Demokrasi Ne Kadar Yaşar?

0
203

Herkes için daha eşitlikçi, demokratik bir gelecek için demokrasi ve demokratik sistem arasındaki farkı anlamamız gerekiyor. Demokrasi ve demokratik sistemin kime ait olduğuna ve bunları kimin koruması gerektiğine karar vermeliyiz.

Her demokrasi otoriterleşmeye mahkumdur!

On dokuzuncu yüzyılın başlarında İskoç Alexander Fraser Tytler çok iddialı bir fikirle ortaya çıkarak, sonraki yıllarda çok tartışılacak bir demokrasi eleştirisi yapar. Tytler’a göre her demokrasi sonunda ölmeye, kazanılan haklar kaybedilmeye mahkumdur. Tytler’ın eleştirisi “Tytler Döngüsü” ile görselleştirilir.

Demokrasi döngüsü esaret ve baskı altında, tüm haklarını yitirmiş olan bireylerin bunu idrak etmesi ile başlar. Bu idrak kendisi gibi düşünenleri bulmak ile gelişir. Ancak sadece bir sorgulama demokrasi talebinin gelişimi için yeterli değildir. Bireyleri bir araya getiren ortak bir ideoloji veya inanışın filizlenmesi ve tartışılarak olgunlaştırılması gerekir. Bu olgunlaşma ve birlikte direniş gücüne sahip olma bilinci toplumsal cesareti artırarak direnişin başlamasını mümkün kılar. Cesaret ile zorbalığa karşı çıkan toplum bedel ödemeye hazır bir konuma gelir. Ortak idealler ile güçlendirilmiş olan karşı çıkış ve direniş süresinden ve yöntemlerinden bağımsız olarak genellikle başarıya ulaşır ve özgürlük kazanılır.

Demokrasi heyecanı ve özgürlükçü ortam, toplumsal birlikte üretim ve yeniden tesis çabasını destekler, geliştirir. Bunun sonucunda hemen her alanda toplumsal kazanımlar artış gösterir. Paylaşım ve diğerini destekleme ve güçlendirme anlayışı ekonomik alanda da başarıların artmasını sağlar. Ancak zaman içinde bireyler bu kazanımların toplumsal paylaşımdan ve diğerini korumaktan kaynaklandığını unutmaya başlar. Demokrasi yaygınlaştıkça seyrelir ve sahip olunan değerlerin oluşumunun esas nedeni olduğu belirsizleşir. Birey sahipliğinin kendi çabasından olduğuna inanmaya başlar.

Toplum demokratik ortamı elde ettiği ilk günden itibaren, sistemin korunması için yapısal güvenceler oluşturma arzusu içinde olur. Demokrasi korunmaya çalışıldıkça kurumsallaşır ve öncelikle toplumsal mutabakatla ancak zaman içerisinde temsiliyet mekanizmaları ile toplumdan uzaklaşan bir sistem olarak ayrışır. Artık toplum ve demokratik sistem iç içe bir bütün değil iki ayrık yapı halinde gelişir. Ancak bu gelişimde demokratik sistem kutsiyetinden aldığı güç ile hiyerarşik olarak toplumun üzerinde bir konuma yerleştirir kendisini. Artık yeni efendi demokratik sistemin kendisi olur. Birey demokratik sistemin kendisine sunduklarını hak olarak tanımlamaya başlar.

Zamanla demokratik sistem kimin için geçerli olduğunu yine kendi adına tanımlamaya başlar. Demokratik sistem sunduğu haklardan yararlanabilecekler ve yararlanamayacaklar olarak toplumu sınıflara ayırmaya başlar. Birey bulunduğu bu yeni sınıfta kendisine sunulan haklara odaklanarak, haklardan yararlanamayan diğer sınıflardan ayrışmaya başlar. Artık toplum bir bütün değil, hak gruplandırmalarına göre tanımlanmış bir sınıflar yığını haline gelmiştir. Bireyler demokratik sistem ile hak alışverişinde bulundukça, esasen yeni bir hak edinmediğini, edindiği bu hakkın diğer bir sınıftan ödünç alındığını farketmediği bir noktaya gelir. Demokratik sistem toplumun geneline tanıdığı sınırlı sayıda hakkı artırmadan, ancak dengesiz bir şekilde paylaştırarak gücünü ve etkisini artırır.

Hakların toplumsal mutabakattan değil ama demokratik sistemin kendisinden alındığını fark eden birey ile bu bireylerin oluşturduğu sınıfsal yapıların demokratik sisteme bağımlılıkları artmaya başlar. Sonunda birey toplum ile değil sadece ve sadece demokratik sistem ile mübadele ilişkisine girer. Bu sürecin sonunda, temsiliyet hakkını çok önceden toplumsal mutabakat ile elde etmiş olan demokratik sistem, ilk oluştuğu halden çok farklı mutant bir hegemonik bir yapıya dönüşmüştür. Demokratik sistem artık kendisine sahip olan yeni egemenin isteklerini sınırsız bir şekilde gerçekleştirmesine olanak sağlayan otoriter bir araç haline gelmiştir.

İşte Tytler bunu dönüşü olmayan nokta olarak tanımlar. Tytler’a göre demokratik sistem bozulmaya mahkum bir sistem olarak kendi içinde büyük çelişkiler barındırır. İnsanın doğası gereği her demokrasi otoriter bir noktaya gelecektir. Bu aşamadan itibaren birey ve toplumun işi ise daha zordur. Çünkü artık yeni demokrasi mücadelesi, demokrasiye karşı verilecektir.

