Otoriteyle Alay Etmek…

0
391
lemarathondesmots.com kullanılmak üzere

Bu benim yöntemimdi. Siz ne yaptınız nasıl yaparsınız bilmiyorum. Çocukken bilincim oluşmaya başladığında evin en saygı duyulanını kendime model edindim. Henüz 3-5 yaşlarındayken sözü en çok dinlenen kimse onun gibi davranmaya, onun gibi konuşmaya, onun gibi okumaya, onun gibi düşünmeye gayret ettim. Babam…

Okula başladığımda otorite ikiye bölündü. Okulda ve evin bir zamanında öğretmen, geri kalanında babam… Bu uzun yıllar böyle devam etti. Kitap okumadan ve okuduğum kitaplardan fayda görmeye başladığımda otorite üçe bölündü. Babam, ilkokul öğretmenim ve kitap…

Hayatımı bunlar düzenliyor, araya girmeye çalışanlar geçici misafirler olarak değerlendirilip bir kenara bırakılıyordu. Kuşkusuz iz bırakanlar da oluyor ama geçerli otoriteyi kıramıyorlardı. İnsanlardan uzak duruyor, kimseye güvenmiyordum. Henüz kişiliğimi geliştiriyor başka hiç kimsenin üzerimde otorite kurmasına izin vermiyordum. Ne zaman kendim bir otorite olmaya başladım, ne zaman kendi sözümü söylemeye başlayabildim o zaman otoriteden bağımsız hareket edebileceğimi kavradım işte o vakit özgürleştiğimi hissettim.

Lise son sınıfın bir günüydü. Tam tarihi hatırlamıyorum. Ama o saatin gün ışığı bile görselimde kayıtlıdır. Yüksek sesle ilk kez kahkaha attım. Ve tüm sınıfı güldürecek bir espri yaptım. O güne kadar hiç gülmedin mi? Hayır! Çocuk gülmez mi? Gülmemiştim. Her şeyi fazla ciddiye almış, kimse ile alay etmemiş ve kimseye benimle alay etme fırsatı vermemiştim. Bütün akrabalarım beni asık suratlı bir çocuk olarak tanımlardı. Evet, sokakta bitkin düşesiye oynadım, ağaç dallarına tırmandım, düştüm kalktım, doğum günlerimde dans ettim, denedim, yanıldım, sarıldım, sevildim ama bunların hepsini büyük bir “ciddiyetle” yaptım.

Neden böyle yaptığımı zaman içinde düşündüm. Çünkü henüz bir şey olamamış kendimin, otoriteye karşı tavır alacak gücü olmadığını, tabi olmam gerektiğini düşünüp kendimi korumaya almıştım. Zarar görmemek için… Henüz güçleniyordum…

Hayatımı 3 döneme ayırdım. Otoriteye hayranlık, otoriteden bağımsızlık ve kendi hayatımın otoritesi olma…

           “İnsan özgürleşmesinin başlangıcı, otoriteye gülme ve onunla alay etme yeteneğidir”

Bu söz üzerine düşünürken bu yazı çıktı ortaya. Kimin söylediği önemli değil. Zira ben bir sözün, bir icadın, bir buluşun, üretilmiş herhangi bir şeyin kişisel olmadığını düşünenlerdenim. Böyle düşünüyorum çünkü herkes ve her şey binlerce yıllık insanlık tarihinin ve milyarlarca insanın her birinin deneyimlerinin-birikiminin bir sonucudur. Böyle düşünebilirsek ben yaptım kibrinden kurtulmuş, deneyimlerimizi aktarmış oluruz.

İnsan ne zaman ya da hangi otoriteye gülmeye ve onunla alay etmeye başlar? Ya da bu gerekli midir? O zaman bu sözün doğruluğuna inanabilmek için önce otoritenin kim olduğuna bakmak gerekli. Ya da otoritenin karşısındaki konumumuza… Ben babama gülebilir ya da onunla alay edebilir miydim? Ya da ilkokul öğretmenimle, hayranlıkla okuduğum kitaplarla…

Otorite her zaman sorun teşkil etmez. Örneğin çocukken otoriteye muhtacızdır. Bir bilincin bizi yönlendirmesine ihtiyacımız vardır. Öğrenirken, deneyim kazanırken, biz henüz bir şey bilmez iken… Ama bilmem kaç yaşına gelmiş, hayatımızı kendimiz idare etmemiz gereken günlerde de hala bir otoriteye ihtiyaç duyuyorsak işte orada bir problem var demektir. Ya da biz bilincimizle hareket ediyorsak ve otorite hala ne yapmamız gerektiğini söylüyorsa… Örneğin ben 30 yaşındayken babam hala bana çatal bıçak kullanmayı öğretmeye kalkarsa  “babacığım, bu aşamayı geçmedik mi” diye gülerim. Bunda ısrar ederse alay edebilirim. Şu gerçek ki babam bu konuda bilinçli bir insandı ve ben ölene kadar onunla hiç alay etmedim.

Demek ki otoritenin kendini ya da karşısındakini bilmezliği durumunda alay etme hakkımız ortaya çıkıyor. Aksi de geçerli aslında. Otorite senin kendini bilmezliğini fark ettiğinde seninle alay etmeye başlayabiliyor.

Günümüz Türkiye’sinde ‘Kendini bilmez otoriteye’ gülen ve otoriteyle alay eden özgürleşmiş insanlarla, kendini bilmez insanlara gülen ve onlarla alay eden otoritenin olduğunu görüyoruz. Örneğin “ekonomiyi düzeltmek için bize 2023’te yetkiyi yine verin” diyen AKP yöneticileri pek ala bilinçsiz kesimle alay ediyordur. Bunun karşılığında bilinçli kesim de otoritenin bu tavrına gülüp onlarla alay edebiliyor.

Hoca şimdi bunları niye anlattın diyeceksiniz. Siyasi parti yöneticisi değilsiniz. Hükümetin hiçbir kadrosunda adamınız yok. Konum olarak olan bitene müdahale edebilecek makam-mevki sahibi değilsiniz. Vatanseversiniz. Yaşadığınız ülkenin huzur içinde adil bir şekilde yönetilmesini istiyorsunuz. Çocuklarınızın gelecek endişesi sarmış her birinizi. Çalışıyor, üretiyor, yoruluyor ama karşılığını alamıyorsunuz. Hayat pahalı. Ailenizi geçindirmek bile artık çok zor. Bırakın tatil yapmayı, dinlenmeyi, nefes alamıyorsunuz. Kiminiz açlık çekiyor, yeterli beslenemiyorsunuz. Can güvenliğiniz yok. Can güvenliğimiz yok. Neşe hocanın dediği gibi “iktidarın meşruiyeti için kanınız helal kılınmış.” Delirmek üzeresiniz. Delirmek üzereyiz. Bir bilince sahip herkes bu cehennemden bir çıkış yolu düşünüyor. Ne yazık ki umut bağladığımız birçok alan az daha sabredin telkininde bulunuyor. Henüz neye-ne kadar sabredeceğimizin de bilinmediğini de düşünürsek…

Bir umut, bir çıkış yolu düşünüyoruz. Bu duruma doğrudan müdahale edecek bir yapı göremeyince akıl sağlığımızı korumakla başlayabiliriz diye düşünüyorum. Ağlamak, kahretmek, hayata küsmek, umutsuzluğa kapılmak doğru gelmiyor bana. Gülmemek ciddiyet değildir. Asık yüzlülük ciddi düşünmek değildir. Eğlenerek, gülerek de üzerimizde bilinçsiz bir otorite kurmaya çalışanla alay ederek de ciddi bir şey yapabiliriz. Mutlak kurtuluşun kaynağı ne başka bir otorite, ne irademizi teslim edeceğimiz bir parti olabilir. Mutlak kurtuluşun kaynağı halktır. Yani bizleriz. Bizler olmadan hiçbir otorite bilinçsizce tahakküm kuramaz. Bu nedenle bizi ikna etmeye çabalarlar. Bu nedenle halkı cahil, bilinçsiz bırakmaya çalışırlar. Bilinçsiz insan otoriteyi sorgulayamaz, ne yaptığını düşünmez. Oysa bizlere otoritenin katacağı bir şey yoktur artık. O otorite ki bize hizmet için vardır. Bize hizmet edenlerin efendilik taslamaları ancak alay edilmeyi hak eder.

Çevremizde mahallemizde, iş yerlerimizde, okulda, sırada, pazarda, mağazada hayatımızı cehenneme çevirenlerle,  bizimle alay etmeye çalışan iktidarın cehaletiyle alay edebiliriz. Gerine gerine geziyorlar ya sanki önemli insanlarmış gibi, dava dava diye bağırıyorlar ya sağda solda, işte biz onların seçmen zihninde oluşturdukları sahte saygınlığı yerle bir edebilir,  gerçek yüzlerini gösterebiliriz.  Öfkemiz gülmemize, mutlu olmamıza engel değil. Aksine öfkelendikçe daha çok güleceğiz. Daha fazla alay edeceğiz yapmak istedikleriyle.

Mahirler hapishaneden tünel kazıp firar ediyorlar. Bir süre sonra yakalandıklarında yetkili soruyor; Tüneli anladım da kazdığınız toprağı ne yaptınız? Mahir cevap veriyor; Topraksız köylüye dağıttık… Bu anlatılan şehir efsanesi de olabilir, gerçek de… Bu efsanenin kabul görmesinin, dilden dile yayılmasının nedeni, içindeki ironi ve otoriteyle alay etmesinin çekiciliği.

İhraç edildiğimde okulumun önünde direnişe başlayacağım zaman ağzımdan ilk çıkan sözcük “siz kimsiniz de benim işimi elimden alacaksınız” olmuştu. 4 buçuk yıl sokakta direnme gücünü bana veren, hala gülebilmemi sağlayan şey işte bu soruydu, bu bilinçti. Siz kimsiniz sorusunu sormadan, bizi ezmeye çalışanı gözümüzde değersizleştirmeden, halk olarak yaptığımız şeyin onların çok üzerinde değer içerdiğini kavramadan istediğimiz ülkeyi yaratmanın bir yolu yok. Ham hayalden, boş umuttan, efelenmekten bahsetmiyorum. Alay etmek, otoriteye gülmek ciddi bir iştir. Bu ciddiyetle dimdik duracağız karşılarında. Bu ciddiyetle kahkaha atacağız boş-beleş algı operasyonlarına. Bu ciddiyetimiz saygı uyandıracak diğerlerinin üzerinde. Bizi dinleyenler okuyanlar diyecek ki bir bildiği var ki gülebiliyor. Evet, bir bildiğimiz var. Dünyanın en iyileştirici eylemi gülmektir ve biz kayıplarımıza ağladıktan hemen sonra, onların güzel anılarıyla cenaze evinde bile gülebilenleriz. Onlar kim?