Tüm dünyaya ışık saçmak zorunda değiliz. En ahlaklı olmak zorunda değiliz. Her yardıma muhtaç olana koşmak zorunda değiliz. Tuzu olana elimizdeki çeşitli sebzelerle atlamak zorunda değiliz. Ancak yapmak zorunda olduğumuz tek bir şey var; belirli bir seviyede medeni olmak. Çünkü medeniyet seviyesi bozulduğu anda her şey bozuluyor. Çürüyen bir elmanın tüm sepeti çürütmesi gibi, kötü niyetli bir kişinin tüm toplumu etkileyebilmesi gibi toplum yaşamı içindeki yırtılmalar günlük yaşamı ve kültürü oldukça çirkin bir alana dönüştürebiliyor. Yerlere çöp atmayla başlayan süreç markette sıraya kaynak yapmaya, zorbalığa, yolsuzluğa ve şiddet sarmalına evriliyor. İlk kötücül davranış kalıbına müsamaha gösterdiğinizde bir tohum ekiliyor. Sonra o tohum büyüyor büyüyor ve toplumu ele geçiriyor. İnsanlar trafikte önce kornaya asılıyor ancak zamanla Haydar adını verdikleri sopaya başvuruyorlar. Küçük bir meblağı zimmete geçiren bankacı milyonları iç etse doymuyor. Bir doktora gösterdiğiniz kaba davranış dizginlenemezse işler sağlıkta şiddet sarmalına dönüşüyor, yaralananlar ve hatta ölenler oluyor. Dış uzaydan gelen şeytani varlıklar değil bunu yapanlar, ortalama vatandaş kendinde bu gücü duyuyor. Sanki içindeki ilkel mekanizmalar uyandırılıyor. Sanki kötülük pervasızca ele geçiriyor gündelik hayatında normal yaşayan insanları. Cehaletin arkasına sığınarak, kötülüğün o korkusuzluk verdiği sanılan etkisiyle mahkeme salonlarında kravat takıp pişmanlık methiyeleri düzüyorlar. Aynı salonda ise mağdur ettikleri insanların yakınları göz yaşları içinde olanı biteni takip ediyor. Yazarken bile içimiz acıyor.
Kötülük hızla yayılan bir olgu. Çünkü kötülüğün beslenme şekilleri genel beslenme şekillerinden farklıdır. Biz bahanelerle karın doyuramayız ama kötülük bahanelerden medet umar. Sığınılan saçma düşüncelerden güç alır. Zimmetine para geçiren kişi herkes çalıyor der, doktor bana “sen” dedi diye belirtir, alındım der katil. Gece o saatte ne işi varmış diye savunulmaya çalışılır bir tecavüzcü. Kötülük bahanelere aşıktır. Ancak kötülük büyüyeceğinden ve yayılacağından emin şekilde bir şeyi daha fazla sever; ilk kötülük anını.
J.Q.Wilson ve G.L.Kelling 1982 yılında daha önce ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbarda tarafından yapılan bir çalışmadan ilham alarak yazdıkları makalede “bir pencerenin kırılması ve tamir edilmemesi durumunda diğer bütün pencerelerin kırılacağı” fikrini açıklamışlardır. Teorem özetle şunu açıklar; bir binada kırık bir pencere var ise bir süre sonra bu durumu fark eden insanlar “pencerenin önemsenmediği, kimsesiz olduğu, umursanmadığı” gibi varsayımlarda bulunuyorlar. İşte bu andan itibaren şenlik başlıyor, önce diğer camlar kırılıyor sonra belki kapılar parçalanıyor belki de duvarlar boyanıyor. Daha sonra bu vandalizm yan binalara sıçrıyor. Eğer kırık camlar tamir edilmezse yani sahipsizlik durumunun aksi kanıtlanmaz ise şiddet artarak devam ediyor. Bu teorem literatüre “Kırık Camlar Teorisi” olarak giriyor.
İster bina olsun ister araba. Sahipsiz farz edilen, karşılığında bir ceza alınmayacağı bilinen her fiil aşırılıkla taçlanıyor. İlk zimmete para geçiren kişi engellenebilirse olay büyümüyor. Cehalet eğitimle pasifize edilirse yere tükürülmüyor. Doktora uygulanan ilk şiddet dizginlenebilse kimse ölmüyor. İblisler beslenmezse, sahipsiz olmadığımız hissettirilirse kötülük küçülüp yok oluyor.
Kaynak; https://www.fikirce.com/kirik-cam-teorisi-nedir/
Fotoğraf: Giuseppe CUZZOCREA /unsplash.com