Bugün 2022 yılının aralık ayının 12. Günü İstanbul’da bulutlu bir hava var. Dışarıda hava sıcaklığı şu sıralarda 16 dereceye yakın ve hem sonbahar hem de şu ana kadar kış geçmiş yıllara göre çok ama çok kurak geçti. Önümüzdeki aylarda düzenli ve insaflı bir yağış göremezsek bayağı kurak ve sıcak bir yaz bizi bekliyor. Üstelik biz bu kurak sıcak kışı tadımlarken Avrupa’dan Asya’dan, Amerika’dan mevsimlerdeki anormallikler devam ediyor kimi yerde hava mevsim sıcaklıklarının 10-15 derece altında, kar, buz, yağmur, fırtına, boran aman vermiyor, kimi yerde de bizdeki gibi çooook sıcak bir hava durumu hakim.
Ozon deliğinin bilim insanlarınca ilk fark edildiği 1970’li yıllardan bu yana, onlarca anlaşma, rapor ve haber eşliğinde uyarılan insanlık bugün hala iklim krizine tam olarak ayamadı. Geliyor, geldi, kapıda, dönülmez akşamın ufkunda derken iklim krizini artık iliklerimize kadar hissediyoruz. Geçtiğimiz 30 yılda aman haa dünya 1,5 derece ısınmasın oradan dönüş yok diyen bilim insanları bugün artık zararın neresinden dönersek kârdır diye bakıyor olaya mecburen. İklim krizi adım adım gelirken tabii ki Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından tek kutuplu kapitalist dünya bu durumun ekmeğini hapur hupur yedi ve şimdi ortada biz iklim kerizleri olarak kala kaldık.
İklim kerizi derken öyle laf olsun diye söylemiyorum, dünya üzerinde milyonlarca insan on yıllardır, iklim krizine küresel ısınmaya, küresel iklim değişikliğine karşı elinden gelen her şeyi yapıyor. Kimimiz vegan besleniyoruz, kimimiz toplu taşıma dahi kullanmamaya, izolasyonlu binalarda ne soğutucu, ne de ısıtıcı kullanmadan, karbon ayak izimizi yok çizgisine çekmek için elden gelen ne varsa yaparak yaşıyoruz. Eylemler, etkinlikler, söyleşiler, toplantılar gırla gidiyor. Hatta iklim krizi ile mücadele de yer yer kocaman bir sektör oldu.
Kapitalizm açısından bakıldığında yumoş bir iklim mücadelecisi en az bir kömür madeni işletmecisi kadar faydalı, üstelik karbon ayak izi falan da minnacık. 1990’ların başında başladığım gazetecilik hayatım boyunca onlarca önemli toplantı, anlaşma, protokolün haberini yaptım. Kyoto’dan, Paris’e Paris’ten Şarm El Şeyh’e protokoller, imzalar, açıklamalar sürdü gitti. Geldiğimiz yerde artık bizi alıp götürecek elektrikli araçları bekliyoruz.
Elektrikli araç demişken dünyamız da medeniyet her geçen gün biraz daha araçlara teslim oluyor. Evet elektrikli araçların fosil yakıtla çalışanlara karşı iklim ve tüketim açısından çok büyük avantajları var ama neden dünya üzerinde böyle sadece amaca yönelik, uygun, ucuz, lüks olamayan elektrikli araç üretebilen bir üretici yok? İnsanlık teknolojik olarak geldiğimiz durum sayesinde aslında artık çok daha az çalışarak hep beraber mutlu mesut yaşamaya çok yakın değil mi? Neden kıymeti kendinden menkul, şiddet tekelini gerine gerine kendi üstüne almış devletler, sınırlarla bu kadar ilgili? Mesela neden canı isteyen bir insan evinden bir sırt çantası ile yürüyerek çıkıp başka ülkeleri elini kolunu sallaya sallaya gezemiyor? Dünyanın tek iklim kerizi biz miyiz? Ya da başka yerden bakalım, dünyanın en çevreci ulaşım araçlarından yelkenli tekneler neden her yerde lüks sayılıyor?
Örneğin İstanbul bugün 16 milyondan fazla nüfusu ile ne yaparsak yapalım yaşanacak bir şehir değil ama inatla bu şehir yok finans merkeziydi, yok kâinatın en büyük havaalanıydı derken daha da cazibe merkezi haline getirilmeye çalışılıyor? Anadolu şehirlerinde her yönden kuraklık yaratılırken Marmara bölgesindeki tüm kaynaklar İstanbul’a akıtılsa da yaşanmıyor işte bu şehirde.
5, 10, 15, 20 yıllık bir plan programla artık cerahat haline gelmiş, urlaşmış bu şehir ve benzeri büyük şehirleri Anadolu’ya dağıtmak sürdürülebilir değil mi?
Haa bir de iklim kerizi avlamanın diğer bir yolu var, altın kelime “sürdürülebilirlik”. Benim gördüğüm bir kelime içi ne kadar boşaltılabilir ne kadar yozlaştırılabilir ve ne kadar sündürülebilirse “sürdürülebilirlik” de o kadar sündürüldü, sömürüldü. Çünkü kapitalizm sadece emeğimizi değil, duygumuzu, düşüncemizi, kelimelerimizi ve umutlarımızı sömürür.
Kanal İstanbul gibi bir ucubeyi hayal edebilenler nedense sürdürülebilirlik kavramını dilden düşürmezken gerçekten sürdürülebilir yaşam projelerine hep imkânsız gözü ile bakıyor.
“Haydi bisiklet yollarını artıralım” deseniz, yok kaynak yok ama gel sana 5 yıl sonra atık olacak uyduruk lityum pilli trafik katili “martı” scooter kiralayalım, ya da eğer paran çoksa 1 milyon liraya akülerini 3 sene sonra değiştirmek zorunda kalacağın elektrikli araç satalım, 48 ayda biner biner ödersin, deniyor.
Rusya Ukrayna’yı işgal edip bir anda geçen yılların şirin baba diktatörü Putin, tu kaka baba olunca, Avrupa birden doğalgaz için Rusya’ya nasıl bağlandığını fark ediverdi. Bu minicik stratejik hatanın ceremesini tüm dünyada yok olmasını beklediğimiz fosil yakıt sektörüne can suyu vererek ödedik, ödüyoruz, az önce dedim ya hepimiz iklim keriziyiz.
Aslında bir silkinsek, bir etrafımıza dikkatli baksak göreceğiz ki bu sanayi”leş”me bu otomobil”leş”me sadece 1880’lerden beri çevremizi sarıyor. Bundan sıyrılmak ve kurtulmak ziyadesi ile mümkün ve gerçekten sürdürülebilir.
Neyse çıkarken ışıkları kapatmayı unutmayın, kaloriferi kısın malum iklim krizi var!
Görsel: Magdalena Kula Manchee/Unsplash