Takvimler 2017 yılının Mart ayının sekizinci gününü gösterdiğinde dünyanın doğal güzelliklerinden biri kuvvetli bir fırtınaya yenilerek çöktü gitti. Malta’nın Gozo Adası’nda Captan Cousteau’nun dünyanın en iyi beş dalış noktasından biri saydığı Azure Window kemeri -Yeni nesil belki bu doğal güzelliği Game Of Thrones dizisinin 1. Sezonunun ilk bölümünde Dothraki Düğünü isimli sahnesinden hatırlayabilir- kuvvetli bir fırtınanın ardından yokoldu. Bu olay bence yakın geçmişimizde ender şekilde görülen insan eli değmeden insanların yaptıklarının bir sonucu olmadan doğal olarak gerçekleşen bir yıkım olması açısından çok ilginç.
Azure Window kemerinin bir ayağı yaklaşık 32 metre derine inen dev bil silindir ve o silindirin çevresinde inanılmaz bir canlılık var. Ama bugün size Azure Window’u değil komşusu Inland Sea’den bahsedeceğim. Inland Sea adı üstünde Gozo adası içinde dağın altından bir kanalla Akdeniz’e bağlı yaklaşık 60 metre çapında bir küçük tuzlu su gölü. İşte bu Inland Sea’yi denize bağlayan kanal klostrofobisi olanlar için bir kabus gibi gözükse de muhteşem bir tünel dalış imkanı sağlıyor. Dalışa derinliği 2-3 metre olan ve üzerinde turistleri gezdiren kayıkların bu derin ve geniş kanaldan Akdenize açıldığı gölden başlayıp, birbirine katman katman yapışmış, kalan çatlaktan arasına denizi almış dev kaya parçaları arasından mavinin binbir tonunu, buradaki kovukları mesken tutmuş türlü türlü canlıyı görerek, daracık ama 80 metre uzunluğunda ve 26 metre derinliğe uzanan tünelin sonunda masmavi Akdeniz’e çıkılıyor. Inland Sea dalışı aslında hem bir mağara dalışı hem değil, 26 metre derinlik yaklaşık 8 katlı bir binaya denk gelirken 80 metre bir dağın içindeki kanaldan palet yol almak ve daha sonra aynı yolu geri dönmek de hiç azımsanacak bir mesafe değil. Üstelik bu dalış sırasında istediğiniz anda yüzey yapma şansınız yok çünkü kanalda az önce bahsettiğim turist tekneleri vızır vızır çalışıyor. Kısacası Inland Sea dalışı çok iyi hesaplanmalı, planlanmalı ve dalıcıların en az Advanced veya 2 yıldız seviyesinde dalıcı olması gerekiyor.
Geçtiğimiz haftalarda çevre açısından ülkemizde en çok konuşulan konular müsilaj ve Kanal İstanbul çılgınlığı oldu. İşte örneğin bu Inland Sea bölgesinin her iki konuyu değerlendirme açısından büyük benzerlik ve önem teşkil ettiğini düşünüyorum. Inland Sea bir kanalla Akdeniz’e bağlı olsa da tıpkı Marmara Denizi gibi kirliliği çok daha çabuk kusuyor ve maalesef az önce bahsettiğim 26 metre derinde akıntının kuvvetli olduğu böyle bir tünelde bile plastik şişesinden, oyuncağına çok uzun sürede çözünmeyen çöp ve atıklar giderek dibi kaplıyor. Bugün özellikle plastik atıklar konusunda korkunç bir durumdayız, gezegenimizin en derin noktası Mariana Çukuru’nda bile plastik atık görmek mümkün, üstelik bu derinlikte yaşayan canlıların midesinde bile plastik maddeler çıkıyor. Bugün dünya üzerinde plastik atık üretimi öyle hızlı ve derin ki okyanuslar üzerinde akıntılarla gelen plastikler dev adalar oluşturabiliyor. Plastik atıklar doğada yaklaşık 400 yılla 1000 yıl arasında çözünüyor. Her gün tonlarca plastik atık ürettiğimizi düşününce yarattığımız yıkımın boyutlarının ne kadar korkunç olduğunu hesaplamak da zor değil, ancak hesaplamıyoruz. Plastik bir poşetin doğada çözünmesi 20 yıl sürüyor. Plastik şişelerinse 450 yıl. Misina 600 yıl, çocuk bezi 450 yıl, lastik ayakkabı tabanı 50-80 yıl, naylon kumaş 30-40 yıl çözünmeden denizde kalabiliyor. Kaldı ki bu süreç denizin derinliklerindeki güneş ışığı, oksijen eksikliğinden ve su hareketliliğinin çok az olmasından dolayı daha da uzayabiliyor. Yapılan bir araştırmaya göre her yıl en az 8 milyon ton plastik okyanuslara karışıyor. Okyanuslardaki canlı türlerinin en az 267’si plastik atıklar nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. 2008 yılında yapılan bir çalışmada yakalanan 672 balığın %35’inin midesinde mikro plastik bulunmuş. Denizlerimizi kirleten atıkların önemli bir bölümü de ağlar, oltalar, kurşun ve benzeri balıkçılık ekipmanlarından oluşuyor. Hayalet ağlar her gün binlerce deniz canlısının yok olmasına neden oluyor. Dikkat ederseniz buraya kadar açık denizlere karışan arıtılmamış kanalizasyon suları, fabrikaların soğutma suları, çarpık ve bilinçsiz endüstrileşme sonucu doğaya yayılan kirlilikten bahsetmiyorum bile.
Geçtiğimiz yazımda müsilaj sorununun ancak yüzeye çıktığı zaman büyük ilgi çektiğini söylemiştim, bu yaşadığımız son yıkım umarım hepimize büyük ders olur ve denizlerimizi kurtarmak için gerekli çözümleri üretip adımları atabiliriz. Bugün dünya üzerinde çevreci akımların, sürdürülebilir bir dünya isteyenlerin hep dünyayı kurtarmak istedikleri gibi bir yanılgı var ama aslında kurtarılmak istenen insanlık ve insanlığın kurduğu medeniyet. İnsanlık bu ahmakça tavrını sürdürürse yakın bir gelecekte iklim krizi ve çevre kirliliğinin etkisi ile yok olabilir ama sonuçta bu yaşlı gezegen insansız da olsa dönmeye devam eder.
Çözümlerden bahsedince aletli dalış eğitiminin aslen bir problem çözme eğitimi olduğunu hatırlatarak konuyu bağlayayım. Aletli dalış sonuçta insan her ne kadar sudan gelmiş olsa evrim sonucu sualtında nefes alamadığı için gelişmiş bir spor. Dalış sırasında malzeme kaynaklı çok fazla problem yaşanma ihtimali çok azdır çünkü aletli dalış ekipmanı herhangi bir arıza durumunda havayı kesmek değil serbest akışa geçerek sürekli hava sağlayacak şekilde tasarlanmıştır ama daha önceki yazılarda da değindiğim gibi, sualtında tükenmişlik, kramp, ağa dolanma ve benzeri onlarca küçük problem yaşanabilir ve bu problemleri doğru eğitimle çok kolaydır. Aletli dalış sporu başlangıçta askeri bir disiplin ile geliştirildiği için temel eğitim geçmiş yıllarda bugünküne göre çok daha zorluydu ve ileri seviye eğitimlerinde çok ilginç beceriler sergilemek gerekirdi ve bu becerilerden bir tanesi bence sorun çözmek ve bakış açısını değiştirmek için çok önemli dersler barındırıyor, su altında SCUBA’dan çözünme ve yeniden kuşanma. Bu beceri şimdi sığ suda ve daha basit olarak yapılsa da eski günlerde şöyleydi:
Kursiyerler ve eğitmen 4-5 metre derinliğe iner ve burada kursiyer eğitmenin gözetimi altında önce yüzerlik yeleğini çıkartır sonra regülatörü de bırakmadan önce derin bir nefes alır ve malzemeyi tabana yerleştirdikten sonra şnorkeli ile nefes vermeyi unutmadan ve kabarcıklarından daha yavaş bir şekilde yüzeye çıkıp bir derin nefes alıp tekrar dibe yüzüp orada bırakılan SCUBA’yı hiç bir yardım olmadan tekrar kuşanır. Görünüşte basit gözükse de bu beceriyi kolayca gerçekleştirebilen her dalgıç su altında başına gelebilecek aksiliklere hazırlıklıdır. İşte insanlık da iklim krizi ve çevre kirliliği tehditleri karşısında bu problemlere kesin ve karmaşık gözüken ama basit olan bir çok yanlış ilerlemeye sıfırdan başlanılan bir çözümler zincirini başlatmak zorunda. Eğer bu çözüm sürecini hemen başlatamazsak dünya yerinde duracak ama medeniyetimiz yok olacak. Tıpkı dinozorlar gibi.