarak kullanıyor. Siyasetçilerin kendisine “Alman değil” dediklerini öne sürerek Almanlık-ırkçılık mevzusunu kaşıyor. Basit ama kafa karıştıran bir cümle kuruyor; “Alman olmak demek 30 küsur parti olması mı demektir yani?” Bu cümle kesinlikle bir çocuğun bile kurmayacağı cümledir. O kadar saçmadır ki söylediği “bu kadar saçma bir cümle kuramayacağına göre bir bildiği var demek ki” dedirtir kitleye. Tıpkı çok büyük yalanlar söyleyerek gerçeklik algısı yaratmak gibidir yaptığı.

Son cümleleri bir manyağın cümleleri olabilir. 30 küsur partiyi Almanya’dan söküp atacakmış. Yani tüm etnik grupları, yani tüm farklı dini inançları olanları, yani tüm farklı cinsel yönelimi olanları, yani farklı siyasi görüşü olan herkesi ya öldürecek, ya da kaçmalarını sağlayacak… Fanatiklik ve acımasızlığı kitleye kabul ettiren bu konuşma retoriğin kralı değil de nedir? Acayip tanıdık geliyor.

Charlie Chaplin Retoriği:

Son olarak çocukluğumdan beri hayranı olduğum bir retorik ustasını Hitler retoriğinin karşısına koymak isterim. Tüm hücrelerime kadar titreten, tüylerimi diken diken eden o konuşmasıyla karşınızda Şarlo’m… İyilik meleğim, canım adam…

Büyük Diktatör (The Great Dictator) filmi Charlie Chaplin’in ilk sesli filmidir. Dolayısıyla filmlerinde insanlık adına düşüncelerini ilk kez sesli olarak dile getirmiştir. Filmin sonundaki dönüp tekrar tekrar izlenesi o harika tiradı… Ben kelimesi kelimesine yazacağım. İsterseniz kendi sesinden, heyecanından izleyin.

“Üzgünüm ben bir imparator olmak istemiyorum. Herkese yardım etmek istiyorum. Yahudi,  Yahudi olmayan, siyahî, beyaz, hepimiz başkalarına yardım etmeliyiz. İnsanlık böyle başlar. Biz birbirimizin mutluluğu için yaşamak isteriz, kötülüğü için değil…” Bir başkasından nefret etmeyi istememeliyiz. Bu dünyada yeryüzü zengindir ve bunu herkes paylaşabilir. Yaşam tarzımız özgürlük ve güzellik olmalıdır. Ama biz yolumuzu kaybettik. Açgözlülük insan ruhunu zehirledi. Dünyayı nefretle kuşattı. Bazıları bizi üzüntü içinde bıraktı.

Hızlı geliştik ama bu arada kendimize de zarar verdik. Bilgimizi olumsuz, zekâmızı sert ve kaba kullandık. Çok fazla düşündük ama çok az hissettik. Makinelerden çok insanlığa ihtiyacımız var. Zekâdan çok şefkat ve kibarlığa ihtiyacımız var. Bunlar olmadan yaşam şiddet dolu olur ve her şeyi kaybederiz.

Uçaklar ve radyo bizi yakınlaştırıyor. Bu icatlar insanlığın erdemlerini etkileyecek ve insanlar arasındaki kardeşliği ve birliği gerçekleştirebilecek. Şu anda bile sesim milyonlarca insana, milyonlarca umutsuz erkek, kadın ve çocuğa erişiyor. Sistemin kurbanlarına ve işkence çeken kişilere ve hapisteki masum insanlara… Beni duyanlara şunları söyleyeceğim; Umutsuzluğa kapılmayın. Umutsuzluk şu an üstümüzde ama bunu da atlatacağız. İnsanlığın ilerlemesinden korkanlar ezilip gidecekler. İnsanlığın nefreti geçecek, diktatörler ölecek ve onların gücü insanlığa geri dönecektir. Son insan ölene kadar özgürlük yok olamayacaktır.

Askerler kendinizi bu zebanilere teslim etmeyin. Sizleri küçümseyen sizleri köle yapan, yaşamlarınızı sistematikleştiren, ne düşüneceğinizi söyleyen ve sizi terbiye eden, size sığır gibi davranıp savaşa gönderen bu insanlara. Kendinizi makine kalpli makine düşünceli bu makinelere teslim etmeyin. Sizler makine değilsiniz, sizler sığır değilsiniz sizler insansınız.

Sevgisiz ve nefret dolu olmayın. Askerler, kölelik için savaşmayın özgürlük için savaşın. Aziz Luke derki “Tanrının krallığı insanın içindedir.” Sadece bir kişi ya da zümrenin değil, bütün insanların… Senin de… Makineleri yaratma gücüne sahipsin. Mutluluk yaratma gücüne de… Bu yaşamı özgürleştirip güzelleştirme, yaşamı harika bir macera yapma gücüne sahipsin. Demokrasi adına bu gücümüzü kullanalım. Birleşelim, yeni bir dünya için savaşalım.

İnsana çalışma şansının verileceği, gençlere gelecek, yaşlılara güvence verilecek bir dünya… Zalimler yükselirken parlak vaatler verirler. Ama onlar yalancıdır. Sözlerini tutmazlar. Asla tutmazlar. Diktatörlerin kendileri özgürdür ama onlar insanları köle yapar. Şimdi bu sözleri tutmak için savaşalım. Özgür dünya için ulusal engelleri aşmak için savaşalım. Açgözlülüğü, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü kaldırmak için… Bilim ve ilerlemenin bize mutluluk getirdiği bir dünya için savaşalım. Askerler, demokrasi adına birleşelim.”

Retorik budur. Bu retoriktir. Zira yüreğinden çıkıp yüreğimize dokunmuştur. Aklından aklımıza akmıştır. Konuşmacıdan beklenen ahlaki değerlere sahiptir Charlie Chaplin. Çünkü o faşist bir diktatör ya da faşist diktatörün kullanışlı aparatı değildir. O insandır… Tüm bu sözler benden size gelsin. İmzacısıyım…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz