Kentleri fiyakalı aç ülkeler!

0
418

Özellikle 70’li yıllarda sıklıkla bahsedilen, genel bir inanış ve söylem vardır; kırdan kente göç. Oysa ki bu fenomeni “kentin kırı geri çağırması” olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Savaşlardan çıkmış yıkılmış kentin, kendisinin yeniden inşası için, hiçbir karşılama zahmetine de girmeden kırı zorunlu davetine, farklı bir tarih okuması ile bakalım şimdi…

Katliamlar ve yıkım yüzyılı…

Kapitalizmin küresel ölçekte etkileri olan iki büyük depresyonu – 1873 Uzun Buhran ile 1930 Büyük Buhran – takip eden yıllarda iki büyük savaşa – I. ve II. Dünya Savaşları – neden olmuştur. Her iki kriz ve takip eden savaşlar milyonlarca insanın yaşamına ve kentlerin de yıkımına neden olmuştur.

Çok tartışmalı yaklaşım farklılıkları bir yana, 1900 yılından günümüze, 120 yılda ağırlıklı olarak yaşları 16-30 arasında değişen 200 milyon insan kapitalizmin savaşlarında öldürülmüştür. Aynı dönemde savaşlar ve bu savaşların bulanık ortamında yaşanan katliamlar ile yaklaşık 250 milyon insanın katledildiği düşünülmektedir.

Bu acı bilançonun yanı sıra, insanlık medeniyetinin inşa ettiği kültürel ve sosyal oluşumlar ve ekonomisi ile bunların ikonik karşılığı olan kentler de aynı dönemde büyük ölçüde yıkıma uğramıştır. Takip eden dönemde küresel ölçekte hemen her ülkede hazırlanan kentsel ve kırsal gelişim politikaları ile bu politikaların uzantısı uygulamalar esasen çarpık bir geleceğin de yazılı belgeleri haline gelmiştir.

200 milyon insan kapitalizmin savaşlarında öldürülmüştür (Our World in Data)

Savaşların yarattığı yıkımın kent/kır ilişkisini koparttığı bir dönemde hazırlanan kentsel ve kırsal kalkınma politikaları ne yazık ki bütünsel bir anlayışa sahip olamamıştır. Yine bu dönemde, birlikte bir gelişim sürecinden ziyade, son derece ayrık ve kent/kır arasında dengesiz bir kalkınma dönemi başlamıştır.

Savaşları takip eden dönemde, ekonomik kalkınma adına yapılan yatırımlar, her türlü altyapı ve lojistik olanaklarının daha kolaylıkla sağlanabildiği kentsel yapılarda veya yakın çevresinde, kırsal alandan oldukça uzak bir mesafede gerçekleştirilmiştir. Ancak bu yatırımların ve kentin yeniden tahkimi için ihtiyaç duyulan insan gücü ise büyük ölçüde savaşlarda yitirilmiştir.

Kentin yeniden inşası…

Birçok insanın inanışının aksine, tarihsel süreçte kent, kırdan daha önce oluşmuş bir yapıdır. Belki bugün anladığımız anlamda olmasa da insanlığın kırdan önce kenti inşa ettiği, kentin güçlenmesi ile önce kent saçakları dediğimiz – kentin çevresinde tarımsal toprakların kentsel topraklara dönüşmeye başladığı – değişik kentsel yapılaşma sorunlarının bulunduğu alanlar oluşturduğunu ve takiben kentten daha uzak bir mesafede ama yine kentin yönetim ve koruması altında olan tarımsal üretim ağırlıklı kırsalı oluşturduğu anlaşılmaktadır.

Bu nedenle kırı her hali ile kentin bir uzantısı olarak, onu besleyen bir yapı olarak düşünmek daha doğru olacaktır. Kırsal olarak adlandırdığımız nüfusun da esasen kentsoylu olduğunu, ancak zaman içerisinde tarımsal üretim ilişkileri ile farklı bir kültürel yapı oluşturduğunu anlamak gerekir.

Yukarıda bahsettiğimiz yıkımları takiben, kendisini yeniden inşa etmek isteyen kentin, isteksiz bir biçimde ama bir zorunluluk ile kırı – bir işgücü olarak – daha önceki dönemlerde olduğu gibi yeniden davet ettiğini görürüz. Ancak kent bu daveti yaparken, kentsoylu kesim ise tahkim için gelen bu yeni gücün kalıcılığını da istemez; ve bu işgücü için uygun bir altyapı, yaşam koşulu da sağlamaz. Kentin amacı kendisini inşa etmek ve bunu başaran işgücünü yeniden kıra geri göndermektir.

