Ne zaman yazacağımı bilmiyordum aslında, önümde açık makinede eski yazıları, başlanmış ancak devamı gelmemiş hikâyeleri, son birkaç sayfa ile finaline kavuşacak olan kısa hikâyeleri, öykü girişlerini gözden geçirirken, yani her daim olduğu gibi, gece herkesin uyuduğu bir saatte, bol şekerli son kahvemi yudumlarken, artık yazma zamanımın geldiğini anladım. Çünkü bir anda iç sesim, östaki boruma GOT diye fısıldadı!
Bilenler hafifçe bir tebessümle başlarını yana eğerek GOT dedi içinden sanırım şimdi. Bilmeyenlerin ise “nedir abi bu GOT!” dediklerini duyar gibi olurken editörümden fırça yemeden kendime çeki düzen verip konuya döneyim…
GOT’un açılımı; Game Of Thrones / Taht Oyunu ve 2011 den 2019 yılına kadar 8 sezon bizleri ekran karşısına bağlayan dizinin ismi. George R.R. Martin adlı korku, fantezi ve bilim kurgu roman ve senaryo yazarının tüm dünyaca bilinen eseri A Song Of Ice And Fire / Buz ve Ateşin Şarkısı adlı fantastik roman serisinin ekranlara taşınan halidir aynı zamanda.
Kılıç, büyücüler, tanımadığımız coğrafyalar, siyaset, hırs, ejderhalar, aç gözlülük, kibir ve saf kötülüğü her haliyle görebileceğiniz, inanılmaz bir olay örgüsü, leziz bir anlatımla sizi bir anda o dünyaya götürecek ve avucuna alacak bir senaryo… Fantastik öğelerden, fantezi edebiyatından hiç hoşlanmadığını bildiğim insanların bile başta burun kıvırıp sonrasında müptelası olduğu bu epik romandan uyarlanan dizi, hayranları, tutkunları ve dahi göz ucuyla seyredenlerini de 8 sezon boyunca ekrana çivilemeyi başardı.
“Adam yazmış aabiii” dedirtecek kadar ince işlenmiş senaryosu, derinlemesine ama dozunda karakter analizleri, hırsın insanları ne hale getirdiğinin hiç de abartılmamış tasviri ve daha sayamadığım bir sürü atraksiyonu bu dizide bulacağınıza eminim. Kitap olarak okumaya başladığınızda gözünüzde canlandıracaklarınız ile ekranda göreceklerinizin aynı olmayacağını da akılda tutarak, ister kitabından başlayıp sonrasında bir tur da diziyi seyredin, ister önce diziyi seyredip “bakalım kitapta nasıl tasvir etmiş” diyerek sonrasında kitabı hatmedin. Biz, evin iki ayaklı sakinleri ikinci tura başlamak için sanırım bir yıl daha bekleyeceğiz. Ama çok sevgili komşularımızın biricik ve minicik kızı bile ismini Beyaz Yürüyüşçülerin kralını tek bir hançer darbesi ile öldüren Stark ailesinin minnak kızından almış ve ben her gün onun ismini duyduğumda istemsizce gülümserken bir yıl beklemek zor olacak gibi görünüyor…
GOT ile ilgili yazabileceğim satırların sayısı editörümün beni bir daha görmek istemeyeceği kadar fazla olsa da kendimi frenlemek zorunda hissediyorum. Bazı kitaplar, diziler ya da filmler vardır ki, gelecek kuşaklar da onları okusun, seyretsin ve beyninin, mantığının süzgecinden geçirdikten sonra kendisine bir ders çıkartsın istersiniz. O yüzden üstüme düşeni yaparak benden sonra gelecek kuşakların benim satırlarımdan etkilenmeden kendi çıkarımlarını yapmaları için iştahımı köreltmeyi tercih ediyorum. En azından internette okuyup etkilenecekleri bir yazı eksik olacak.
