Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisinin Yeniden Hortlayışı

0
184

2015 Temmuz ayında kimliği belirsiz kişilerce Murnau’nun kafatası mezarından çalındı. Bunu daha evvel farklı bir metinde yazmıştım. Bu haberi ilk okuduğumda çok da şaşırmadım çünkü ölümünden yıllar sonra böyle bir vukuat anca korku sinemasının kurucusunun başına gelebilirdi. 2022 yılı Murnau’nun büyük filmi, Dışavurumcu Alman Sineması’nın başyapıtlarından Nosferatu’nun 100. Yıl dönümüydü. Robert Eggers’ın bu yıl gösterime giren Nosferatu’nun yeniden çevrimi, 1922 yılında Weimar Cumhuriyeti’nde çekilen başyapıtın bir asrını onurlandırdı hem de öyle bir onurlandırma ki gelmiş geçmiş en iyi vampir filmlerinden birine imza attı.

Bram Stoker, gotik edebiyatın en önemli eserlerinden biri olan Drakula romanını 26 Mayıs 1897 yılında yayınladı. Yayınlandığı ilk baskıdan itibaren roman, vampir mitinin popüler kültürdeki bütün kodlarını belirledi. Sayısız filme, kitaba, çizgi romana, besteye vs. ilham verdi. F.W. Murnau ise romanın yayınlanmasından sadece 24 yıl sonra eseri filme çekmek için kolları sıvadı. Bram Stoker, 20 Nisan 1912’de vefat ettiği için Drakula’nın telif hakları yazarın dul eşi Florence Anne Lemon Balcombe’ye geçti. Balcombe, 1922 yılında Berlin’den isimsiz bir mektup aldı, mektubun ekinde Berlin Zooloji Bahçesi’ndeki Mermer Bahçe’de düzenlenen ve orkestra eşliğinde gerçekleştirilen gösterişli bir sinema etkinliğinin programı yer alıyordu. Film, Murnau’nun “Nosferatu, eine Symphonie des Grauens” yani “Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi” isimli filminin ilk gösterim davetiydi. İlanda şöyle bir ibare yer alıyordu “Bram Stoker’ın Drakula eserinden serbest uyarlama”[1].  Balcombe’ye gelen bu isimsiz mektup, büyük bir Drakula telif savaşının başlamasına neden oldu. Nosferatu’nun senaristi Henrik Galeen, Bram Stoker’ın karakterlerinin isimlerini değiştirmişti ve bununla da kalmayıp film için hikâyede radikal değişiklikler yapmıştı. Balcombe film şirketi Prana’yı dava etti, tazminat dışında filmin negatiflerinin ve basılı bütün kopyalarının imha edilmesini de talep etti. Nosferatu, Prana’nın ilk ve tek yapımı oldu çünkü film çekildikten sonra şirket battı.[2]  Balcombe’nin, The Society of Authors avukatları aracılığı ile açtığı dava 1925 yılında sonlandı. Nosferatu’nun negatiflerinin ve mevcut tüm kopyalarının Stoker’ın eşine verilmesine karar verildi. Ancak işler böyle yürümedi, filmin birçok kopyası sağ kaldı ve 1929’daki New York gösterimi ile birlikte film uluslararası bir fenomene dönüştü. Nosferatu çekilmeseydi, Universal Film Stüdyoları Tod Browning’e 1931 yılında 342.000 dolar[3] gibi dev bir bütçeyi emanet edip, Bela Lugosili Drakula’yı çeker miydi bilinmez? En azından Florence Anne Lemon Balcombe vefat etmeden evvel kocasının başyapıtının orijinal adıyla ve telifli bir şekilde çekildiğini görmüş oldu.