Kente çağrılan ve tek görevi kenti yeniden inşa etmek olan sınıf, kent sakınması ile yasaklı olan kültürel unsurlara adapte olamadığı ölçüde, önce kent saçaklarını ve takiben kentin dış kesimlerini, kentten tamamen farklı bir halka ile sarmalamaya başlamıştır.

Kent tüm tarih boyunca olduğu gibi, kendi içinden doğurduğu kırsalı hiç de kapsayıcı olmayacak şekilde yeniden ve çok farklı bir şekilde sömürmeye başlamıştır. Fakat bu sefer yaşanan sömürü, kırsalı – onu var eden işgücünü çalarak – geleceksiz bırakacak vahşilikte hem de kendi sonunu da hazırlayacak şekilde gerçekleşmiştir.

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kentsel ve kırsal kalkınma politikaları aynı eşitsizlik ve dengesizlik ile hazırlanmış, sözde kırsal politikalar hiçbir zaman kentsel gelişimini cazibesini önleyecek bir içeriğe sahip olamamıştır. Kentler kültürel, sosyal ve endüstriyel gelişim ve bunlara uygun altyapı yatırımları ile ihya edilirken, kırsal alan ise ihtiyaçları dikkate alınmadan popülist söylemi destekleyecek derme çatma yatırımların çöplüğü haline getirilmiştir.

Kentsoylunun kırsalı işgali!

Özellikle 1950-2000 arasında kent ve kentsoylu, çağırdığı ancak hiçbir şekilde bünyesine almadığı kırsal nüfusun terk ettiği toprakları bu yüzyılın başından başlayarak işgal etmeye başlamıştır. Bugün, işgücünü kentin değirmeninde yitiren ve hiçbir savunması kalmayan kırsalın tüm varlığını kent ve kentsoylulara neredeyse bedelsiz olarak kaptırdığına şahit olmaktayız.

Küresel ölçekte kentler, kırsalın tüm yer üstü ve yeraltı kaynaklarını kırsal kalkınma kisvesi altında, madencilik, enerji üretimi, suyun çekilmesi, sanayi yatırımları, ve en nihayetinde endüstriyel tarım ile sömürmekte, kırsal nüfusun olmadığı bir savaş alanında büyük bir zafer ile işgal etmektedir. Bu işgalin ülkelerin içinde bölgesel ve hatta küresel ölçekte topyekün bir ülkeyi boşalmaya zorlayarak gerçekleştirdiği görülmektedir.

Her yıl gezegenin yıllık kaynaklarını tükettiğimiz gün Limit Aşım Günü (Earth Overshoot Day) olarak hesaplanmaktadır. Geçtiğimiz yıl 2021 kaynaklarımızı 29 Temmuz’da tüketmiştik. Bu yıl Türkiye 2022 yılına ait tüm kaynaklarını 22 Haziran’da tüketmiş olacak ve gelecek yılının kaynaklarını kullanmaya başlayacak.

Bu yıl Türkiye 2022 yılına ait tüm kaynaklarını 22 Haziran’da tüketmiş olacak (Earth Overshoot Day)

Kapitalizmin kentleri ve kentsoyluları bu halde, kaynaklara daha fazla sahip olmak ve bu kaynakların bulunduğu bölgeleri işgal etmek arzusundadır. Bunun için kaynakların bulunduğu bölgeleri boşaltmak ve bu boşalan bölgelere hakim olmak takip edilen küresel bir politikadır.

Bugün, vatan, vatanseverlik veya daha ulvi amaçlar için yapılan bir savaş yoktur dünyada. Bugün, savunma sanayisi yüksek insani değerler için silah üretmemektedir. Bugün kapitalizmin etik ve insanlık dışı savaşlarını yaşamaktayız her bölgede. Bugün, yaşadığımız her türlü iç ve ülkeler arası savaşın, kaynaklarının sömürülmesi için hedeflenen bölgeleri insansız kılma – yani sahipsiz hale getirmek – savaşı olduğu bilinmelidir artık.