GOT’a kadar, o kadar çok ejderhalı büyücülü, kılıçlı, canavarlı izlencelik tükettik ki, GOT geldiğinde aslında biraz da burun kıvırarak, “hadi bakalım bu nasıl saçmalayacak! “ diyerek ekranın karşısına geçtik. Sonuçta fantastik film seyircisi / okuyucusu her ne kadar dram izleyicisine / okuyucusuna göre, hayal gücünü birkaç kat çalıştırmaya alışık, “saçma “ denilen her olguya bir kılıf uydurmaya meraklı olsa da, kendi içinde mantığı oturmayan, yani ayakları yere basmayan onlarca, yüzlerce eseri de yere atmış ve üzerinde tepinmiştir. İşte böyle bir izleyici kitlesi, kitabını okuyanları hariç tutuyorum, ekran karşısına geçtiğinde sıra dışı bir diziye başlamış oldu. Gerek hikâyenin akıcılığı, gerek oyunculuk, gerekse prodüksiyon olsun beni daha ilk bölümde büyülemişti. Hollywood’un dâhi çocuklarının çektiği filmlere yüzlerce milyon dolar sarf edildiğini biliyorduk ama bir dizi için bu kadar para sarf edildiğine Lost’tan bu yana şahit olmamıştık. Ki onun da ilk bölüm maliyeti haricinde aslında total bütçe olarak bakıldığında gerçekten makul seviyelere indiğini gördük.
İşin bütçesel yanı, sanat grubunun yeteneği, kostüm tasarımcısının zevki ayrı, oyuncuların da bu işe ne kadar inanarak girdikleri gözlerinden okunuyordu. Senaryoyu okuduklarında, bu muhteşem kitap serisinin yazarı olan George R.R. Martin ile tanıştıklarında ne kadar heyecanlandıklarını ancak tahmin edebilirim. Ki bu arada kamera arkası ve ekstralarda seyrettiğim kadarıyla, George R. R. Martin de kendi ağzıyla, “ hayal ettiğim her şeyi gerçekleştirmişler, bu kadar muhteşem bir setle karşılaşacağımı tahmin etmemiştim “ dedi. Yani ortaya bir başyapıt çıkması için gereken her türlü element mevcuttu ve çıktı da…
Bu yazımın tamamında bir televizyon dizisini anlatışımın sebebi kolaya kaçmak değil, bende derin bir iz bırakan görsel bir şöleni sizlerle paylaşmak… Ve son zamanlarda sürekli dert yandığım “kötülüğün kutsanması “ konusunda bu dizinin yapımcılarının ve serinin yazarının beni yanıltmayarak doğru şeyi yaptıklarını düşünüyorum… Kötüyü kötü, iyiyi de iyi olarak gösterip sonrasında da her türlü melanetin cezasının kesildiği, cezasının verildiği bir dünya yaratma konusunda çok başarılılar… Dizide, dünyada karşınıza çıkabilecek her türden insanı gayet net bir şekilde kişileştirilmiş halde görebiliyorsunuz. Bu da eserin fantastik evrenden yaşadığımız evrene oluşturduğu kopmaz başını oluşturuyor. Ve sizi gerçekten üzen bir sürü olayın ardından “kötülüğün” asla cezasız kalmadığı, içinizin rahatladığı bir sonla sizi rahatlatıyor…
Bir süredir, “kötüyüm ama sor bakalım neden kötüyüm” cümlesi üzerine kurgulanan metinlerin ve izlencelerin alt metinlerle şişirilerek servis edilmesi, bahanelerle şirin gösterilmeye çalışılması, nefret edilesi bir karakterle empati yapmaya zorlaması beni irite ediyor. O yüzden GOT beni iç rahatlığı ve “eski moda” bir adalet duygusuyla sarıp sarmalıyor. Çevrenizde sizi rahatsız eden kötülüğün ille de roman ya da filmlerde gördüğünüz tarzda olmasına gerek yok, cinayetler, yolsuzluklar, haksızlıklar, kapitalizmin palyaçosu karakterlerin önlenemez bir şekilde yükselişi ve adalet duygunuzun, git gide tatmin edilmeyen ve hatta unutturulmak istenen bir zafiyet olduğuna inandırılmak istenmeniz yeterli değil mi? İşte bunu geri çevirmek için “kötü kötüdür, buna bahane üretmeye gerek yok “ diyerek artık tarafınızı belli etmenizin zamanı gelmedi mi?
Hayallerimiz kadar var olduğumuz o fantezi dünyasında, hepinizin, kendisi için sınırsızca kurguladığı bir masalın kahramanı olmasını diliyorum…