Dibe Vurmuş Türkiye Akademiasından Bir Torpilin Hikâyesi

0
592

Neredeyse her gün Türkiye’nin çeşitli şehirlerindeki üniversitelerin farklı bölümlerinin akademik kadro ilanlarını ve her kadro için belirlenen “özel şart”ları inceliyorum. Vaktiniz olursa bir göz atın derim çünkü Türkiye akademiasının nasıl bir nepotizm, adam kayırmacılık, hizipçilik, ahbap çavuşluk ve torpil çürümüşlüğü içinde olduğunu göreceksiniz. Sözde akademik kadrolarda belirli bir şahsı işaret edecek herhangi bir ayırt edici özel şartın bulunmaması gerekiyor ama o iş gerçekte öyle değil. 

Eğer fakültenin dekanlığı, bölüm başkanlığı veya anabilim dalı başkanlığı ilana çıkan bir kadroya “kendi insanı” olan birini alacaksa o kadroya torpilli olarak gelecek kişinin yüksek lisans ve doktora tezi konuları, çalışma alanları veya yazmış olduğu makalelerin konuları “özel şart” olarak ekleniyor. Böylelikle o konularda çalışması olmayanlar kafadan eleniyorlar çünkü başvuru bile yapamıyorlar. Tüm bu özel şartlara rağmen eğer torpilli kişiyle aynı konularda çalışmış “dışarıdan biri” sürece yine de dâhil olursa yazılı ve sözlü mülakattan düşük puan verilip veya dosyaya atanan jüri üyelerine etki edilip elenmesi sağlanarak torpilli kişi kadroya alınmış oluyor.

Ben tüm bu süreçleri yakinen bildiğim için bugüne değin herhangi bir akademik kadroya resmî olarak başvuru yapmamıştım ama 37 yaşından sonra başvuru yapmaya karar verdiğim İstanbul’daki bir vakıf üniversitesindeki “Yeni Medya ve İletişim” bölümündeki bir Dr. Öğretim Üyesi kadrosunun sözlü mülakatında cüretkâr bir torpili bizzat görmüş oldum. Eğer bu yazıyı bir gazeteci olarak yazmış olsaydım hem üniversitenin, hem fakültenin hem de mülakat yapan ekibin isimlerini açıkça verirdim ancak bir akademisyen olarak kadroya başvuru yaptığım için “Kadroya alınmadı diye kişisel menfaatinden dolayı üniversiteyi karalıyor” denilmemesi için isim vermemeyi daha doğru buluyorum. Zaten akademinin hali malum.

Gelelim torpilin hikâyesine…

Hem akademik olarak hem de medyada bugüne değin yaptığım çalışmaları ve istenilen diğer belgeleri dört nüsha dosya halinde hazırladım ve sağanak yağmurlu bir İstanbul gününde ilana başvuru süresinin son gününde mesai saatinin bitmesine 3 saat kala dosyaları fakülte sekreterliğine teslim ettim. Dosyaları alıp beklememi söylediler. Yarım saat sonra “Fakülte Dekanımız sizinle görüşmek istiyor” dediler. Odasına gittiğimde Dekan ve iki üye daha beni karşılarına oturttular. Önce benim zor olan soyadım (PORGHAMREZAEIEH) üzerinden dalga geçer ve üstten bakan bir üslupla nereli olduğumu sordular ve “mülakat” başladı:

Dekan:İlana çıkan kadroya başvuru için gelmişsin, neden geldin, seni tanıyalım hele!”

-Ben:“Resmi gazetede ilanı gördüm ve şartlarım uyduğu için de başvuru yapmak istedim. Ben 15 yıldır gazeteciliği aktif olarak yapan, hem ulusal hem de uluslararası pek çok anaakım muteber medya mecrasında çalışmalarım, yazılarım ve yorumlarımla bulunmuş biriyim. Ayrıca hem yüksek lisans hem de doktora tezim yeni medya üzerinedir ve kadronun açıldığı bölümle uyumludur. Dosyamda tüm detayları var.” 

-Dekan: “Dosyanı inceledim (yarım saatte o kadar kapsamlı bir dosyayı nasıl incelediyse artık!). Medyada ve gazetecilikte mesleki olarak iyi işler yapmış olduğunu görüyorum ama bu bizim için bir alım kriteri değil. Biz akademik olarak çalışmanıza bakarız, senden daha iyi akademik çalışmaları olan bir adayımız var!

İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer “senden daha iyi akademik çalışmaları olan bir adayımız var! cümlesidir çünkü bu cümle hem torpilin beyanıdır hem de yetkisiz olarak görevi kötüye kullanma bağlamında hukuka aykırıdır! Fakülte Dekan’ı bu şekilde bir aday için sözlü olarak görüş bildirip ihsas-ı reyde bulunamaz çünkü Dr. Öğretim Üyesi kadrolarına alım süreçleri 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Öğretim Üyeliğine Yükseltme ve Atanma Yönetmeliği’ne göre yürütülmelidir. 

