Bireyden kitleye “rasyonellik” yolcuğumuz devam ediyor. Bir kişinin çeşitli ahval ve şerait içinde mantıklı davranmaktan ne denli uzak olduğundan bir önceki yazıda bahsetmiştim. Zekamızla verdiğimiz kararların aslında o kadar da yüksek bir zekayla değil arzularımıza ulaşmaktaki açlıklarımızdan kaynaklandığını anlamışızdır sanıyorum. Ama sorumlu yazarlık böyle bir şey değil. Ola ki anlamamışızdır diye örnekleri bir nebze çoğaltayım. Ayrıca içinde psikolojik yanılgılar ve daha neler neler anlatılan, gelecek nesillere bırakılması gereken çağdaş bir eser, bir baş ucu klasiği, rüzgârlı havalarda kapıların çarpmaması için kapı eşiğine bırakılabilecek kalınlıktaki özgün kitap “Bazı Şeyler Hakkında Bazı Şeyler”i okuyarak konu hakkında derinleşebilirsiniz. (Bir ürün yerleştirme hiç bu kadar zarif yapılmamıştı.)
İngiliz asıllı evrimsel biyolog ve psikolog Robin Dunbar’ın meşhur teoremi “Dunbar Sayısı” bir insanın sağlıklı ilişkiler kurabileceği kişi sayısını en fazla 150 olarak tanımlar. 150’nin üstündeki gruplarda bağlılık düşüyor ve topluluk olma özellikleri nispeten azalıyor. Yani evrimsel gelişmemiz ve minik tatlı beyinlerimiz 150 kişinin üstünü takip edemiyor, ilişkiyi sürdüremiyor. Ancak yine de kendimizi Instagram’da birilerini takipten alıkoyamıyoruz. Mesela benim hesabımda takip ettiğim kişi sayısı 1152. Mizah sayfaları, en güzel gelinlik modelleri hesapları ve mankenleri çıkarttığımızda bile gerçek hayatta tanışıklık sonucunda takip ettiğim ve bir daha karşılaşmayacağım insan sayısı bir hayli fazla. Hatta yukarıdan aşağıya gülen suratlar, kaydırmalı fotiler akan sosyal medya duvarlarımızda ilk görüşte çıkaramadığımız ve “bu kimdi be” diye efelendiğimiz kişi sayısı her geçen gün artıyor. Dunbar Sayısı’na göre 5 kişi yakın arkadaş, 15 kişi aile, 50 kişi Klan, 150 kişi kabile. Daha fazlasıysa mantıklı bağlar kuramayacağımız topluluklar. Bilişsel kapasitemiz yetmeyeceğini bile bile daha geniş kitlelere ait olma arzumuz bizi grup üyeliklerine, takibe takip aksiyonlarına, beğenilere beğeni yapmaya itiyor. İşte ben buna rasyonel hareket derim. (Bu arada beni takip edin, instagram/x; @onuruguru TaKiBe TaKip BeĞeNiYe BeĞeNi)
Bireyden organizasyona giderken durumlar biraz karmaşıklaşabiliyor. Sonuçta nerde çokluk orada bazı tutarsızlıklara gebe olabiliyor. Ancak kişiler rasyonel kararlar sergileyemezken örgütlerin kollektif zekaları gereği daha mantıklı kararlar sergilediği örnekleri görmek de mümkün. Misal Dunbar Sayısı’nın önemini bilen Goretex firması fabrikalarını dev yapılar yapmak yerine 150’şer kişilik minik tesisler olarak tasarlamış. Goratex firmasının stratejisi Robin Dunbar’ın “Şu Hayatta Kaç Arkadaş Lazım?” kitabında ilişkilerin daha doyumlu olması, bağların ve ortak hedeflerin daha fazla sahiplenilmesi için tasarlanması olarak anlatılmış. Sonuçta daha küçük yapılar arasındaki iletişim daha kuvvetli, takım arkadaşlarınızı görsel olarak bilmek de bağların kurulması açısından destekleyici, kısacası oldukça mantıklı. Peki tüm örgütler, kurumlar, organizasyonlar her zaman rasyonel mi? Mümkün değil.
Kurumlar bireyin duygusal hezeyanlarından uzaktır. Bir şirkette duygu bulamazsınız. Bulmamalısınız da. Çünkü duygu gereksiz ve değişkendir. Gereksizdir çünkü etik, ahlak, hukuk ve evrensel insani kurallar çerçevesinde çalıştığınızda duyguya gerek kalmaz. Değişkendir çünkü duygular çevresel koşullara göre verilen tepkilerdir ki çevre sürekli değişir. Nefsime uydum savunmaları ölçüsüz duyguların mamülleridir örneğin. Ancak kurumlar da bireyler gibi kendilerini bazı konulara ikna etmekte ustalaşmışlardır. NTV yayınlarından çıkan Rolf Dobelli’nin Hatasız Düşünme Sanatı 2’de beklentilerimizin bizi sürüklediği yanlışlardan bahsedilir. Google’ın 2005 yılının dördüncü çeyreğinde cirosunu %97 ve net karını; %82 arttırdığını açıkladıktan saniyeler sonra hisse değerlerinin %16 düşmesi ve bu düşüşün bir süre devam etmesi tüm yatırımcıları şaşırtmıştır. Nasıl olur da bu kadar mükemmel sonuçlar şirket değerini düşürebilir ki? Cevap; beklentilerin yüksekliği. Wall Street analistleri sonuçların açıklanmasından önce ellerinde karton bardak kahveleri, soğuk ama şık takım elbiseleri, havalı çoklu ekranları ve gösterişli plazalarında beklentilerinin daha yüksek olduğunu belirtmiş, böylelikle sanki hedeflere ulaşılamamış algısı oluşmuş ve harika bir sonuç getirilmesine karşın şirket değerinin 20 Milyar $ gibi küçük bir kayba uğramasına sebep olmuştur.
Şirketler sadece dış etkiler ve ekonomik koşulları öngörememek gibi durumlardan dolayı hatalar yapmazlar. Mantıksız davranışlarının tek müsebbibi çevresel faktörler olamaz. Tarihte kurumsal olarak şirket çıkarlarını tüm etik ve ahlak değerlerinin üstünde tutan organizasyonlara sık sık rastlamaktayız. (Mesela Bazı Şeyler Hakkında Bazı Şeyler kitabında bununla alakalı ziyadesiyle güzel örnekler var. Yine ürün yerleştirdim.) Tatil yörelerinde orman arazilerinin yanması sonucunda, hazır yanmışken oraya bir otel koyalım diyen şirketler bunun ekolojik sonuçlarını bilmiyorlar mı sizce? Rüşvetle, baskı ve rant ile karlılığını arttıran yapılar sektörlerine zarar verdikleri bilgisine haiz değiller mi? Birkaç dönemdir başarılı stratejilerin uygulanması ancak bugünün ihtiyaçlarının değiştiğini bilmem kaç kişilik organizasyonlar içinde bir kişinin bile fark etmemesi gerçekçi mi? Bir teknoloji firmasının masa üstü bilgisayarlara yatırım yapmama kararı alması, bir Amerikan Başkanı’nın telefonu kim kullanır ki demesi, bize bir şey olmaz zihniyetiyle her türlü etik, ahlak ve hukuk sınırını zorlayan şirketlerin rüzgâr dönünce ödeyecekleri bedelleri tahmin edememeleri mümkün mü?
Kıssadan hisse kişiler, kurumlar, organizasyonlar rasyonel olmaya çalışır ancak rasyonellikten ziyade durumsaldırlar. Nabza göre şerbetin yanında olaya göre cevap, ekmeğe göre köfte, saça göre tarak, hem ayranım dökülmesin hem de bazı tatsızlıklar yaşamayayım eğilimindelerdir. Peki hükümetler rasyonel midir? Bir sonraki yazıda buna bakacağız demek isterdim ama prensiplerim gereği retorik sorulara cevap vermiyorum. Siz rasyonel bir yönetim gördünüz mü hiç?