Şu günlerde emeklilerin halini gördükçe, yaşadıkları sıkıntılara tanık oldukça aklıma “Narayama Türküsü” adlı film geliyor. Dramatik bir Japon yapımı. Özgün adı Narayama Bushiko. Uluslararası alanda “The Ballad of Narayama” adıyla gösterime sunulan film Shichirô Fukazawa‘nın 1956 yılında yazdığı aynı adlı çok satan ödüllü bir romanına dayanıyor.
Yazarın büyük ilgi gören bu ilk romanı iki kez sinemaya konu olmuş. Bunlardan ilki 1958 yılına ait. Japon kadın yönetmen Keisuke Kinoshita’nın yönettiği yapımın neredeyse tamamı stüdyoda çekilmiş. Eleştirmenlerden büyük ilgi gören eser yıllar sonra 1983 yılında yeniden beyaz perdeye aktarılmış. Bu kez yönetmen Shohei Imamura… İlk filmin aksine dış çekimleriyle dikkat çeken bu yeni çalışma, daha gerçekçi, daha sert sahnelerle izleyicileri etkilemiş. Öyle ki uluslararası düzeyde değer görmüş, Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” ödülünü kazanmış.
Şimdi eminim içinizden “ne alaka arkadaş”, “filmle emekliler arasında ne gibi bir ilişki var” diyenleriniz olacak. Biraz sabredin. Hele biraz konusundan bahsedeyim, nedenini zaten siz de “şıp” diye anlayacaksınız.
Konu geçmişte, bilinmeyen bir zamanda, filmin sonunda adının Obasuta olduğunu öğrendiğimiz ücra bir dağ köyünde geçiyor.
Çok eski bir Japon söylencesi olan hikâyeye göre kıtlık ve yoksulluğun yarattığı nedenlerle, 70 yaşını bulmuş aile bireyleri gönüllü olarak Narayama’nın karlı dağına götürülmekte ve orada ölüme terk edilmektedir. Yürek burkan türden, acımasız bir gelenek gibi görülse de bu uygulamanın yöre insanı için bir açıklaması var. Neredeyse açlığın hâkim olduğu bir dünyada adeta yük haline gelen yaşlıların sofradan eksilmesi, arkadan gelecek gençlerin hayatta kalmaları anlamına gelmektedir.
“Yok artık, bunlar da yaşanmamıştır herhalde” diye düşünüyor olabilirsiniz. Evet kabul etmesi zor bir durum ama yaşanmış ki öykülerle dilden dile anlatılarak bugünlere kadar gelmiş…
Zaten filmde de böyle bir geleneğin varlığı çeşitli şekillerde sorgulanıyor. Yani herkes tarafından kabul görmüş bir uygulama değil. Kimi yaşlılar direniyor, kimi çocuklar da karşı koymak istiyor. Lakin yine de bu katı gelenek uygulanıyor.
Ana karakterler olarak anne Orin ile dul kalmış oğlu Tatsuhei üzerine kurulu yapımın senaryosuna göre oğul Tatsuhei günün birinde yaşı gelmiş olan annesini Narayama dağına götürmek gerçeğiyle yüz yüze kalır. Lakin bunu yapmak istemez. Anne Orin ise geleneklerine bağlı bir kadındır. Kesinlikle dağa götürülüp bırakılması gerektiğine inanmaktadır, aksi halde öldüğünde cennete gidemeyeceğini düşünür. Ruhunun huzur bulması için bu gereklidir. Böyle bir inanış hakimdir. Israrla oğluna bunu yapmasını söyler.
Aile üyelerinin hepsi aynı görüşleri paylaşmamaktadır. Torunu Kesakichi, çok yemek yediğini ima ederek büyükannenin sağlam dişleriyle ilgili sürekli laf etmekte, onu dışlamaktadır. Büyükanne Orin ise ön dişlerini taşa vurarak kırıp gözünün gençlerin yiyeceklerinde olmadığını torununa ve herkese gösterecek kadar cesurdur.
Nihayetinde Narayama dağı için yola koyulurlar. Dağın eteklerinde Tatsuhei’nin içinde bulunduğu üzüntüsünü, çelişkilerini ve ruh halini izleriz. Annesi Orin yaşıtlarına göre oldukça dinç, hayata daha bağlı, sağlıklı ve üretken bir kadındır. Ölüme gidebilecek bir kişilik değildir anlayacağınız. Ancak o gelenekler yok mu?
