İnsan ilk olarak ne zaman konuştu kesin olarak bilmiyoruz. 40 bin yıl önce şimdikine benzer bir dil kullanımı olduğu kesin, arkeolojik ve biyolojik verilere göre bu süreyi 2 milyon yıl öncesine kadar uzatanlar da var[1]; ama biz 40 bin yılı kabul etsek bile sonuç itibariyle epeyce uzun bir zaman önce konuşmaya başladık ve bir daha da susmadık. Konuşmaya başlamamızın sebeplerine ya da dili ortaya çıkarmamızı zorunlu kılan koşullara ilişkin de kesin bilgilere sahip değiliz. “Dil nasıl ortaya çıktı?” bilim için cevabı en zor sorulardan biri hâlâ.[2]
Siz deyin 35 bin yıl, ben diyeyim 1 milyon 995 bin yıl konuştuktan sonra insanoğlu bundan 5 bin yıl kadar önce bir büyük icat daha yaptı: yazı. Mezopotamya ve Mısır’da ortaya çıkan bu yeni araçla beraber yazılı kültür oluşmaya başladı. Yazıyı konuşmadan üstün kılan temel özelliği, anlamların ve mesajların o an orada bulunanlara iletilmesinin ötesine geçilerek zamanda ve mekânda hareket edebilmesini sağlamasıydı. Sözlü kültürde de mesajlar kuşaktan kuşağa ya da uzamsal olarak aktarılıyordu tabii; ama mesajın sabitlenmiş hâlde aktarılması yazıda olduğu kadar mümkün değildi. Yazı sayesinde daha iyi düzenlenen üretim artarken büyük devletler de tarih sahnesinde yer almaya başladı.
Daha önce alfabe konusundan bahsederken çeşitli yazı sistemleri olduğunu söylemiştim. Piktografik yazı bunların en eskisiydi ve kısaca nesnelerin çizilmesine dayanıyordu. Yani ev yazacaksanız bir ev çiziyordunuz, ağaç yazacaksanız ağaç. Bu tip bir yazıda karşılaşılacak sorun belli: Somut nesneler yazılabilirken soyut kavramlar yazıya geçirilemiyordu. Bu sebeple daha sonra ideografik ve logografik yazılar ortaya çıktı. Ayrıntıya girmeden söyleyecek olursak bu yazı sistemlerinde her bir işaret bir kelimeyi ya da ifadeyi temsil ediyordu. Mısır hiyeroglifleri ve Çin yazısı logografik yazılardır örneğin, “Çince bir gazete okuyabilmek için bilmem kaç bin harf bilmek gerekiyormuş.” geyiğinin sebebi de budur.
Sonunda Fenikeliler fonetik alfabe kullanmaya başlamış ve fonetik alfabelerle yazmak çok daha kolay hâle gelmiştir. Gutenberg Devrimi’ne kadar toplumun sadece belli ve ayrıcalıklı kesimleri için işlevsel olan yazılı iletişim, matbaanın yayılmasıyla beraber sıradan halk için de kullanılır olmuş, hele gazetenin Avrupa’da yaygınlaşmasıyla beraber okuryazar halk kitleleri oluşmaya başlamıştır. İletişim tarihinde matbaadan sonraki en önemli sıçrama telgrafla olmuş, mesajların iletimi daha da hızlanırken savaşlardan eğitime, ticaretten gündelik hayata her şey müthiş bir dönüşüme uğramıştır. Telgrafla başlayan elektronik iletişimde sırasıyla radyo ve televizyon yine büyük bir gümbürtüyle araçlar olarak karşımıza çıkar. Radyo ve televizyon kitle iletişiminde yazının üstünlüğüne bir nebze de olsa darbe vururken sese ve görüntüye dayalı yapılarıyla büyük ilgi görmüşlerdir. Dinlenebilen/izlenebilen (hatta sadece bakılan) bu teknolojiler sayesinde kitle iletişim araçlarını kullanabilmek için artık okuryazar olmak gerekmemektedir; ama yazı tahtını kaptırmamaya kararlıdır ve yepyeni bir araçla tekrar gümbür gümbür dönecektir: Internet.
Radyo, televizyon ve web 1.0’dan farklı olarak kullanıcıların da içerik üretmesine olanak sağlayan web 2.0 teknolojisiyle beraber internet boyut değiştirdi ve 2000’li yıllarda hayatımıza sosyal medya diye bir şey girdi. Görsel malzeme de çokça kullanılmakla beaber sosyal medya araçlarının temeli yine uzunca bir süre ağırlıklı olarak yazıydı; ama kullanıcılar yazıda kişisel değişiklikler yapmaya başladı. Kısaltmalar, günlük konuşma ve yazı dilinde kullanılmayan çeşitli kalıp ifadeler, her mecrada oluşan jargonlar ve tabii ki emojiler. Bir anda, uzunca bir süre kullanılan fonetik alfabeler yerine yine bu alfabelere dayansa da logografiye de çalan, hatta emojilerle tamamen piktografik denebilecek yapıları da kapsayan melez bir yazı sistemi ortaya çıktı.
Sosyal medyanın geniş kitleler tarafından kullanılması sonucunda yazının binlerce yıllık gidişatında tersine bir işleyişin hakim olmasına şaşırmak da mümkün doğal karşılamak da. Fakat benim bütün bunları anlatmamın sebebi yepyeni bir sosyal medya aracı, o da Clubhouse. Diğer sosyal medya mecralarından farklı olarak yazıyı komple taca çıkarmasıyla Clubhouse’un üstüne düşünülmesi gereken bir “fenomen” olduğuna inanıyorum. Sadece konuşulan ve en önemlisi konuşmaların kayıt altına da alınmadığı bir mecra olarak Clubhouse, binlerce yıllık yazılı kültürden önceki milyonlarca (en fazla 2 milyon demiştik başta) yıllık sözlü kültüre ani bir sıçrama çabası gibi. Tutup tutmayacağı, insanların şimdiki ilgiyi ileride de gösterip göstermeyecekleri belli değil; ama Clubhouse’un tutması ve popülerliğini daha da artırması durumunda benim aklıma şu soru gelecek: Peki konuşmayı ne zaman bırakacağız?
[1] Dillerin tarihine meraklı olanlar için naçizane bir öneri: Janson., T. (2016). Dillerin Tarihi. Boğaziçi Üni. Yay.: İstanbul.
[2] Bu konuda da bir okuma önerisi: Bickerton., D. (2012). Âdem’in Dili – İnsan Lisanı Nasıl Yarattı Lisan İnsanı Nasıl Yarattı. Boğaziçi Üni. Yay.: İstanbul.