Bugünlerde yine Türkiye’nin sıcak konu başlıklarından biri mülteci meselesi. Bazı siyasilerin yönlendirmeleriyle olay ciddi bir mülteci nefretine doğru gidiyor. Son dönemlerde Türkiye’de bazı kesimler arasında özellikle Suriyeli mülteciler üzerinden yükselen mülteci karşıtlığı da gözetildiğinde, özellikle sosyal medya üzerinden yayınlanan toplu giriş görüntülerinin ve bazı mültecilerin şahsi hesaplarından yaptıkları paylaşımların da etkisiyle bu karşıtlık Afgan mültecilere de yönelmiş durumda.
Oysaki Ortadoğu’da Afgan göçü yeni bir olgu değil ve yıllardadır Türkiye’ye Afgan göçü zaten devam ediyordu. Sadece artık daha görünür ve artan bir hal almış durumda. Ben bir gazeteci/akademisyen olmam dışında, resmî olarak adli/idari yeminli Farsça mütercimim ve son yıllar içinde defaatle Afgan mülteciler de dâhil olmak üzere Farsça konuşan her bölgeden mülteciyle hem resmî hem de gönüllü olarak çalışma fırsatım oldu. Yani; mülteci sorununun ciddi toplumsal ve demografik yönlerinin olduğunu kabul etmekle birlikte, insanî yönüne de pek çok örnekle şahit oldum. Mülteci meselesi sadece milliyetçi saiklerle ele alınamayacak kadar girift dinamikleri içeriyor. Yani konu “mülteciler gitsin!” veya “mülteciler kalsın!” söylemlerinden çok daha karmaşık.
Buradaki ilk soru Afganların neden kendi topraklarını terk etmek zorunda kaldıklarıdır. Afgan göçünün dinamiklerini anlamak için önce Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal ettiği 1979 yılından başlamak üzere, Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nin çöküşüyle birlikte süregelen Afgan iç savaşının yarattığı koşulları, daha sonra 8 yıllık İran-Irak Savaşı’nın Afganistan’a başta olmak üzere bölgedeki etkilerini, 1992-1996 yıllarındaki Kabil Savaşı’nı, Amerika’nın 2001 yılında Afganistan’da başlattığı savaşı ve 2021’de tüm Amerikan güçlerinin çekilmesi süreçlerinin tamamının Afgan halkının hayatında yarattığı onarılmaz kırılmaları gözetmek gerekiyor. Can güvenliği, radikal islamın ve cihatçı aşırılıkçıların tehlikesi, iş ve eğitim olanaklarının yok olması, uzun yıllar süren savaşlar sonucunda ülkenin altyapı ve üstyapısının tamamen yok oluşu, bölge ve egemen güçlerinin ülkeyi bir bilek güreşi sahasına çevirmesi gibi pek çok olgu göçün temel sebepleridir.
Afgan Göçü ve İran
İran ve Afganistan arasında yaklaşık 815-945 kilometre arası bir ortak kara sınırı var. Bu nedenle böylesi geniş bir sınır hattından her dönemde legal ve illegal yollardan geçişler her zaman olagelmiştir. Afgan halkının İran’la olan sınır kentlerinde yaşayan insanlarla etnik ve kültürel yakınlıkları olması, özellikle de bölgedeki aşiretler üzerinden akrabalıkları illegal geçişlerde kolaylıklar sağlıyor. İran’da Farsça dilinin konuşuluyor olması da çok önemli bir tercih sebebi. Böylelikle; son 50 yıldır Afgan halkının İran’a iltica süreçleri hep devam etmiştir. Özellikle; İran-Irak Savaşı döneminde İran sınırında biriken Afgan mülteciler bizzat Devrim Rehberi İmam Humeyni’nin emriyle sınırlar açılarak İran’a girmelerine izin verilmiştir. Maaş karşılığı, kültürel ve mezhebi yakınlık ve farklı zorunluluklardan dolayı İran-Irak Savaşı’na Ramazan Karargâhı’nın komutası altında katılan Afganlardan 2 binin üzerinde hayatını kaybedenlerin olduğuna dair veriler mevcuttur. Öte taraftan; Suriye iç savaşının başlamasından buyana İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün denetiminde olan ve Afgan Şii milislerden oluşan Fatimiyyun Tugayı’ndan binlerce Afgan milis Suriye’de hayatını kaybetti.
Afgan Mültecilerin İran’daki Hayat Standartları
İran’daki yasal ve yasadışı Afgan mülteci sayılarına dair resmî veriler bulunsa da, bu verilerin tam olarak gerçek tabloyu yansıttığı söylenemez ancak genel durum şöyle:
-İran’da resmî verilere göre yaklaşık 3 ila 4 milyon Afgan mültecinin bulunduğu tahmin ediliyor.
-Afganistan Göç Bakanlığı’nın 2017 yılında açıkladığı veriye göre ise; İran’da 839,912 Afgan ikamet izniyle, 30 bin Afgan uzun süreli ikamet izniyle, 450 bin Afgan kısa süreli pasaportla ve 734,622 Afgan da hiçbir belgesi olmadan yasadışı olarak bulunuyor.
-İran İstatistik Kurumu’nun 2017 yılı verilerine göre, İran’da bulunan Afgan mülteciler ağırlıklı olarak evli çiftler ve ailelerinden oluşuyor. Bekâr olan mültecilerin sayısı daha az.
-İran’da 2017 yılında yapılan nüfus sayımına göre, İran nüfusunun %2’si Afgan mültecilerden oluşuyor. İran’daki Afgan mültecilerin %53’ü erkeklerden, %47’si kadınlardan oluşuyor.
– İran Göç İdaresi’nin 2018 yılındaki verilerine göre, İran’da yaşayan Afgan mültecilerin %70’i Şiilerden, %30’u Sünnilerden oluşuyor. İran’daki Afgan nüfusunun %67’si 30 yaşın altındaki bireylerden oluşuyor.
– Birleşmiş Milletler’in 2015 yılındaki raporuna göre, İran’da yaşayan Afganlar ağırlıklı olarak Hazara Şiilerinden oluşuyor ve diğer kalanlar ise Tacik, Özbek ve Peştunlardan oluşuyor.
– İran’ın 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre belirlediği siyasi ve etnik angajmanlarından dolayı Afgan mültecilerin İran’ın 15 eyaletinde yaşaması ve çalışması tamamen yasak, 12 eyaletinde ise kısmen yasak durumda. Yani; İran’da Afgan gettolaşması mevcut.
-Resmî verilere göre Afgan mülteciler tüm İran iş piyasasının %10’unda aktif durumdalar. Yasalara göre Afgan mültecilerin sadece 66 iş kolunda çalışma hakkı var ve bu işlerin tamamı düşük nitelikli ucuz iş gücünü oluşturuyor.
-2017 yılı verilerine göre, İran üniversitelerinde 11 bini aşkın Afgan öğrenci eğitim alıyor. Bu öğrencilerin atom fiziği, nükleer fizik, plazma fiziği, parçacık fiziği, plazma mühendisliği, uçak ve helikopter alanında her türlü mühendislik, pilotluk, uydu ve iletişim teknolojileri, bilgisayar mühendisliği ve askeri bilimler gibi pek çok alanda eğitim alması yasak.
Görüleceği üzere, İran’da temel hak ve özgürlüklere sahip olmayan ve ikinci sınıf insan muamelesi gören Afganlar, İran’da kalmak yerine yeniden göç yollarına düşmeyi tercih etmek zorunda kalıyorlar.
İran ve Türkiye Arasında Afgan Göçü
Afgan mültecilerin İran’dan Türkiye’ye doğru pek çok göç güzergâhı var çünkü Afganlar İran’ın farklı bölgelerinden Türkiye sınırlarına doğru ilerliyorlar. İşte tam da bu noktada sömürü sitemi devreye giriyor ve kendilerini insan kaçakçılarının kucağında buluyorlar. Kaçak yollarla çalışıp biriktirdikleri son paralarını kaçakçılara teslim eden Afgan mülteciler artık onların insafına kalmış bir yolculuğa başlıyorlar. Kaçakçılara ödenen paranın miktarı yapılacak yolculuğun konforunu da belirliyor. Düşük miktarda para ödeyenler hava alabilmeleri için arka ışıkları kısmen sökülmüş binek araçların kapalı bagajında yolculuğa başlıyorlar. Bazıları yolcu otobüslerinin motor kısımlarında veya bagaj yerlerinde sadece bir kişinin zorla sığdığı bir yerde yolculuğa başlıyorlar. Daha fazla para ödeyenler ise çeşitli araçların arka koltuklarında oturarak nispeten daha rahat bir yolculuk yapıyorlar.
İran’ın içinden binlerce kilometrelik karayolundan Türkiye sınırlarına yapılan bu yolculukta temel etken insan kaçakçılarının İran’ın polis, asker ve Devrim Muhafızları devriyelerini ne denli “bağladığı” noktasıdır. İşte burada iki türlü bir geçiş söz konusudur; ya insan kaçakçıları rüşvet vererek güzergâhı tamamlıyorlar ya da siyasi sebeplerden dolayı devlet yetkilileri dönem dönem mültecilerin geçişine göz yumup görmezden geliyorlar.
İran’ın Kuzeybatı sınırlarına ulaşmayı başaran Afgan mülteciler Van, Hakkâri, Iğdır ve Ağrı sınırlarından saatlerce yürüyerek Türkiye’ye girmeye çalışıyorlar. Eğer İran ve Türkiye sınır görevlileri tarafından üzerlerine ateş açılmaz ve yakalanıp insan onuruna yakışmayan muamelelere maruz kalmazlarsa, Afgan mültecilerin Türkiye içinde yeni yolculukları başlıyor. Mültecilerin temelde iki hedefleri oluyor; Türkiye’de kalmak isteyenler büyük şehirlere doğru farklı yöntemlerle yola çıkıyorlar ve ulaşabildikleri şehirlerde kötü şartlardaki evlerde toplu olarak kalıp kaçak olarak çalışmaya başlıyorlar. Avrupa’ya geçmek isteyenler ise Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarına doğru hareket etmeye çalışıyorlar ve hepimizin bildiği acı bir hayatta kalma mücadelesi başlamış oluyor.
Mültecilerin göç hatları üzerinde olan ülkeler bu durumu her zaman bir baskı ve şantaj aracı olarak kullanmışlardır. Topraklarında mülteci ve insanî buhran istemeyen Avrupa ülkeleri bu şantajın her zaman ilk hedefi olmuşlardır çünkü mülteci sorununda “yüksek demokrasi sahibi” Avrupalılar her zaman ikircikli bir tavır sergilemişlerdir. Hem Türkiye, hem de şu an Avrupalı taraflarla yeniden nükleer müzakere sürecinde olan İran, mültecileri bir baskı aparatı olarak kullanmaya devam ediyorlar.
Öte taraftan Afgan mülteciler ve geçişlerine göz yumulması uzun zamandır İran tarafından Türkiye’ye karşı bir baskı unsuru olarak kullanıldı. Ne zaman İran-Türkiye arasında bir iktidar mücadelesi veya menfaat çatışması olsa mültecilerin Türkiye’ye giriş hızları birden artar. Taliban’ın yükselişi, ABD’nin Afganistan’dan çıkışıyla birlikte farklı ülkelerin sahada güç elde etme savaşına bir de bu açıdan bakalım. Afganistan yönetimi ve Taliban’ın İstanbul’daki barış görüşmeleri (Beyn-ül Afgani) birden kesildi ve toplantılar Tahran’a alındı. Öte taraftan iran, Türkiye’nin Kabil Havaalanını kontrol edip Afganistan içinde güçlenmesini istemiyor. Taliban’ın üzerindeki İran etkisi de malum. Kasım Süleymani sonrasında Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı olan General İsmail Kaani, genel olarak düşük bir profil çizse de Afganistan O’nun uzmanlık alanıdır. Kaani, uzun yıllar Kudüs Gücü’nün Afganistan’dan sorumlu komutan yardımcısıydı ve Afganistan’da önemli bir aktör. Özetlersek; Taliban’ın yeniden yükselişiyle tekrar güvenlik riskinin arttığı bir bölgede, Afganistan’la sorunlu bir sınır hattı olan İran’la “Yeni Afganistan”da etkin olmak isteyen Türkiye’nin ilişkileri yeni krizlere gebe. İran, Afgan mülteci geçişine daha da göz yumabilir.
Mülteci sorunu pek çok katmanları ve toplumsal boyutları olan bir gerçekliktir ancak bu soruna sadece milliyetçi bir çizgide yaklaşmak hem insanî değil, hem de soruna asla çözüm getirmeyecektir…
Fotoğraf: Max Bohme / unsplash.com