Kurtuluş Yok Tek Başına!

0
76

Reportare olmasa, bir avuç namuslu aydının derinden gelen fısıltıları kulaklarımı doldurmasa yazmaya mecalim yok(tu).  Sanırım ben de sonunda yılmıştım. Oysa en tehlikelisidir yılgınlık, bir kere esir aldı mı sinizme yelken açar, öfkeyi bastırır, eylemliliği soğutur. 

12 Eylül darbesinin zulmüne dolaylı dolaysız maruz kalan solcuların başına gelen de budur. 22 yıldan sonra sadece solcular değil, Kemalist, laik, demokrat, hatta ılımlı / özgürlükçü / liberal müslümanların başına gelen de budur. Ahmet Kaya’nın “Yorgun Demokrat” şarkısı boşuna yazılmadı, gerçekçi, anlamlı bir sosyo-politik analizin şarkısıydı. 

Bugünlerde “Yılgınlık Yok, Direniş var” sloganı kulağımda tersinden çınlıyor “Yılgınlık var, Direniş Yok”. 

Yılgınlığımız boşa değil aslında, son 22 yılda çok büyük kayıplar verdik, çok yenildik, büyük yenildik…Kötülük hep el yükseltti, kimi zaman siyasi kinle, kimi zaman kar hırsı, liyakatsizlik, tedbirsizlikle kol kola girdi. Kötülük büyür güçlenirken, iyiliğin adaletin, liyakatın yanında olanlar zayıflayadurdu, muhalif siyasetçiler, sivil toplumcular, gazeteciler, sanatçılar (diğerlerine göz dağı vermesi de hesaplanarak) hayatlarından, özgürlüklerinden, sevdiklerinden, ülkelerinden oldular. Ağzımızın tadı kaçmıştı zaten, üstüne ceplerimiz de boşaldı, pasaportumuz pula döndü, hayal bile kuramaz hale geldik. 

Bu zehirli atmosferden nasıl çıkacağız biz? Ne zaman gerçekten huzurla nefes alacağız? Nasıl güvende hissetmeye başlayacağız yeniden? Umudumuzu yeşertebilecek miyiz? Sevdiğimiz insanları, alışkanlıklarımızı, değerlerimizi, anılarımızı, vatanımızı bu uğursuz düzene bırakıp gidecek miyiz? Bir sahil kasabasında ya da yaylanın birinde kafamızı kuma, toprağa gömüp mü yaşayacağız? Bunun için mi okullar, kitaplar okuduk, oyunlar seyrettik, sinemalara müzelere gittik? Bunun için mi memleketin derdini dert edindik onca yıl? Hayır.  Bir yolunu bulmalı kendimize gelmeliyiz.  

Dünya tarihi despotik rejimlerin çöküşü ve halkların zafer hikayeleri ile doludur. Despotizm çürütür, çürüyen şey yıkılır. Bu kaçınılmaz bir sondur yalnız bu süreç ertelendikçe ülkeyi de beraberinde götürür. Çok uzağa gitmeye gerek yok bakınız Libya, Irak, Suriye. Onun için despotik rejim ülkeyi çökertmeden çökertilmek zorundadır.  Göründüklerinin aksine ne kadar çürük, kırılgan olduklarını en fazla onlar farkındadır, tam da bu sebeple her muhalif sesi kısmaya, ezmeye uğraşırlar. Kar hırsları ve sorumsuzlukları sebebiyle madenler patlar, evler yıkılır, oteller yanar, çocuklar ölür, aileler yok olur, ne gam, onlar sadece iktidarlarının derdindedir. 

Bolu Kartalkaya’da otel yangının dumanı üstünde, hala cansız bedenlere ulaşılamamışken “içimiz yanıyor” şeklindeki berbat retorikle sözüm ona acılar paylaşılıyordu. Sorunlu ve sorumlu bakanlar açıklama yapmak için patronlarının, pardon, genel başkanlarının konuşmasının bitmesini bekliyorlardı. O esnada genel başkan ise muhalif oylarla partisine katılan ilkesiz bir dönekle kafa tokuşturuyordu. 

İktidar bir yandan hamaseti timsah gözyaşlarına katık ediyor, öte yandan gazetecilik mesleğini bir kez daha iğdiş etmek suretiyle halkın haber alma, sorgulama, hesap sorma özgürlüklerine el koyuyordu. Dakikasında mevzuata bakıp cevabı verilecek “kim sorumlu” sorusunun cevabı için “10 gün sonra belli olacak” diyebilecek düzeyde arsızlaşmayı da ihmal etmiyorlardı. 

Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da, Novi Sad tren istasyonunun çatısının çökmesi sonucu hayatını kaybeden 15 kişi için adalet talep eden binlerce insanın videosuna bakın, iyi bakın . 2004’te Pamukova’da 45 kişinin ölümüyle sonuçlanan hızlı tren kazasının sorumlularının ceza almasını sağlayabilseydik belki 14 yıl sonra 7’si çocuk 25 kişinin ölümüyle sonuçlanan Çorlu tren katliamının önünü almış olurduk. 99 depreminde yıkımların sorumlularının hakkıyla yargılanması, depreme dayanıklı yapı konusunda gerekli önlemelerin alınması konusunda toplumsal ısrar yaratabilseydik 6 Şubat’ta 10 binlerce kaybın önüne geçebilirdik. Yılgınlık bize lüks, depresyon da öyle, bir an evvel harekete geçmemiz lazım.

Korkuyor muyuz? Neden? Söyleyin, kaybedecek neyimiz kaldı, canımızdan başka? Doğrusu onun da pek bir garantisi yok. Yolda yürürken aniden elektriğe kapılıp ölebilirsiniz İzmir’de olduğu gibi mesela. Ya da tatilde oteliniz yanabilir, depremde eviniz mezarınız olabilir, iş kazasında ya da erkek şiddetiyle öldürülmeniz de mümkün. Bana kalırsa bu ülke zaten uzun zamandır tehlikeli. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için korkumuzu yenmeliyiz. Çünkü faşizm korkudan beslenir onu açlıktan öldürmeliyiz. Korku en güzel örgütlenerek aşılır; insanlık evrimini koordinasyon ve iletişimi sağladığı örgütlü yaşam biçimine borçludur, beklenmedik doğa olayları ve vahşi hayvanlara karşı birlikte, yan yana durduğu için bugün buradadır.  

Ez cümle herkes kendine yakın hissettiği muhalif parti, örgüt, sivil toplum kuruluşu, dernek ne varsa üye olmaya, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı mücadele etmeye baksın. Çünkü “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” 

Görsel: unsplash.com / Teemu Paananen 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz