Gündeme Dair Düşünsel…

0
370

Sosyal medyada haberlere bakarken hep içime konuşuyorum. Kimi zaman sizin de yaptığınız gibi öfkeyle ağzımdan küfür çıkıyor. Çıktığı gibi de durmuyor. Salına salına dolaşıyor bedenimde. Kalbime uğruyor önce. Yanan ateşi sulayarak soğutuyor. Etrafına kümelenmiş yağı eritiyor. Bir susuzluk hissediyorum. Bir bardak soğuk su içiyorum, oh diyorum!

Kimi haberde bir kahraman görüyorum. Bir gülümseme yayılıyor yüzüme, aşık oluyorum yaşına cinsiyetine bakmadan. Biraz çoğaltsak bu insanlardan ne güzel olur diyorum. Kapı açılıp dışarı çıktığında sürpriz hazırlanmış rengarenk bir bahçe görmüş çocuk gibi çığlık çığlığa dans etmek istiyorum çimlerde.

Kimi haber hayrete düşürüyor. Bu kadar da olmaz diyorum. Hayret etmeme hayret ediyorum bazen. Sonra diyorum ki iyi ki hayret ediyorsun Acun. Yoksa alışmış olurdun bunca haksızlığa.

Kimi haber ülke genelinde bir analize itiyor. Sonra dünyayı da katıyorum içine. “Hiçbir şey masum değil” sözü yol gösteriyor. Buradaki “masum değil” sözü suçsuzluk anlamına değil. “Hiçbir şey nedensiz değil, göründüğü gibi değil, ardındaki nedeni oku” diyor bize. Okuyorum! Suçsuzluk anlamında da masum olmayan şahısları görüyorum olayların ardında. Sonuçtan geriye doğru gidince nedenler dökülüyor önüme ağaçta süreleri dolmuş dutlar gibi patır patır… Diyalektik ne güzel şey! Siyasal İslamcılar diyalektik sözünü duyunca öcü gibi kaçıyorlar ya da görmezden geliyorlar bu yüzden. Çünkü diyalektiğin içine anlamsız bahaneleri tıkıştırıp aklı dumura uğratamazsınız! Sırıtır doğal olmayan her şey.

Kimi haberle hemhal oluyorum. Kadın cinayetleri, çocuk tacizleri, yaşlılarla ilgili haberler, işçi direnişleri, hapishane hak ihlalleri şurama dokunuyor. Haberdeki kişi ben oluyorum. Bizzat bana dokunmuşlar gibi harekete geçiyor düşüncelerim. Sloganlar kafamda uçuşuyor. “Direne Direne Kazanacağız” “Asla Yalnız Yürümeyeceksin” “Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin” Daha ne sloganlar… Slogan iyidir. İyi olmasının bir koşulu var ama. Bir plan dahilinde harekete geçersen iyidir. Yoksa içi boşalmış karpuza benzer. Dışarıdan baktığında karpuzdur ama kestiğinde yiyemeyeceğin bir karpuz…

Beni böyle düşünceden düşünceye koşturan bu haftanın haberlerini kişisel yorumlarımla sizinle paylaşmak istiyorum. Böylece içime değil dışıma konuşmuş olacağım. Ne dersiniz? (Haberler önem sırasına göre değildir.)

İBB’den İşten Çıkarılan Akademisyenler: (Umut-Sen vasıtasıyla)

15 Temmuz 2016 sonrası KHK ile işlerine son verilen akademisyenler, ihraç sonrası önce üye oldukları sendikalar, sonra da muhalefet partileri tarafından çözüm bulunacağı ve geri dönecekleri konusunda umutlandırıldılar. O süreçte biz KHK direnişçileri Yüksel Caddesi’nde ve farklı illerde sokağa çıkmak ve yüksek sesle “KHK’lar hukuksuzdur, kabul etmiyoruz” demek gerektiğini ısrarla söylemiştik. Katılmamalarının, sokağa çıkmamalarının nedenlerini burada sorgulamıyorum. Çünkü hiçbir bilim insanı ikna olmadığı şeyi yapmaz! Ancak sendika yöneticileri ve muhalif partilerin politik bilgi ve tecrübeleri akademisyenlerinki gibi değerlendirilemez! KHK’lıları oyaladıkları ve çarkın bir parçası oldukları şüphe götürmez!

Akademisyenleri prosedüre uygun işe alıp sonra da “baskı altındayız, seçime kadar sabredin” diyerek KOD:42 ile yani “yalan beyanda bulunmak” gerekçesi ile işten çıkarmak, iktidarın suçunun üstüne aynı suçu işemekten başka nedir?

Haluk Tolga İlhan Müzik Merkezi’ne Saldırı: (Kendi duyurusu vasıtasıyla)

Müzik merkezinin tüm camları (kırılmaz cam) darbelerin etkisi ile kullanılmaz hale gelmiş… Müzisyenlere, muhalif sanatçılara konser yasakları, gece müzik yasakları yetmemiş olacak ki sivil faşistlere iş gördürülüyor! Tabii her zamanki gibi mobese kameraları olay sırasında ağaçları, gökyüzünü filan çekiyordur! Haluk Tolga İlhan “kimliği belirsiz kişilerce yapılan saldırı” diye duyursa da biz kimliklerinin bazı yerlerce bilindiğini biliyoruz! Maalesef şimdilik biz bilmiyoruz. Haberin güzel tarafı son cümlenin “buradayım, hodri meydan” şeklinde bir meydan okuma ile bitmiş olması. İşte benim kahramanlarımdan biri!

Gazeteci Abdurrahman Gök’e 1 Yıl 6 Ay 22 Gün Ceza: ( Artı Gerçek vasıtasıyla)

Haberin tamamına ulaşıp okuyabilirseniz gazeteci Gök’e “örgüt propagandasından” ceza verildiğini ancak siyasetin dahli olduğunu tahmin edebilirsiniz. Abdurrahman Gök 2017 Diyarbakır Newroz’da öldürülen üniversite öğrencisi Kemal Kurkut’un öldürülme anını kare kare fotoğraflamıştı. Diyarbakır valisi, iç işleri bakanı ve emniyet, Newroz’da bir canlı bombanın öldürüldüğünü duyurmuştu. Abdurrahman Gök fotoğrafları yayınladığında canlı bomba olmadığını kanıtlamak için üstünü çırılçıplak soyunmuş, sadece pantolonuyla polisten korunmaya çalışan bir gencin koştuğunu gördük. Fotoğrafların devamında “eğer şüpheliyse” ayağından vurularak durdurulacak Kurkut’a kitlenin çok uzağında olmasına rağmen yakın mesafeden ateş eden bir polis de gördük.

Abdurrahman Gök kör noktayı fotoğraflamıştı. Yetkililerin doğru söylemediğinin fotoğraflanmasının bir bedeli olmalıydı ki Gök yargılandı. Örgüt propagandası dedikleri Kobani’de çatışma fotoğraflarıydı. Çünkü Gök savaş muhabiriydi ve bu fotoğrafları çekmesi yayınlaması normaldi. Bence bu karar gazetecilere bir mesajdı. İktidar bizim istediğimiz haberleri yapın, halkı bilgilendirmeyin diyordu. Biz biliyoruz ki #GazetecilikSuçDeğildir ve bu nedenle ceza veremeyecek olanlar araya örgüt filan sıkıştırıp gazetecileri kriminalize edebilirler.

Kaymakamı Kim Öldürdü? (Gökçer Tahincioğlu yazısı T24 Haber vasıtasıyla)

Yılların “adil yargılanma hakkı” ihlalleri 15 Temmuz 2016 sonrasında arada sırada adil karar veren birkaç mahkemenin de devreden çıkartılmasıyla adaletin a’sını bile göremeyeceğimiz binlerce kararla içinden çok zor çıkacağımız bir karanlığa dönüştü. Bunlardan biri de Şerif Mesutoğlu kararıydı. Yüzlerce kez yazılmasına, kaymakamın ailesi dahil bir çok insanın “Şerif’in öldürdüğüne inanmıyoruz, deliller karartıldı” demesine rağmen Mesutoğlu cezalandırılarak dosya kapatılmıştı.

Mesutoğlu ailesi 6 yıldır tam bir mağduriyet yaşıyor. Şerif’in eşi Saime Mesutoğlu bir başına 2 çocuğu ile yaşamını sürdürmeye, eşine çocuklarına umut vermeye çabalıyor.  İşte benim hemhal olduğum olaylardan biri… İnsanın öfkesine neden olan en büyük haksızlık bence yapmadığın bir şeyi, gücü elinde tutanlar tarafından hukuki kanıtlar gösterilmeden “yaptın” denilmesi.

Sahtekar AKP’li ile Röportaj: (Twitter Sokak Kedisi muhabiri vasıtasıyla)

Yayınlanan videoda muhabir şahsa mikrofon uzatıyor. Ekonomi ile ilgili sorular soruyor. Şahıs asgari ücretle çalıştığını, parasının geçinmeye yettiğini, hayatın, Türkiye’nin şahane olduğunu, iktidarı desteklediğini filan söylüyor. Muhabirin gerçekten geçinebiliyor musunuz, hayat pahalı değil mi sorularına ısrarla “yoooo çok güzel, her şey yolunda” diye cevap veriyor. Muhabir delirecek ama şahıs çok sakin. Hatta sırıtıyor. Ben de izlerken adamın biraz eksik akıl, saf filan olduğunu düşünüyorum. Yani bizim gördüğümüzü başka birinin görmemesi için adamın gözünün değil aklının kör olması gerekir.

Videonun sonunda anlıyorum ki bunların hiçbiri değil şahıs. Bu kadar bile masum değil. Bildiğiniz utanmaz arlanmaz bir sahtekar… Çekimin bittiğini zannederek “aramızda kalsın” diye yaklaşıyor. Ama aralarında kalmayacak çünkü kamera çalışıyor. Sahtekar muhabire gizli saklı söylediğini zannederek Almanya’da çalışıyorum, 27 bin lira maaş alıyorum diyor ve kaçıp gidiyor. Anlıyorum ki herkes sahibine benziyor. Siz siz olun size aklınız, vicdanınız ve bilimsel düşünce sahip olsun!

Necdet Erik’in tutuklanması: (Eski milletvekili Mehmet Ali Aslan’ın haberi vasıtasıyla)

Tutuklanan şahsı hiç bilmiyorum. Neden tutuklandığını, neyle suçlandığını da bilmiyorum. Haberde de geçmiyor zaten. Zaten son süreçte politik insanların tutuklanması vakayı adiyeden… Buraya tutuklama haberlerini yazsam sayfalar almaz. Bir yandan da tutuklanma biçimini videoda görünce suçu nedir demenin bile ahlaksızlık olduğunu düşünüyorum.

Görüntülerde bir mahkeme salonunda tekerlekli sandalye ile getirilmiş bir erkek var. Kolları, bacakları bandajlı, yeşil ameliyat elbisesi ve örtüleri ile sedyede yatıyor. Haberde durum şöyle anlatılıyor; Yüksek gerilim hattı elektrik çarpması sonucu 2 kolunu kaybetmiş, bacakları patlamış Necdet Erik yarı ölü halde mahkemeye getirildi ve tutuklandı” M.A. Aslan insanlık, vicdan filan soruyor. Bunları geçtik de akıl almaz!

Yine olayla hemhal oluyorum. Hastanedeyim 2 bacağım, 2 kolum yok… Ameliyattan çıkarıyorlar, polis geliyor hastayı mahkemeye götüreceğiz diyor. Doktor buna ne diyor mesela? Hayır, götüremezsin diyemiyorsa… Diyelim ki üstlerinden emir geldi, polisler hastayı görünce ben götüremem bu adamı diyemiyorsa… Diyelim ki hepsi oldu, hasta mahkemeye getirildi, hakim-savcı yahu siz aklınızı mı yitirdiniz bu adamın hastanede olması lazım diyemiyorsa… Hadi mahkeme de oldu. Olmaz ya hadi diyelim suçu da sabit görüldü, (hemen olmaz da deliller-savunma filan) diyelim tutuklama kararı da verildi, mahkeme yaraları iyi olana kadar, hapishanede kalabilir raporu gelene kadar tutuklamayı erteliyoruz diyemiyorsa… Diyelim tutuklama da oldu, polis götürdü hapishaneye bırakmak istedi. Gardiyanlar yahu biz bu adama burada nasıl bakarız, başına doktor lazım, götürün bunu diyemiyorsa… Diyelim ki onu da demediler, hücreye atarız oradakiler bakar dediler, mahkumlar isyan çıkartmıyorsa…

Bence emri verenin emri, emre itaat edenlerle pratiğe geçiyor. Sen itaat etmezsen, ben itaat etmezsem, biz itaat etmezsek karanlıklar çıkar aydınlığa…

Hiç mi güzel haber yok desenize! Var tabii ki. Haftanın en güzel haberi bence;

Hacettepe Üniversitesi Mezuniyet Töreninde Konuşan Genç: (Barikat Haber aracılığıyla)

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyet töreninde mezun olan Dr. Kaya Avşar konuşma yapıyor. Konuşmasında “Üniversitemiz idari kadrolarının önceliği siyasilerin beklentilerini karşılamak olmamalıdır” dediği anda salondan bir alkış kopuyor. Dekan Deniz Demiryürek konuşmaya müdahale edip, bitirmek istiyor konuşmayı. Bu müdahale ile birlikte alkışlar ıslıklara ve sözlü olarak konuşmanın devam etmesini söyleyenlerin protestosuna dönüşüyor. Sonunda arkadaşlarının desteği galip geliyor ve Kaya Avşar konuşmasını “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” sözleriyle bitiriyor. Salonda alkış-kıyamet…

Gencecik, zihni açık Tıp okumuş bir insan karşısında neredeyse ellisini devirmiş biri… İnsan ikisi arasındaki farkı görünce Kaya Avşar’a aşık oluyor. Dekansa midede bir kramp… Haftanın ikinci kahramanı bu genç doktor… Hastalanırsam beni Dr. Kaya Avşar’a emanet ediniz!

Bir güzel haber de bizden!

Reportare Buluşması: (Benim aracılığımla)

3 Temmuz Cumartesi Kadıköy Moda Kitap bahçesinde bir kısım Reportare yazarları ve genel yayın yönetmenimizle, teknik ekiple buluştuk. Gelsin çaylar, gitsin kahveler, koyu sohbetler, kahkahalarla geçirdik saatleri. İktidarın gazetecileri, yazarlar ekibi olmadığımızdan, pahalı işlere giremedik. Acıktığımız saatlerde Leyla Alp simit almaya çıktı. Bir koca poşet simit, peynir ve tahinli çörekle döndüğünde gözlerimiz ışıldadı. Bence bu poşet bile yoksul gazeteciler için servet değerindeydi. Simit fiyatları 5 lira ile 7 lira arasında değişiyor çünkü.

Yaptıklarımızdan yapacaklarımızdan konuştuk. Birbirimizi daha iyi tanıdık. Söyleyecek çok sözümüz vardı, sözümüzü çoğaltmaya kararlıydık. Sarıldık vedalaştık. Yeni sayımızda ve Eylül-Ekim aylarında sürpriz çalışmalarla yanınızdayız.

 Umutla…

Kapak Görseli: Nijwam Swargiary/Unsplash