Demokrasi ve demokratik sistem…

Antonio Gramsci, belki de ömrü boyunca, batı demokrasilerinin güçlü ve gösterişli komünist devrim karşısında nasıl dayanabildiğini anlamaya çalışmıştır. Birçokları tarafından ‘yenilginin teorisyeni’ olarak tanımlanan Gramsci’nin bu arayışı üzerinde fazlasıyla düşünülmesi gereken bir çaba.

Gramsci sorusunu formüle ederken çok doğru bir tanımlama kullanmıştır. Komünist devrim ve onun demokrasi önermesi karşısında batıdaki demokrasiyi farklı bir şekilde ifade etmiştir. Buna göre, Tytler’ın eleştirisini yaptığı fenomen aslında ‘demokrasi’ değil ‘demokratik sistem’dir. Gramsci de geldiği son noktada, komünist devrim ve demokrasi anlayışı karşısında direnç gösteren yapının ‘burjuva demokrasisi’ olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Komünist stratejiyi eleştiren Gramsci, rıza ve zorlama kavramlarını da inceleyerek, her iki demokrasi arasındaki çatışma noktasını bulmaya çalışmıştır. Batıda demokrasi kavramının demokratik sistemin ve dolayısı ile devletin hegemonyasına geçiş sürecinin rıza ve iknaya dayalı olduğunu gören Gramsci, bağlılığın tesisinin ise en risksiz otoriterleşme argümanı olduğunu anlamıştır.

Önce demokrasiyi ele geçiren ve kurumsallaştıran devlet yapısı, bunun korunmasını kolluk güçleri ile de güvence altına aldıktan sonra demokrasiye bağlılığı da ele geçirmiş oluyordu. Kendisini demokrasinin tek hamisi olarak ilan eden ceberut devletlerin ortaya çıkışı da bu şekilde mümkün olabiliyordu. Ancak bu devlet yapılanması kendisini o denli başarılı olarak gizlemektedir ki, demokrasiyi korumak adına yapılan askeri veya sivil darbeler dahi birer özgürleşme devrimi olarak kabul edilebilmektedir.

Birey ve toplum, yerel veya evrensel değerler temelinde dünyevi ideolojiler ya da moral değerler temelinde semavi inanışların özünü oluşturduğu kendi demokrasisinin tesisi ve korunumu gibi yeniden kazanımı da egemen güce, hem de kendi rızası ile devretmektedir.

Peki ya dönüşü olan nokta?..

Yeni komünizmin demokratik sistem talebi ve mücadelesi iki ana hatta gerçekleşmek sorunda kalıyor. Ancak her ikisinin de mücadelesi kapitalizmin güçlendirilmiş burjuva demokrasisine karşı veriliyor. Demokrasinin demokrasi ile savaşında komünizmin elinde ise çok fazla seçenek yok aslında.

Birinci mücadele anlayışı, bu mücadelenin kaçınılmaz olarak demokrasiyi sahiplenmiş olan demokratik sistemin kurumsallaşmış yapısına yani devlete karşı verilmesi gerektiğine inandığı için anarşizme yaklaşmaktadır.

İkinci mücadele anlayışı ise bir ittifak arayışı içerisinde. Gezegenin birlikte korunması ve insan hakkı olarak tanımlanabilecek çevresel değerlerden eşitlikçi yararlanma anlayışına dayalı ekolojik mücadele en yakın müttefik olarak görülüyor. Kısaca kırmızı-yeşil olarak tanımlanan bu ittifak dönüşü olan bir noktanın var olduğu inancına dayanıyor.

Tytler döngüsünün bencillik, kayıtsızlık ve ilgisizlik (apati) periyodunda yapılacak bir müdahalenin, belki de büyük bir bedel ödemeden, demokratik kazanımı koruyabileceği ve dönüşü olmayan noktaya gelinmesini engelleyebileceği düşünülüyor. İçinde bulunduğumuz apati periyodunda yapılacak bir müdahaleye ihtiyaç olduğu açık. Birey ve toplumun eş zamanlı olarak, gezegenin tüm canlı ve cansız unsurlarını ve bununla birlikte demokratik sistem tarafından hak gruplandırmalarına ayrılmış diğer toplum parçalarını önemsemesini sağlamak kritik bir önem taşıyor.

İçinde bulunduğumuz dönemde kırmızı-yeşil yaklaşımının en büyük rakibi ise yine bunu gücünü fark ederek kendisini yeniden tanımlayan ve yapılandırmaya başlayan kapitalizmdir. Yeni kapitalizm kırmızı-yeşil’e karşı sürdürülebilirlik fenomenini koyarak, gezegeni koruma, eşitlik, diğerini önemseme, geleceği ve demokratik sistemi koruma çabalarının hepsini bu kavramın altına tıkıştırmaktadır.

Devlete ait demokratik sistemi değil ama bize ait olan demokrasiyi korumak için hala zamanımız var. Öncelikle birey olarak kendimizi ve aynı zamanda sınıfımızı apatiden kurtararak, bir yol kat edebiliriz. Ancak siyaseten yatay olarak verilecek bu mücadelenin, yine devleti ele geçirmeye çalışan dikey düzlemdeki yeni kapitalizme karşı da verilmesi gereklidir.

Kapitalizmin geleceği belirleyecek güçlü manifestolarının görünen halleri WEF ve bunun etrafındaki yapılar tarafından servis edilmektedir. Buna karşı henüz yeterince güçlü ve etkili olmasa da WSF’nin çabası da küçümsenmemeli. Bize düşen bu çabaları takip etmek ve fikri gelişimi olabildiğince desteklemek.

Reportare · Demokrasi ne kadar yaşar? | Ali Gizer