Tatsuhei ve sırtında taşıdığı annesi Orin uzun bir yürüyüşün sonunda Narayama’ya ulaştıklarında adeta bir fil mezarlığını andıran, sayısız insan iskeletiyle dolu bir manzarayla karşılaşırlar. Her kayanın tepesinde ise leş yiyen kuşlar bulunmaktadır. Tatsuhei büyük bir üzüntü içinde annesini orada bırakır. Dönüş yolunda ilerlerken birden kar yağmaya başlar. İç dünyasında teselli olur. Zira annesinin ölümü uzun sürmeyecektir. Köye döndüğünde dul kalmaması için ölüm yolculuğundan önce annesi tarafından evlendirildiği eşi tarafından karşılanır. Üzüntüsünü hafifletmek isteyen eşi ona “70 yaşına geldiklerinde kendilerinin de gideceği yerin orası olduğunu” söyler. Dramın son noktası bu olur…
“Narayama Türküsü”, hangi zamanda geçtiği belli olmayan bir masal gibi görünmesine rağmen, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Japonya’nın ideolojik duygu karmaşasını, kültürel erozyonunu ve bunun insancıl yansımalarını yansıtan bir yapım olarak eleştirmenler tarafından tam not alır. Yapımda toplumun katı kurallarına itaat, örf ve adetlerine duyulması gereken sadakat karşısında, kişisel vicdanın, sevgi ve insanlığın mücadelesi anlatılır.
Tıpkı içinde bulunduğumuz toplumsal hal gibi. Görevci bir akılla toplum ve devletin kurallarına koşulsuz itaat, dinle bezenmiş örf ve adetlere sadakat içinde bir yaşam, her türlü eleştirel, karşıt görüşün bastırılması, kabul görmemesi, dışlanması. Ekonomi-politik gerçekliği kendisine belletilen kalıp yargılarla, egemen düzenin yalanlarıyla algılayan ve hatta savunan insanlar… Kişisel vicdan, sevgi ve insanlık değerleri ise tıpkı filmde olduğu gibi henüz egemen düşüncelere karşı mücadele için yeterli düzeyde değil.
Bir taraftan emeklilerin yoksulluk ve hatta açlık sınırına yani Narayama Dağı’na bırakılmalarını, adeta ölüme terk edilişlerini izliyor, yaşadıkları dramı görüyor, üzülüyoruz. Diğer taraftan yaşananları ekonominin bir gerçeği, zorunluluğu gibi sunan, kendini kabullendiren sisteme, egemen devlet söylemine boyun eğiyoruz. Neymiş emekliler için yapılacak iyileştirme bütçeye önemli bir yük oluştururmuş, neymiş bütçe disiplini önemliymiş. Sarayın giderleri, kamunun giderleri, milletvekili ve emeklilerinin maaşları, yandaşlara peşkeş çekilen bütçe içindeki kaynakları düşününce yükün ne olduğunu anlamak pek zor değil sanırım.
Bu resmi iktidar söyleminin gerçek olduğuna öylesine inandırılıyoruz ki yaşlıları sisteme bir yük olarak görmekten dahi kendimizi alamıyoruz.
Filmin içinde geçen sembolik anlatımla emeklilerin içinde bulunduğu koşullar arasında bir analoji yapmaya kalksanız birçok benzerliği yakalamanız mümkün. Köyün ortamı, ilişkiler, Narayama dağı bu anlamda çok ilgi çekici göstergelerle dolu. Tabii ki duruşu, davranışlarıyla Orin anne de… Adeta emeklilerin duruşunu temsil eder gibi…
Oysa yaşadığımız şu ekonomi “sürdürülebilir sömürü” düzeninden başka bir şey değil. Bütçe için yapılan düzenlemelerin tamamı kapitalizmin, küresel sömürünün isteklerini karşılama amacını taşıyor. Toplumun zayıf kesimlerinin, ücrete bağımlı hale getirilmiş, sendikal haklarından mahrum bırakılmış kesimlerinin ekonomik ve sosyal kazanımları üzerine çökmüş bir güç ve sömürü düzeni… Bugün emeklilere yarın güçsüz, örgütsüz başkaca ekonomik temsillere…
Daha önce de defalarca yazdık, üzerinde konuştuk. Sermayenin, küresel şirketlerin ve egemen sınıfın refahı için gelirlere el koyma gücüne sahip olan ve bunu çıkarları için uygulamaktan çekinmeyecek iktidarların yaratacağı sonuçlar ortadır. Bu tür iktidarlar her devirde olduğu gibi yalnızca dağ gibi sorunlar, Narayama dağları yaratırlar…