Dönelim, telifsiz çekilen meşhur ilk Drakula filmi Nosferatu’ya. Murnau’nun filme Nosferatu adını seçmesi, kitaptaki birtakım göndermelerle ilişkili. Nosferatu kelimesi Yunanca “nosophoros”[4] kelimesinin Rumence’ye geçmiş hali. Kelime, Romanya’daki vampir anlatılarında kullanılan sıfatlardan biri. Yunanca’da “hastalık taşıyan” anlamına gelen bu kelime zaman içinde vampirin karşılığı olarak kullanılmaya başlanmış. Romandaki vampir ve  salgın- hastalık bağlantısının Stoker’a, İskoç araştırmacı Jane Emily Gerard’ın[5] Transilvanya folkloru üzerine 19. Yüzyıl’da yazdığı bir dizi çalışmadan geçtiği biliniyor.

Hikayede vampiri taşıyan gemi Demeter limana vardığında, gemiden çıkan fareler şehre vebayı getiriler, vampirin şehre gelmesiyle salgın başlar. Drakula’nın “hastalık taşıyan” anlamına gelen Nosferatu ile tanımlanması da bununla bağlantılı. Nosferatu filminde Murnau’nun vampiri isim olarak Kont Drakula adını değil Kont Orlok’ı kullanıyor. ‘Drac’ kelimesi Rumence şeytan demek, Drakula’nın birçok sıfatından biri olan ‘Ördög’ da şeytan anlamına geliyor (bkz. Şeytan İncili olarak bilinen Ortaçağ yazması Codex Gigas).

Bram Stoker’ın orijinal metni, hikayenin içindeki birçok farklı karakterin gözünden Kont Drakula’yı tanımlıyor; bir voyvoda, bir ölümsüz, bir asilzade, Hun Atilla’nın soyundan geliyor, yüzlerce yaşında, efsanevi okült eğitim okulu Solomonărie’de karanlık sanatlar üzerine eğitim almış bir simyacı, Osmanlılarla savaşmış bir Haçlı şövalyesi, çok sevdiği karısı intihar etmiş melankolik bir aşık… Murnau filmde Kont Orlok’u bütün bu gizemli ve soylu tanımlamalar karşısında yaşlı, çirkin, sivri dişleri olan, kambur fareyi andıran bir ceset gibi tasvir etmiştir. Malum bir Viktorya Dönemi centilmenine benzeyen, Orta Avrupa aksanı ile İngilizce konuşan karizmatik ve çekici vampir tasviri 1931 tarihli Drakula’daki Bela Lugosi ile başlayacak. Uzun tırnakları, solgun derisi, fareye benzeyen uzun ön dişleri ile Murnau’nun Kont Orlok’u tam bir hastalık- taşıyan görüntüsündedir. Bram Stoker, Drakula’yı kurgularken Karpat Dağları’nın korkunç hükümdarı III. Vlad’ın (Kazıklı Voyvoda ya da Vlad Dracula) hayatı ile bağlantılar kurmuştur. Hem bu konuda hem de az sonra değineceğim Orta Avrupa vampir folkloru üzerine oldukça kıymetli bir çalışma olan Salim Fikter Kırgi’nin Osmanlı Vampirleri: Söylenceler, Etkiler, Tepkiler kitabını da bu vesileyle hem anayım hem tavsiye edeyim.

Kırgi diyor ki;

“Stoker’ın modern vampir fenomeninin yapıtaşı sayılan Kont Drakula karakterinin doğaüstü öğelerini yaratırken kullandığı kaynak, zannedilenin aksine Eflak Beyi III. Vlad (1431-1476), namı diğer Kazıklı Voyvoda’nın gerçek yaşam öyküsü değil, erken dönem Osmanlı Avrupası’nda oldukça yaygın bir inanış olan folklorik vampir söylencesiydi. Hatta romanı yazarken Stoker’a danışmanlık yapan Macar Türkolog Armin Vambery, aynı zamanda Drakula’daki doğaüstü varlığa oldukça benzeyen Çerkez-Tatar oburlarının anlatıldığı Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin 19. Yüzyıl kopyasının altıncı cildinin dibacesini de yazmıştı.”[6]

Bram Stoker’ın beslendiği bu kadim ve karanlık folklorun Nosferatu adaptasyonunda baskın bir şekilde atmosferi belirlediğini söyleyebiliriz. Neticede Alman Dışavurumculuğu; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın üzerine çöken umut kaybı ve büyüyen ‘Angst’ın karanlığında biçimlenmiştir. Çekilen filmler; ekonomik, politik ve kültürel olarak çökmüş bir toplumun bilinçdışının tezahürüdür. Kırgi’nin bahsettiği dönemin Osmanlı Avrupası’nda yayılan folklorik korkuların, Bram Stoker’ın hikayesini beslemesi ve Murnau’nun bu korku halini filme çekmeyi kafasına takması çok da tesadüfi bir durum değil.

Osmanlı toprakları içinde vampir söylencesi birçok kaynakta kayıt altına alınmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi bunların içindeki en popüler kaynaklardan biri. Slav ve Türk mitolojisinde karşımıza çıkan cadı-hortlak arası kötücül bir yaratık olan obur ya da upirin[7], vampir kelimesinin etimolojisini oluşturduğunu da not düşelim. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin verdiği vampir fetvalarını unutmayalım. Bir de  1833’de Tırnava kadısı Ahmet Şükrü Efendi tarafından devlet merkezine gönderilmiş, Takvim-i Vekayi gazetesindeki meşhur cadı-vampir avcısı Nikola mevzusu var.

Ben bu mevzuyu ilk kez Giovanni Scognamillo’dan[8] okumuştum, o referansı Mehmet Seyda’ya veriyordu ancak biraz daha etraflı araştırınca aşağıdaki metni ortaya çıkaranın Reşat Ekrem Koçu olduğu bilgisine ulaştım. Alıntıyı[9] direk ondan yapalım;

“Tırnova’da cadı türedi. Gün battıktan sonra evlere musallat olmaya başladı. Zahireye dair un, yağı, bal gibi şeyleri birbirine katar ve kâh içlerine toprak karıştırır. Evlerin yüklerinde bulduğu yastık, yorgan, şilte ve bohçaları didikler, açar ve dağıtır. İnsanların üzerine taş, toprak, çanak, çömlek atar. Birkaç erkek ve kadının da üzerine saldırmış. Tecavüze uğrayanlar çağrıldı, soruldu. “üstümüze sanki bir manda çökmüş sandık!..” dediler. Bu yüzden iki mahalle halkı evlerini bırakıp başka taraflara kaçtılar. Kasaba halkı bu işlerin cadı denilen habis ruhların esiri olduğunda ittifak etti, İslimiye kasabasında cadıcılıkla tanınmış Nikola ismindeki adam Tırnova’ya getirildi ve 800 kuruşa pazarlık edildi. Bu adamın elinde resimli bir tahta vardı. Mezarlığa gider, tahtayı parmağı üzerinde çevirirmiş, mahut resim hangi mezara bakarak durur ise cadı o mezardaki ruhi habis imiş; yani o mezara gömülmüş olan mevtanın ruhu habis ruh olmuş imiş. Büyük bir kalabalıkla mezarlığa gidildi, Cadıcı Nikola resimli tahtayı parmağı üstünde çevirmeye başlayınca resim, sağlıklarında Yeniçeri Ocağı’nın kanlı zorbalarından Ali Alemdar ile Abdi Alemdar’ın mezarlarına karşı durdu. Mezarlar açıldı. İki şakinin cesetleri yarım misli büyümüş, kılları ve tırnakları da üçer dörder parmak uzamış bulundu. Gözleri de açıktı, kan bürümüş kıpkırmızı, gayet korkunçtu. o gün mezarlığa gitmiş olan bütün kalabalık bunu gördü. Abdi Alemdar ile Ali Alemdar sağlıklarında her türlü fesadı irtikap etmiş, cana kıymış, mal yağmalamış, ırza namusa tecavüz etmiş; ocakları lağvedildiği zaman her nasılsa yaşlarına riayet olunarak cellada verilmemiş, ecelleriyle ölmüşlerdi. Sağlıklarında yaptıkları yetişmemiş gibi şimdi de halka ruhi habis birer cadı olarak musallat olmuşlardı. Cadıcı Nikola’nın tarifine göre bu gibi habis ruhları def etmek için mezarları bulunup cesetleri çıkarıldıktan sonra cesetlerin göbeğine birer ağaç kazık çakılır ve yürekleri kaynar suyla haşlanır. Ali Alemdar ile Abdi Alemdar’ın da cesetleri mezarlarından çıkarıldı, göbeklerine birer ağaç kazık çakıldı ve yürekleri bir kazan kaynar suyla haşlandı, fakat hiç tesir etmedi. Cadıcı, “Bunları yakmak lazım gelir” dedi. Bu hususta şeran da izin verilebileceğinden ruhsat verildi ve iki şerir Yeniçeri’nin mezarlarından çıkarılan cesetleri mezarlıkta bir odun yığını üzerine konularak yakıldı. Çok şükür kasabamız da cadı şerrinden kurtuldu.”

Bu kadar folklorik kaynak verdikten sonra şunu söyleyebiliriz ki Murnau’nun kurguladığı Drakula, bir Viktorya Çağı gotiğinden daha çok öykünün bilinçdışındaki doğaüstünün peyda olduğu kaynağa yakın bir öykü yaratmıştır. Bu açıdan her ne kadar Drakula romanı ile paralel yürüse de kendine has bir hikâyeyi ve vampir profilini var etmiştir. 1931’deki Bela Lugosi’nin hayat verdiği Drakula, popüler kültürde çok sık karşılaştığımız vampir kont figürünü yarattı. Hatta 1960’larda Hammer Filmleri ile Drakula’nın sinemada tekrar hortladığı dönemde Christopher Lee’nin canlandırdığı Drakula da Bela Lugosi’nin yarattığı çekici, seksi, gizemli ve aristokrat sterilize vampir profilini sürdürür. Max Schreck’in hayat verdiği Nosferatu ise bu sterilizasyondan uzak çirkinlikte, ilkellikte ve korkunçluktadır. İleriki yıllarda Salem’s Lot (1979) filmindeki vampir Kurt Barlow gibi Nosferatu’dan etkilenmiş vampir tipleri karşımıza çıksa da diğer sterilize vampir tipi kadar ilgi görmemiştir.

Robert Eggers’ın Nosferatusu’na girmeden iki filmi daha anmamız gerekiyor. İlki Werner Herzog’un 1979 yılında Murnau’nun Nosferatusu’ndan uyarladığı Nosferatu the Vampyre. Bu filmde kont rolünde Klaus Kinski muhteşem bir oyunculuk çıkarır. Bu filmde kontun adı Orlok değil Drakula’dır. Düşük bütçeli bir art-house uyarlaması olan bu film oldukça çiğdir ve efekt deliliğine başvurmadan muazzam bir korku atmosferi yaratır. Tabii Popol Vuh’un inanılmaz müziklerinin bu atmosferde hatırı sayılı bir etkisi var. Orijinal 1922 versiyonunda Murnau gölge oyunlarına çok fazla başvurur ki filmin atmosferinde bu siluet oyunu oldukça etkilidir. Herzog ise atmosferi daha fazla klostrofobik alanlara taşır ve tedirginlik unsurunu Klaus Kinski’nin normalde de rahatsız edici olan kişiliğine odaklar. Bu filmde de vampir, gelenekselleşmiş çekici vampir figüründen ziyade grotesk ve ürkütücü bir şekilde tasvir edilir. Max Schreck’in Orlok’u ve Klaus Kinski’nin Dracula’sı, insanlıktan uzak, karanlık bir varoluşun sembolleridir. Murnau’nun filmi Weimar Cumhuriyeti’nin yozlaşama döneminde yapılmış ve savaş sonrası travma, kaos ve çöküş gibi duyguları yansıtmıştır. Herzog’un filmi ise daha fazla 1970’lerdeki toplumsal ve varoluşsal kaygılara odaklıdır (Soğuk Savaş ve yaklaşan zamanın sonu tartışmaları). Salgın iki filmde de çok net vurgulanır. Herzog’un filmi Murnau’nun filmine her anlamda açık bir saygı duruşudur.
Anacağım bir diğer film ise avangard yönetmen E. Elias Merhige’nin 2000 yılında çektiği meta-sinema örneği Vampirin Gölgesi (Shadow of the Vampire) filmidir. Film, F. W. Murnau’nun 1922 yapımı Nosferatu filminin yapım sürecine dair kurgusal bir yeniden anlatımıdır. Ancak bu film, tarihsel bir biyografi olmanın ötesine geçer ve Nosferatu’nun yapımıyla ilgili alternatif bir hikâye sunar. Gerçek hayatta Max Schreck, Murnau’nun Nosferatu filminde Count Orlok’u oynayan bir aktördür. Shadow of the Vampire ise Schreck’in sadece bir aktör olmadığını, gerçek bir vampir olduğunu iddia ederek karakteri bir gizem ve korku figürü haline getirir. Shadow of the Vampire, Murnau’nun Nosferatu filmindeki görsel estetiğe sıkça atıfta bulunur. Orijinal filmin karanlık atmosferi, ekspresyonist ışık kullanımı ve gotik mekanları, filmde neredeyse birebir yeniden yaratılmıştır. Willem Dafoe’nun Max Schreck performansı müthiştir, ne ironik ki bu filmden 24 yıl sonra gelen Nosferatu filminde Dafoe, Profesör Albin Eberhart Von Franz olarak karşımıza Nosferatu’yu avlayan vampir avcısı olarak çıkıyor.

Gelelim Robert Eggers’in Nosferatusu’na. Filmle ilgili daha ilk haberler yayılmaya başladığında. Birçok olumsuz eleştiri yapıldı. Robert Eggers hipster korku yönetmeni olarak eski tüfek korku severler tarafından pek sevilmeyen bir yönetmen. Ben de eski tüfek bir korku fanı olarak bu herifin 2015’te çektiği The Witch’i en iyiler listeme almıştım. 2022’deki The Lighthouse ve The Northman filmlerini de düşünürsek; Robert Eggers’ın müthiş bir atmosfer ve kostüm adamı olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan bu adamın yapacağı işle ilgili iyi bir entelektüel sermaye oluşturduğu da aşikâr.

Nosferatu’ya yüksek beklentilerle gitmedim desem yalan olur, en kötü iyi kotarılmış bir yeniden çevrim izlerim derken, film beni dumura uğrattı. Bırakın iyi bir yeniden çevrimi, Robert Eggers kanonu gayet ciddiye alan, romanın katmanlarını özümsemiş ve hikâyenin katmanlarına beklenmedik sürprizler ekleyen müthiş bir iş çıkarmış. Tüm Drakula külliyatını bir palimpsest farz edersek, Eggers o palimpsestin yıllardır iç içe geçmiş bütün katmanlarını ayrıştırıp, atlamaması gereken tüm detayları zarifçe senaryoya yedirmiş. Film estetik olarak sinemanın tüm teknolojik imkanlarını kullanarak, Murnau’nun Dışavurumcu eylemini başka bir seviyeye taşımış. Sadece Murnau’nun orijinal filmi değil, Herzog’un uyarlaması, Merhige’in meta-filmi, Bram Stoker’ın beslendiği folklorik külliyatı çok iyi etüt edilip harika harmanlandığı baba bir saygı duruşu var karşımızda. Tüm bunların yanında adaptasyon açısından önünde tuttuğu en önemli referans eser ise şüphesiz Francis Ford Coppola’nın 1992 tarihli başyapıtı Bram Stoker’s Dracula filmi.

Coppola’nın uyarlaması orijinal Drakula romanına en yakın uyarlamadır. Filmde karakter derinlikleri çok fazladır. Drakula’nın naturası karşısında kararsız kalır seyirci; saf kötü ya da saf mağdurun ötesinde bir karakterdir Drakula. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; Coppola’nın filminde teatral unsurlar baskındır, mekân kullanımlarından ışığa film çoğu kez bir tiyatro sahnesindeymişsiniz etkisi yaratır. Bu teatral bağ, Dışavurumcu Alman Sineması’na Coppola’yı stil ve biçim olarak çok yaklaştırır. Neticede Dışavurumcu Alman Sineması’nın kökenleri tiyatroya dayalıydı. Bu estetik ve Coppola’nın aşırı edebi yaklaşımı Bram Stoker’s Dracula filminin bazen handikabına dönüşüyor ve filmin film olarak ritmini bazen aksatıyor. Eggers da Coppola kadar estetik çalışmasına rağmen, Nosferatu sinema formuna çok daha sadık kalmış bir iş.

Tabi ki Coppola’nın filminin en büyük silahı Gary Oldman’ın oyunculuğu. Oldman’ın Drakula rolü filmde çok kritiktir öyle ki Max Schreck’in ceset görüntülü çirkin Nosferatusu’ndan yavaş yavaş Bela Lugosi’nin Viktoryan centilmenine geçiş yapar – tüm sinematik Drakula kanonunu performe eder. Robert Eggers’in Nosferatusu’ndaki esas kritik unsur da Bill Skarsgård’ın canlandırdığı Kont Orlok. Bu adamın maske ve makyaj ardında nasıl sağlam bir oyunculuk sergilediğini malum IT’lerin yeniden çevrimlerinden biliyoruz.

Filmde, Orlok belli belirsiz karşımıza çıkıyor, çoğunlukla gölgeler arasında ve karanlıkta görüyoruz onu. Orlok’un bıyıklarının oluşu ise başka bir önemli detay. Kazıklı Voyvoda’nın Ambras Kalesi Portresi olarak bilinen 14. Yüzyıl’a ait ikonik portresini ya da Forchtenstein Kalesi’nde bulunan 16. Yüzyıl başına ait yağlı boya Üçüncü Vlad tasvirini düşündüğümüzde Eggers’ın neden Nosferatu’yu bıyıklı düşündüğünü çok iyi anlıyoruz. Bir röportajında Eggers şöyle bir şey söylemiş:[10]

“Halk anlatılarındaki vampirler, vampirlerin var olduğuna inanan insanlar tarafından yazıldı. Folklorun anlattığı vampirler kokuşmuş, yürüyen ölümsüz bir cesetlerdir. Şu soruyla hareket ettim; ‘Ölü bir Transilvanya asilzadesi neye benzer?’ Bu, uzun kollu, garip yüksek topuklu ayakkabılar ve kürklü bir şapka içeren karmaşık Macar kostümü anlamına geliyor. Aynı zamanda da bıyık demek.”

Eggers’ın Vlad portrelerinden etkilendiği açık. Öte yandan Tudor Humpshries’ın DK’nin 1997’de yayınlanan Dracula ansiklopedisi için yaptığı illüstrasyonları hiç gördü mü bilmiyorum ama buradaki Drakula tasarımı da Eggers’ın Orlok’u ile çok fazla benzeşiyor.

Filme dönecek olursak, Bill Skarsgård, oyunculuğu ve sesi ile Gary Oldman’a selam çakıyor ancak siluete düştüğü bazı anlarda Max Schreck’i bazı anlarda da Klaus Kinski’yi görüyoruz ki bu küçük detaylar muhteşem. William Dafoe’nun canlandırdığı simya ve okült bilimlere saplandığı için üniversiteden sürülmüş olan Profesör Albin Eberhart Von Franz’ın deliliğin ince çizgisinde gezen, nihilist ve pragmatik anti-kahraman vampir avcısı, Coppola’nın Drakulası’ndaki Anthony Hopkins’in canlandırdığı Abraham Van Helsing’e çok yakın. Hopkins’in yanında Peter Cushing’in Hammer Dönemi Van Helsing’i de arada bir bize göz kırpıyor. Nicholas Hoult’un Hatter’ı ise Coppola’nın Drakulası’nda Keanu Reeves’in canlandırdığı Harker ve Herzog’un Nosferatusu’nda Bruno Ganz’ın canlandırdığı Harker karakterleri arasında ilginç bir çizgi yakalamış. Filmde Lily-Rose Depp iyi bir performans çıkartsa da bence filmin en uyumsuz tercihi oydu. Ellen karakterini farklı bir oyuncu bambaşka bir seviyeye taşıyabilirdi.

