Ruh sağlığı alanında da kullanılan bir terim regresyon. Regresyon gerilemeyi işaret eder. Adım adım geriye gitmek değildir ya da arkanızı bulunduğunuz yere dönüp uzaklaşmak da. Bahsettiğimiz regresyon zihnin bir parçası olan egonun kendini zulüm görme, görüyor olma kaygısından kurtarabilmek ve hayatına devam edebilmek için bilinçsizce geliştirdiği, bilinçsizce uyguladığı savunma mekanizmasını anlatır. Neredeyse modern insanın inşasında konulan her taşın altından çıkan Freud tarafından tanımlanan regresyon, kaygı ve strese karşı insanın kendisini savunma hattını oluşturur. Kişinin sahip olduğu psikolojik olgunluğun ve geldiği aşamanın aksi yönüne doğru bir kayışla daha az olgun yani henüz gelişmemiş olduğu zamanlara ait özelliklere dönmesine, gerileme davranışları göstermesine denir.
Tek gerçek peynirli makarna
Regresyon, kişinin kişisel tarihi içinde geriye gitme, gerileme hareketidir. İster 7’sinde ister 77’sinde herkesin başına gelebilir. Kişi regrese olduğunda geçici olarak daha önceki yaşamında çoktan geride bıraktığı, atladığı bir gelişim aşamasının karakteristik özelliği olan davranışlara, düşünce kalıplarına veya duygusal tepkilere döner. Mesela, yaşadığı strese tepki olarak çocuksu davranışlar sergiler tırnaklarını yemeye başlar. Kişi ayrıca geçici bir kaçışa da yönelebilir. Maruz kaldığı ve baş edemediği kaygı, stres ya da üzüntü karşısında bir zamanlar ona tanıdık gelen, daha az tehdit edici zihinsel durum veya davranışlara sığınır, rahatlamayı oralarda bulacağını ümit eder. Üzüntüsünü ifade edemeyen, bununla baş edemeyen kişinin adeta çocuksu öfke nöbetlerine tutulması gibi. Ve tabii ki bunlar hadi ben bir regrese olayım diye bilinçli şekilde olmaz otomatik olarak gerçekleşen psikolojik bir süreçtir. Ya hep ya hiç yaşantısı da değildir. Bir çeşit hayata, başa gelenlere uyumlanma çabasıdır.
Tam da bu satıları yazarken size Vamık D. Volkan’ın “Körü Körüne İnanç” adlı kitabından regresyona dair ilginç bir örneği vermek isterim. Beth, Virgiana’ da yaşayan yetişkin bir kadın. 11 Eylül saldırılarından sonra kendisini deyim yerindeyse peynirli makarnaya gömmüş. Haftalar boyunca yediği yalnızca peynirli makarna. Bu seçici yeme davranışı kişisel bir gerilemenin, regresyonun işaretiydi. Beth çocukken ne zaman kendisini endişeli hissetse annesi ona peynirli makarna yedirirmiş ve Beth’in annesi saldırılar olduğu zaman New York’ta yaşıyordu. Annesine hiçbir şey olmamıştı ama olmuş olma ihtimali Beth’de başa çıkamadığı korkuya neden oluyordu. Yaşadığı gerileme sürecinde yalnızca peynirli makarna yiyerek annesini hayatta tutmaya çalışıyordu. Çocukluğundaki gibi peynirli makarna en zor anda her şeyi çözebilirdi, annesini bile hayatta tutabilirdi. Bu zihinsel düzenek Beth’in annesine kavuşup, onu gördükten sonra dağıldı. Beth de peynirli makarna mahkumiyetinden kurtuldu.
Fakat işin bir başka boyutu da vardır. Genelde bu konu hakkında çok konuşulmadı. Bu, paylaşılan, ortak olunan, birlikte, toplumca, geniş grupların paylaştığı regresyondur. Ve işte bizim mahkumiyetimizin farkına varmaksızın başladığı nokta burasıdır. Sakın korkmayın; geriledim, geriledin, geriledi, geriledik, gerilediler…burada birlikteyiz.
Kim tırnaklarını yiyor?
Bu aralar fark ettiniz mi kendinizdeki bazı küçük değişiklikleri, rast geldiniz mi göz dalmalarınıza geçmişe dair tatlı anılar üzerine takılan, burnunuza daha sık gelmeye başladı mı anne kurabiyelerinin kokusu çocukluk mutfağında ya da arada yakalıyor musunuz kendinizi tırnak yerken, dudaklarınızı kemirirken? Birden öfkelenip birden ağlamak, elinizdekini fırlatmak daha kolay daha cazip geliyor mu fikrinizde olsa da? Korkmayın yalnız değilsiniz hep birlikte gerideyiz.
Çünkü sevgili gerileyenler özellikle bu yıl yaşadığımız travmalar, şoklar, şahit olduğumuz vahşetler, haksızlıklar karşısında kendimizi savunma durumuna geçtik. Geniş grup kimliği olarak adlandıran soyut psikolojik âleme (V. Volkan, 2022) yani bize, topluluğumuza yönelmiş ve paylaşılmış tehditler hepimizde kaygı, korku, endişe yaratmış bulunmakta.
Toplum olarak kendimizi güvende hissetmeye ihtiyaç duyuyor, bu yönde çabalar ortaya koyuyoruz. Aynı zamanda korkunun, endişenin baskısında doğamızın dışa yansıması da söz konusu. Sallanmakta, titremekte, saklanmakta, kaçmakta, durmakta, kovalamakta, kızmakta, haykırmakta var oluyoruz. İnsani olan her şeydeyiz her yerdeyiz içimizde. Korkularımız, korktuklarımız ile güven arayışımızın çabası birbirine karışıyor. Sınırlar giderek bulanıklaşıyor. Baş edemediğimiz yerde, kaygının elinde şekillenirken bildiğimiz, hatırladığımız zamanlara aidiyetimizi arıyoruz.
Kara deliğim yabanım benim
Tenlerimiz de ruhlarımız da çeşit çeşit yaralarla bezenirken şekil değişiyor. Yaraların değiştirdikleri yabancımız bizim. Bu tanıyamama, tanışamama evrendeki kara delik gibi bizi kendi yabancılığımıza, yabanlığımıza çekiyor. Bu yüzden tarifi de yok. Paylaşılan çaresizlik, değersizlik hissi grup kimliğimizi sarsarken bireysel olarak da içsel çekirdeğimiz hasar alıyor, tepkimizi dehşet düzeyine taşıyor. Bu dehşet bizi mantıklı düşünmekten uzaklaştıracaktır.
Kitlesel travmaların şahitleri olarak kolektif travma ve kaygı yaşantısı içinde topluca regresyon yaşıyoruz. Bunu kimse daha önce bize söylemedi. Kaçışımızı gören de ne yazık ki bunu hayrımıza kullanmıyor. Bu noktada yine Vamık Volkan’ın “Körü Körüne İnanç” adlı kitabına başvurarak kitlesel regresyonumuzun dışarıdan nasıl göründüğünü, içindeyken kaçırdığımız ipuçlarını da görünür kılmaya çalışacağım. Fark edebilirsek belki iyileşme yolunda adım atabiliriz beraberce.
Öncelikle regresyon yaşarken grup üyeleri yani bizler bireyselliklerimizi yitirmeye başlarız. Yitirdiğimizi bulma umudu ile sahte tanrıların; liderlerin etrafında sözde kaybettiğimiz kendimizi ararız. Ararken ikiye ayrılırız. Bir taraf “iyi”ler olur ve bizi kendimize bulduracak, bizi koruyacak lidere biat ve itaat eder, diğer taraf “kötü”lerdir, bunlar da lideri sorgular ya da karşı çıkar. Kesin bölünmelerle yol alırız. Bir taraf “düşman” diğer taraf “biz”. Yani biz ve ötekiler oluruz. Her iki taraf diğerine tahammülsüz ve ezicidir.
Grup kimliğini yaşama ve yaşatma derneği
Grup, ortak kimliğini yaşama ve yaşatma adına düşündüğünü uygulama ve yapma hakkını tanımıştır kendine. Artan paranoid şizoid durumda grup üyeleri büyüsel düşüncelere, gerçekliğin yerini alan fantezilere bağlanmaktadır. Vamık Volkan’dan aynen aktarıyorum: ”grup yeni kültürel fenomenler yaşar ya da grup kimliğini korumak üzere geleneksel toplumsal adetlerin yenilenmiş biçimlerini benimser”. Grubun geçmişine dair tarihsel zaferler yeniden keşfedilir, kutlamalara vesile edilir. Ya da geçmiş travmaları ortaya konur. Uğranan haksızlıklar, kıyımlar, ihanetler yine yeniden aktarılır. Yeni bir tarih yazılır adeta biz ve onlar olarak. İşin ilginci ötekiler dışarıda değildir, içeridedir. Komşundur, ortağındır, arkadaşındır. Düşman addedilenler insani varlık özelliklerinden uzaklaştırılır. Onlar artık böcektir, onlar ezilesidir.
Grup adeta deri sahibi olur, bedenleşir. Bu beden coğrafi sınırlar, kendine ait yasal düzenlemeleri ile bir deriye kavuşmuştur. Ortak kan kavramı ile grup nefes almaya başlar ve karşı grupların en küçük farklarını keskin gözleriyle izlemeye oturur. Grup kendi derisi, bedeni ve kanı ile de aşırı ilgilidir. Yeni önderlik ile aile içi yapı değişik bir hale gelmeye başlar. Çocuk çocuk gibi değildir, kadın ise kadına ait özellikleri ile yeni yapı ile çatışmalı hale gelmiştir. Grup yaşadığı durumları açıklamak, bertaraf etmek, liderin de liderliğini gösterip sürdürmesi için tuhaf, mutlaka geniş katılımlı ihtişamlı ama bağlamından kopuk arınma ritüelleri geliştirir. İyiyi kötüden güzeli çirkinden ayıracak yetenek ve biliş silikleşmiştir. En nihayetinde fiziksel çevre de şekilsiz, çirkin bir hal alır. Grubun yaşadığı yerin rengi ve çevresel dokusu simgesel olarak dışkısal bir yapıya dönüşür. (Vamık D. Volkan, 2022).
Şiddet önünden kaçıp regresyona sığınırken olanlar olmuş bile, gerilediğimiz yerden vurmuşlar bizi zincire. Acının acıtacağını bilecek kadar büyüyelim, acıyı kabul etmeye hazır olup yaşadığımız yarılmayı aşalım. Kendimizi hatırlayacağımız kadar geriye dönüşü unutacak kadar derine inmeden kendimize acımadan başkasının acısını taşımayı öğrenebilirsek mahkumiyetimizi sonlandırabiliriz. Yarın dünün devamı değildir sonuçta. Dünya değişirken dur diyeceklerimiz var. Ve Arno Gruen’in dediği gibi “tarih, insan insana kurduğumuz bağı ve kendimize giden yolu bulabilme yetimizin ölçütüdür”. Bizlerin önümüzde yazılan tarihi değiştirme şansı var. Gerilerken ilerleyeceğiz. Bu da bizlerin şaşırtması olacak kalemi tutup hiç yazılmaması gereken sayfaları tarih diye yazanlara