Kanunen usul şu şekilde yürütülmeli: Dekan tarafından ilana son başvurunun bittiği tarihten itibaren on beş gün içinde profesör ve doçentlerden oluşan üç kişilik bir jüri belirlenmelidir. Her adayın dosyası bu jüri tarafından ayrı ayrı değerlendirilip 1 ay içinde yazılı olarak dekanlığa bildirilmelidir. Bu görüşlerin gelmesine müteakip Fakülte Yönetim Kurulu toplanıp her aday için gerekçeli olarak görüş bildirip kadro için hangi adayın neden tercih edildiğini belirtmelidir. Sonrasında ise tüm kanaat ve öneriler Rektöre iletilmelidir ve son karar mercii Rektördür. Yani Dekanın her hangi bir jüri raporu elinde olmaksızın sözlü olarak senden daha iyi akademik çalışmaları olan bir adayımız var!” demesi hem hukuka hem de akademik teamüllere aykırıdır!

 Dekan’ın “Medyada ve gazetecilikte mesleki olarak iyi işler yapmış olduğunu görüyorum ama bu bizim için bir alım kriteri değil” cümlesine müteakip diyalog şöyle devam etti:

-Ben: “Siz henüz herhangi bir jüri incelmesi olmadan benimle ilgili karar veriyorsunuz. Hem burası Yeni Medya ve İletişim bölümü değil mi? Nasıl oluyor da yıllarca anaakım medyada yaptığım ve dosyalara eklediğim bunca çalışmanın bir anlamı olmuyor? Öğrencilerin sadece kitaplardan ve notlardan ders anlatan ve hayatında 10 dakika canlı yayın tecrübesi ve hiç habercilik geçmişi olmayan akademisyenlere mi ihtiyacı var? Öğrencilerin hem sahada bulunmuş hem medyada işler yapmış hem de gazetecilikte master ve doktorayla akademik unvan almayı başarmış ve akademik çalışmalarıyla sayfalarca atıf almış gazetecilere ihtiyacı yok mu mesleki olarak yani? Ne diyeyim vallahi hocam!”

-Dekan: “Akademik olarak senden daha iyi aday var, şey etme, uğraşma istersen ama yine de sen bilirsin!” 

-Ben: “Ben anayasal hakkım olan bu başvuruyu her halükarda yapmak istiyorum hocam, lütfen resmî olarak başvuru işlemlerim yapılsın!”

Dekan’ın neden benimle hemen yüz yüze görüşmek istediğini şey etme, uğraşma istersen ama”diye devam eden cümlesinden anlamıştım çünkü Dekan’ın bir adayı vardı ve benim başvurmam halinde jüri oluşturmak zorunda kalacaktı ve süreç uzayacaktı. Böylelikle Dekan beni “nasılsa seni almayacağız” imasıyla ikna edip başvuru yapmaktan direkt vazgeçirmek istedi. Fakülte sekreterliği benim yaptığım başvuruyu hiçbir üst makama sormaksızın almak zorundaydı ama onlar Dekan’a sormadan başvurumu resmiyete dökmemişlerdi ve Dekan’ın talimatıyla resmileştirdiler. 

Hep duyardık böyle torpil ve adam kayırma hikâyelerini ama yüzüme direkt olarak torpilli bir adayın olduğunun söylenmesi de tuhaf ve üzücü bir deneyim oldu benim açımdan. Belki de diğer adaylar benden hakikaten çok daha iyiydi, mesele bu değil. Mesele şu ki; bir fakülte Dekanı profesyonel gazeteci olan bir öğretim üyesi adayına kanuni süreçlerin hiçbirini işletmeden, jüri oluşturmadan, jüriden yazılı görüş almadan, yönetim kurulundan gerekçeli karar çıkarmadan, rektörün onayına sunmadan daha ilk dosya tesliminde “senden iyiler var, hiç uğraşma, seni almayacağız” deme cüretini hukuka aykırı bir şekilde gösterebilmesidir. 

Bu pervasızlığın sebebi siyasal iktidarın tüm alanlarda kendisinden olmayanlara hayat hakkı vermemesi, şu veya bu yandaş vakıflar ve tarikatlar üzerinden referansla kadrolaşması ve akademi dâhil olmak üzere her alanda liyakatin sadakat uğruna lime lime edilmesidir. Benim başıma gelenin KPSS birincisi gençlerin mülakattan elenmesinin yanında hiçbir anlamı yok ama bir gün kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette!

Fotoğraf: Loïc Fürhoff/ unsplash.com