Robert Eggers’in folklorik öğeleri iyi etüt edip, filme yedirmesi de harikaydı. Çingenlerin gece ayinini izlerken hem Evliya Çelebi’nin oburları hem de Tırnova’daki vampir avcısı Nikola geldi aklıma. Salgın teması da filmde oldukça önemli bir bağlama oturuyor. Burada vampir ve hastalık-taşıyıcı sıfatının hem literal hem de metaforik olarak bağlaması Bram Stoker’ın orijinal öyküsü açısından oldukça önemli. Neticede vampir teması[11] romanda bulaşıcı hastalık korkusu ve endişesinin baskın olduğu Viktorya dönemine ait birçok çağdaş olaya gönderme yapıyor. Bram Stoker’ın hastalıklarla ilgili kişisel deneyimleri, aile bağları ve şiddetli kolera salgınlarının yaşandığı bir dönemde Drakula’yı yazması, eseri doğrudan etkilemiştir. Filmin finali ise oldukça iyi kotarılmış. Biz av ve avcılar arasında o çok tanıdık sürek avını beklerken, birden ters köşe oluyoruz. Orlok’un söylediği gibi eskatolojik bekleyişi başlatan trois nocturnesin üçüncü gecesi kıyamet kopuyor. Bu arada unutmadan söylemeliyim ki Robin Carolan’ın bestelediği filmin müzikleri inanılmaz çok güçlü.

Gelecek çok fazla itiraz olacaktır ama sözün özü şu; Robert Eggers 1922 yılında Weimar Cumhuriyeti’nde çekilen Murnau’nun başyapıtının bir asrını onurlandırdı ve sinema tarihinin en iyi vampir filmlerinden birine imza attı. Kenneth Branagh uyarlaması başımızın tacı ama darısı yeni bir Frankenstein filminin başına diliyorum.


[1] https://www.brentonfilm.com/nosferatu-history-and-home-video-guide-part-2

[2] Giovanni Scognamillo, Canavarlar, Yaratıklar, Manyaklar içinde anlatıyor.

[3] Bugünkü değeri 7.000.000 dolar.

[4] A Dictionary of Vampires. Peter Haining (2000). Robert Hall.

[5] “Transylvanian Superstitions.” The Nineteenth Century Vol.18 (1885)

   The Land Beyond the Forest: Facts, Figures, and Fancies from Transylvania (1888).

[6] Osmanlı Vampirleri: Söylenceler, Etkiler, Tepkiler. Fikter Kırgi, İletişim Yayınları.

[7] Türk Kültüründe Vampirler Oburlar, Yalmavuzlar ve Diğerleri. Mehmet Berk Yaltırık & Seçkin Sarpkaya, Karakum Yayınevi.

[8] Giovanni Scognamillo, İstanbul Gizemleri (1993).

[9] Antropolog Sefer Yetkin Işık’ın “Tırnova Cadıları Yahut Sözlü Kültürlerde halk İnançlarının Siyasal Manipülasyonu” makalesi içinden.

[10] https://variety.com/2024/film/news/nosferatu-sex-scenes-vampire-director-breaks-down-1236246641/

[11] Dracula: Infection, Disease and Illness:

https://skemman.is/bitstream/1946/40185/6/Dracula_Infection_Disease_and_Illness.pdf

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz