Kara Kuşak

0
55

Yenildin oğlum sen, yenildin. Kabul etmelisin artık. Hem öyle böyle değil, çok güzel yenildin. Neler hayal ediyordun bir zamanlar, neler değiştirebileceğini düşünüyordun da bak dönüp dolaşıp vardığın yer yine kürkçü dükkânı oldu işte…

Aç gözünü aç, öyle yüz çevirme. Bu kuşağın içinde eridin sen, bu kuşakla birlikte kaybolup gittin. Ne kadar söylensen ne kadar görmek istemesen de senin gerçeğin bu. Hiç beğenmesen, tüm benliğinle nefret etsen de kendini piyasa düzenine, kapitalizmin emirlerine, onun ürünü bir toplum aklına, dualarına, para putuna kaptırmış insanların arasındasın yine. 

Bir yanda tabut diğer yanda ölüme giderek yaklaşmış olduklarının farkında, hayatın hallaç pamuğu gibi savurduğu bedenler. Böyle zamanlarda eşine pek az rastlanır bir anlayış, hassaslık hali. Pişmanlık duygusuna yenik, dinle harmanlanmış ruhların iyilik gösterileri. Aldanma. O ruhlarının derinliklerinde, şu sözde modern toplumun eğittiği bir yırtıcının ilkel dürtüleri yatıyor. Ve unutma sen asıllara değil onları kuyruğuna takılmış bu kopyalara yenildin!

Üstelik öyle bir yenildin ki artık bir daha “Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.” diyemez durumdasın. Ha benim safım Samuel Beckett. Bu ülkenin toplumunu bir kez olsun tanısaydın acaba hiç böyle şeyler geçer miydi aklından?..

Yaşına yakın birilerinin cenazesine katılmak eskiden üzerdi. Allah’tan güneş var, yoksa ayak parmaklarıma kadar hissettiğim şu soğuk çekilecek gibi değil.

“Bak şurada çay veriyorlar, hem orada oturabiliriz.”

“Sandviç de varmış. İsteyen var mı?”

Kalabalığın içinde baş sağlığı dileyenlerin teskin edici konuşmalarına zaman zaman yükselen ahlar vahlar karışıyor. Bir köşede toplanmış yaşıtların birbiriyle ilintisiz konular üzerinden yaptıkları konuşmaların tam orta yerinde buluyorum kendimi. Ne olacak işte, her zamanki gibi kimi zaman anılar kimi zaman da ilgisiz alakasız mevzular suskunluğu bozmak için dile geliyor.

İçimizden biri her nasıl olduysa, aynı yaşlarda olduğumuzun etkisiyle belki de kuşaklardan söz açıyor. Şu bildiğiniz yaş kuşaklarından…

“Merhum da “X” kuşağı oluyor, değil mi?”

“Evet evet. Ellisinin biraz üstündeydi. Ama genç gitti ya.”

“Kalp krizi. Erkeklerin de belalısı bu işte birader. Ölüm ortalamalarına bak. Erkekler kadınlardan daha erken gidiyor hep.”

“Yavaş yavaş öldürüyorlar desene.”

“Kadınlar mı?”

“Şışşt! Sesini alçalt biraz.”

“Şimdiki kuşak ne oluyor? Z mi?”

“Yok abi onlar alfa kuşağı. Öyle yazıyordu bir yerlerde. Şu bilgisayardan, dijital oyunlardan kafasını kaldırmayan, odasından çıkmayan veletler.”

“Ya ne biçim kuşak bunlar. Biz öyle miydik? Ana babaya bir saygı vardı. Bunlar tembelin önde gideni. Bir dağınıklar ki sorma gitsin. Üstelik hiç sorumluluk duyguları da yok. Ne olacak bunların hali? Vallahi sürünecekler, onca emeği birikimi mahvedecekler. Her gelen diğerinden beter.”

“Eh siz öyle olmadınız da ne oldu?”

“Öyle deme abi. Neler gördük biz neler. Nelere katlandık. Ana babaya hiç bunlar gibi davrandık mı? Gıkımız çıkmazdı. Tüm zorlukları, yoklukları biz çektik. Bunlar zorluk mu görmüş?”

“Görmeleri mi gerekiyor?”

“Senden öncekiler de senin için aynısını söylemiştir?”

“He ya o da doğru. Adamlar dünya savaşı yaşamışlar.”

Bunlar benim yaşıtlarım

Yaşıtlarım dediysem de bazıları büyükçe. “Baby Boomers” denen kuşaktan. Hani şu İkinci Dünya Savaşı sonrasının kuşağı. Geri kalan ise benim de dahil olduğum “X Kuşağı” denilen gruptan. Aşağı yukarı 55-60 yaş arası olanlar. Lafı çok dolandırmadan söyleyeyim bence en mal kuşak bizimki. Şunların haline bak. Hepsi hayatın tokadını yemiş. Çökmüşler resmen, ayırdında değiller. Sorsan “ev”, “araba”, “statü” diyerek bir ego, gösteriş havasına bürünürler hemen. Kendilerini ancak böyle ifade edebiliyorlar. Tüm hayatlarını peynire ulaşmaya çalışan fare gibi geçirmişler. Gerçi şimdilerde başka arayışları da gelişmiş…

Şurada bile bir merhaba diyorsun “ben doktor bilmem ne” diye yanıt veriyor. Mesleğini sorduk sanki. Herkes “fısır fısır” kimin ne olduğunu, elin hayatını konuşuyor. Unvan, mal mülk, para, bekarlık, evlilik, zamparalık, içkicilik, dindarlık. Eh tabi önemli konular. Bunların çocuklarından ne olur ki! Neymiş, “Y” kuşağı “Z” kuşağıymış. Doğrusu adamdan sayamam. Zaten bana göre kuşak falan hepsi yalan. “Toplum mühendisliği” derlerdi ya hep, al sana mühendislik.

Her şekilde bastırılmış, sinmiş, yalanlara yönlendirmeye açık, otoriteye boyun eğmiş, düşünceleri propaganda çetelerinin elinde oyuncak olmuş bir kuşak bizimkisi. Üstelik kazanma güdüsüyle yetiştirilmiş, ne pahasına olursa olsun ama kazanan olsun diye büyütülmüş, 1.0, 2.0, 3.0, 4.0 ve nihayet 5.0 modelleriyle türlü türlü geliştirilmiş bir kuşak. Kazanırken neler kaybettiler oysa!

“Ben bu kuşak işine pek itibar etmiyorum doğrusu. Yok ciddiye almıyorum da diyemem. Şöyle diyeyim, bizim kuşak dediklerimiz aslında üretilmiş toplum tipleri.”

“Olur mu abi adamlar bu işin ilmini yapmışlar.”

“Yapmışlar işte. Şimdi bir düşün. Kapitalist bir piyasa toplumu inşa edeceksin. Toplumun üretimle ve tüketimle ilgili eğilimlerini, davranışlarını yöneteceksin. O zaman insanların bazı düşünce kalıplarına, bazı duygu ve davranış kalıplarına göre biçimlenmesi gerekiyor. Bizim zamanın okullarına, din anlayışına, televizyonlarına, şarkılarına bak bir de şimdikilere… Aynı mı?”

“Her dönemin modası başka işte. Bizde öyleydi, şimdi farklı.”

“İşte o moda işler kendiliğinden olmuyor.”

“Yumurta tavuktan değil tavuk yumurtadan çıkıyor diyorsun.”

“Üstüne giydiğin, yediğin içtiğin, mesleğin gelirin. Bunların kendi tercihin olduğunu mu sanıyorsun?.. Bunları tercih etmen için devamlı yolla mesajlara maruz kalıyorsun. Evde, okulda, sokakta, camide, televizyonda, gazetede okuyor, izliyor, dinliyorsun. Ailede başlayan bir yönlenmeyle daha çocukluktan itibaren bir kişiliğin ve davranış biçimi olgunlaşıyor. Bu sana giydirilmiş bir gömlek. Misal bizim döneme bakalım. Yok pahasına üretimde çalışacak insanlara ihtiyaç var. Sen X kuşağısın kardeşim. Henüz üretimde ve tüketimde öyle bolluk yok. Egemen düzene, üretime sahip olanlara rıza göstermelisin. Yoksa oyunun dışında kalırsın. Ağır şartlarda, ucuz yolla, yokluk pahasına üretime koşulacak insanlar lazım.” 

“Eh doğru valla. Okul bitti çalışmaya başladım. Uzun zaman süründüm doğrusu. Şimdikilere bak. Diplomayı alır almaz her şey onları bekliyor sanki.”

“X kuşağından bekleneni yapmalısın. Otoriteye boyun eğmeli, öyle başkaldırı falan düşünmemelisin. Madem boyun eğmen gerekiyor düşüncelerin, aklın rahat bırakılabilir mi hiç? Her yandan sarılır tabi. Ebeveynlere çocuk yetiştirme anlatıları yapılır, “çocuklara nasıl davranmalı?” türünden eğitimler verilir. Hatta beslenmen bile bilinç yönetimini, akli gelişimi ilgilendiren bir konu. Zayıf kalman gerekiyorsa ona göre olmalı. Sen yokluk yıllarıydı dersin o zamanlar için aslında yokluk sanadır. Gerçeklikte yokluk vardır tabi. Ama varlık, yokluk kimin kontrolünde? Çaya ekmek banarak büyürsen olacağın bu sonuçta. Ebeveynlerin sana otoriteye boyun eğmeyi daha iki ayak üzere durduğun gün belletir. Sonra çizgi filmler, biraz daha büyüdün okul, biraz daha ilerledin din, daha bir ilerledin filmler, gazeteler ve hatta bilim. Her şey sana otoriteye boyun eğmenin yollarını hatırlatır. Bilmen gerekenler otoriteye boyun eğmen içindir. Eh olur da yoldan çıkar, olan bitenin farkında olursan tokadı yersin. Küçükken de öyle değil miydi?”

“Sahi ya. Çocukken ne tokat yedik arkadaş. Büyüdük hala yiyoruz. Bak şimdiki çocuklara. Bizi hiç takmıyorlar. Ne İsa’ya yarandık ne de Musa’ya.”

“Abicim hayatın her döneminde tokadı yedik. Neydi o günler? Aileden çıkarsın okulda, oradan çıkarsın mahallede, iş yerinde, toplumun her hücresinde. Hatırlıyorum da lise de okul önünde tanklar vardı, üniversiteye geldik polisler. Devamlı bir baskı.”

“E ne oldu sonra?”

“Ne olacak tatlı bir sonbahar yaşamak istedi canımız. Onca çileyi çekmişiz olmasın mı?”

“Ama bize hep öyle anlatıldı. Uslu olursan, sesini çıkarmazsan, itiraz etmezsen senin de bir çikolatan olacak sonunda denmedi mi?”

“Dendi ya.”

Hani biraz daha kaşısam politik mevzulara dalacaklar. Ama artık bu türden konuları konuşmanın bir faydası yok. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Şu tabut gibiler artık. Hala iki ayakları üstünde durmalarının dışında bir ederleri yok.

Hepsi birer endüstri mamulü

Tek tip, seri üretim. Kapitalist ekonominin genişlemesine uygun, önceden tasarlanmış, üretimi, seri numarası belirlenmiş insanlar. 

Her şey kitlesel üretim ve tüketimin gelişmesiyle başladı. Kitlesel üretimin gerektiği o yıllarda düzene boyun eğecek, üretim araçlarını elinde bulunduranlara itiraz etmeksizin çalışmaya koşulacak insanlara ihtiyaç vardı. Şimdilerde üretim makineleşti, robotlaştı. İnsan elinden bağımsızlaştı. Sınır tanımaz bir kitlesellik gücü kazandı. Eh bu kadar fazla hizmeti, malı, ürünü tüketecek insanlara da ihtiyaç var neticede. Yani tüketime de boyun eğecek insanlar… O zaman ne yaparsın? Tabi ki tüketimi arttırmak için pazara ihtiyaç var. İnsan davranışlarını, tercihlerini, eğilimlerini yeniden biçimlendirmeli yani yeni talepler yaratmalısın. Bu talepte öyle durduk yerde olmaz. Duyguları, düşünceleri harekete geçirmen gerekiyor. Al sana neoliberalizm al sana Y kuşağı. Eğlenirken düşünmeyen bir kuşağa ihtiyacın var. Kapitalizmin metalaştırdığı insanlara. Al sana Z kuşağı… Tüm bu kuşak denen toplum tipolojilerini kitle iletişiminin marifetiyle önceden piyasanın ihtiyaçlarına, gelecek yönelimlerine, egemenlerin beklentilerine göre hazırlarsın. 

Bunlara yenildin sen. Aynı toprakta aynı ekmekten yediğin bu kuşağa

Benden önce başlamış bir kavganın tam orta yerine düşmüş olduğum o yılları iyi hatırlıyorum. Yaşım çok değildi, bıyıklarım henüz terlememişti. Uğultulu, büyük bir itiş kakışın içinde geçen yıllar… Meğer ceylanı parçalamaya hazırlanan aç kurtlarmış gördüklerim. O zamanlar duyulmayan sesimi şimdi mi sarf edeceğim?

Hazların esiri, doymak, biriktirmek, satın almak, tüketmekten bıkmaz insanlara, kadınların, erkeklerin hırçın ruhlara dönüştüklerine tanık olmuştum. Kuşakmış? Ne kuşağı? Sen, seni ucuz üretimin, tüketim hırsının kölesi yapmaya and içmiş bir düzenin eserisin yalnızca. Bir de utanmadan tasnif edip yedirmişler sana bütün hikâyeyi. Öyle ya yaşadıklarını bir şekilde kendine açıklaman, geçen onca yılın yarattığı yaraları bir şekilde sarman lazım. Ne kadar konforlu bir hayatın olsa da bahçeli villaların, son model arabaların, bankalarda paraların olsa da o içindeki ses dinmeyecek.

Birkaç satır okumuş, birkaç farklı şey dinlemiştim belki. Yanlış gidiyordu bir şeyler. “Nasıl göremiyorlar, nasıl anlayamıyorlar?” diye düşünmekten yorgun düştüğümü de hatırlıyorum. Birkaç farklı şey söyledim diye idam sehpasıyla tehdit etmelerine ne gerek vardı?

Neyse ki çay var. Yoksa burada donacağım arkadaş.

Yaşadıkları hayatın ne kadar saçma olduğunu, geleceğin ise kendileriyle bir ilgisinin olmadığını söylemenin artık bir anlamı da yok. Boşuna X dememişler bunlara, düpedüz kayıp bunlar… 

Bunlara yenildin sen. Aynı toprakta aynı ekmekten yediğin bu kuşağa. Meğer ekmek aynı değilmiş, sonradan anlıyor insan.

Geçmişin kavgasına teslim olmuş bir güruh bu. Yeniye düşman. Doymak bilmez, bencil, büyük küçük fark etmez çıkarları dışında hiçbir şeyi umursamayan, düzene boyun eğmiş, şartlanmış akıllarıyla kara bir kuşak.

*Kapak görseli: Maria Teneva/ unsplash.com

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz