Yıl 2023, Ağaç Mitolojisi kitabımı yazıyorum, artık son düzlükteyim, metin neredeyse bitmek üzere. Kaynak olarak kullandığım kitap yığının ortasındayım. Başımın üstünde eski çağlardan kalma bir bulut asılı duruyor. Bulutun içi mitler, inançlar, ritüellerle dolu. Modern bilim sayesinde öğrendiğimiz canlı türler arasındaki sınıflandırma zihnimde dağılmış durumda. Ağaçlara sadece ağaç olarak bakamıyorum. Hermann Hesse’nin “ağaçlara dikkatli bakarsanız çeşitli suretler görürsünüz” cümlesini dikkate alıp yürüyüşe çıkıyorum bir gün. Tek tek ağaçlara bakıp ve gövdesinde insan yüzüne benzeyen bir şekil olan ağacı buluyorum en sonunda. Bir anlığına da olsa yaşadığım çağdan kopup ağaçlarda ruhların yaşadığı, büyücülerin ağaçlarla konuştuğu bir döneme geri dönmüştüm o anda. Tüm ormanın ruhlarla dolu olduğuna inanan animist bir Amazon yerlisi ruhumda belirmişti. Ağaç Mitolojisi aslında doğaya, diğer canlılara bakışımızın ve onları nasıl kategorilere ayırdığımızın bir tarihi. Bu nedenle kitabın ilk bölümünün adı “Yeşil Akrabalarımız” olsun istedim.
Yeni Kaledonya yerlilerinden Kanaklar, insan ile bitki arasında bir yapı ve töz özdeşliği olduğuna inanıyorlar. Onlara göre yaşam biçimleri farklı olsa da insan ile bitki arasında bir yaşam denkliği var. Andaman Adaları’ndan yaşayan avcı-toplayıcılarda kızlar ergenliğe eriştiklerinde, onlara ek isim olarak o dönemde çiçek açmış bir ağacın ya da bitkinin ismi veriliyor. Endonezya mitolojisinde ağaç ile insanın kader ortaklığını anlatan bir mit var. Tanrı, ilk çifte başlangıçta armağanlarını gökten bir ip aracılığıyla gönderiyordu. Bir gün onlara taş gönderdi. Bu armağanı beğenmeyip reddettiler. Bir süre sonra tanrı muz gönderdi; insanların atası ilk çift bu armağanı çok beğendi. O anda tanrını sesini duydular: “Mademki muzu seçtiniz, yaşamınız da bu meyvenin ömrü gibi kısa olacak. Eğer taşı seçseydiniz, taş gibi ölümsüz ve değişmez olacaktınız.” İşte o günden itibaren insanın kaderi bir ağaç meyvesiyle eşitlendi.
Amerikan yerlilerinden Potawatomilerin dilinde masa gibi cansız bir nesne için “Bu nedir?” sorusu sorulur. Ama elma için “Bu varlık kimdir?” diye sormak gerekir. Ağacın bir ruhu olduğuna inandıkları için onun çocuğu elma da bir nesne değil, kişidir. Yeni Gine’deki Manambu halkı ağaçlara kötü davranılmaması gerektiğine inanır. Aksi takdirde “babalar” kızar. Antropolog Simon Harrison’a bir kabile büyücüsü şöyle der: “Babalar bunu görür ve öfkelenir, kendi kendilerine şöyle derler: O neden ağaca zarar verdi? Bu sadece bir ağaç değil, bir kişi. Bir adı var, bir babası, bir annesi ve annesinin bir kardeşi var ve meyveleri de onun çocuklarıdır.” Tüm canlılara ruh ve kişilik atayan bu dünya görüşünde insanlar diğer hayvan ve bitkilerle akraba olduklarını kabul ediyor. Malay dilinde orangutan kelimesi “orman adamı” anlamına gelir. Borneo’daki dayakların efsanesine göre, orangutanlar istese konuşabilir ama çalışmak zorunda kalmamak için sessiz kalırlar. 17. Yüzyılda Sierra Leone’de çalışmış Portekizli misyoner Peder Alvares, şempanzeleri ataları olarak gören yerlilerinden “dinsizler” diye bahsediyordu. Yerliler şempanzelerde atalarının ruhu olduğuna inanıyor ve onların torunları olduklarını kabul ediyordu.
Güney Amerika yerlilerinin inancına göre bitkilerin ve hayvanların çoğunun insan ruhuna benzeyen bir ruhu vardır ve bu özellikleri dolayısıyla onlar da “kişi”dir. Amazon ormanında yaşayan bir Açuar yerlisi şöyle der: “Tüylü maymunlar, siyah papağanlar, uluyan maymunlar… Yemek için öldürdüğümüz bütün canlılar bizim gibi kişilerdir (…) Bizler ‘eksiksiz kişiler’ ormanda öldürdüklerimize saygılı olmalıyız çünkü onların bizimle akrabalıkları vardır.” Başka bir Amerikan yerlisi ise kıtaya sonradan gelen beyaz adamla aralarında fark olduğunu söyler. Ona göre ataları ile diğer hayvanlar bir zamanlar evliydi ve insanlar her şeyi hayvanlardan öğrenmişti. Beyazlar ise hayvanlar konusunda pek bir şey bilmez: “Hayvanların ne yaptıklarını, kunduzun, ayının, sombalığının ve öbür yaratıkların nelere gereksinim duyduklarını biliriz, çünkü eskiden insanlar onlarla evlenirlerdi, bu bilgiyi hayvan karılarından edindiler. Beyazlar bu ülkede kısa bir süre yaşadılar, hayvanlar konusunda pek bir şey bilmezler; biz binlerce yıldır buradayız, hayvanlar bizi eğiteli çok oldu. Beyazlar unutmayalım diye her şeyi bir kitaba yazıyorlar; ama bizim atalarımız hayvanlarla evlendiler, onların tüm göreneklerini öğrendiler ve bilgilerini kuşaktan kuşağa geçirdiler.”
Ataların diğer hayvanlarla evlendiği, tüm canlıların insanlarınkine benzer bir ruha sahip kabul edildiği bu inanç sistemlerinde sürekli bir metafizik metamorfoz vardır. Tüm canlılar bir anda kılık değiştirip başka bir varlığın görünümüne bürünebilir. Birçok Afrika halkı deri ile bedenin aynı şey olduğunu söyler. Wakadifundulla denilen bir tılsım sayesinde kişi aslan ya da başka bir hayvana dönüşebilir. Aynı şekilde bir hayvan da büyü aracılığıyla postundan kurtulup insan görünümüne bürünebilir. Buryatların köken efsanesinde, göl kıyısına inen bir adam, kadınların çıplak olarak yüzdüklerini görür. Kadınlardan birinin elbisesini çalar. Elbisesi çalınan kadın hariç hepsi kuğu ya da kaz olup uçar ama giysileri çalınan kadın kuşa dönüşemeyip kıyıda kalır. Bir adamla evlenir ve ona erkek evlatlar doğurur. Ancak bir gün kuş giysilerine yeniden kavuşunca uçup gökyüzüne döner. İnuitlere göre kuşlar ve diğer hayvanların olağanüstü güçleri vardır. Şamanlar onların dilini bilip konuşabilir. Pek çok hayvanın avcıların gözleri önünde insana dönüşüp daha sonra yeniden ilk görünümlerine büründükleri anlatılır. Avcıların onlara aşağılayıcı sözler söylememesi gerekir çünkü öfkelenip intikam alabilirler.
Ölümden sonrası da bu dönüşüm sürecinin bir başka adımıdır. İnsan belki de ölüm gerçekliğinin bu kadar yoğun bir şekilde farkında olan tek canlı türüdür. İliklerine kadar hisseder ölümü. Bu dünyada bir çırpıda geçip giden yaşam süresi onu rahatsız eder. Bir devam hikâyesi düşler hep. Birçok halkın inancında insan ruhu başka bir hayvanın bedenine göçer. Geride kalanlar o hayvanlarda ölen akrabalarını görür. Florida’da yaşayan Amerikan yerlileri, sudan çıkıp köyün etrafında kendi evindeymiş gibi rahat davranan bir timsahın, vakti zamanında köyde ölmüş bir insanın ruhuna sahip olduğuna inanırlardı. Bir insanın yakın zamanda öldüğü bir eve girip çıkan kertenkele de eski evine geri dönen ölünün ruhu olarak kabul edilirdi. Güney Afrikalı Bantular ölülerin yılan görünümüne büründüğüne inanırlar. Bantulara göre ata ruhu geride kalan yaşayanlarla iletişim kurmak istediğinde yılan biçimine bürünür ve insanlara görünür. Doğu Afrikalı Akambalar köye giren bir pitonu öldürmez. Hayvana süt verilir, ona iyi davranılır, çünkü içinde köyden bir atanın ruhunu taşıdığına ve bu yüzden köye yaklaştığına inanılır. Aynı yılana yaban diyarlarda rastlanılırsa anında öldürülür.
Bazı Amazon kabilelerinde ölen erkekler oronpendola kuşlarına, kadınlar ise amazon papağanlarına dönüşür. Pasifik’teki Lifu adası yerlilerinde bir adam ölmeden önce bir kuş ya da kelebek olarak yeniden geleceğini söylerse, söz konusu hayvanın yenmesi ya da öldürülmesi adamın akrabalarına yasaklanır. Söz konusu hayvan bir atadır artık. Yaşayan akrabaları ona salt hayvan gözüyle bakmaz, ruhani bir yönü vardır, başkalaşım geçirmiş bir atadır o artık. Salomon Adaları’nda bazı köpekbalıklarının içinde bir insanın ruhu olduğuna inanılır. Çünkü bazı insanlar, ölmeden önce köpekbalığı olarak geri döneceklerini söyler. Sahilin belli bir bölgesinde sürekli olarak görülen aynı köpekbalığının bir “ruhu” olduğuna inanılır. Java ve Sumatra’da insanların ruhlarının timsahlara geçebileceği inancı yaygındır. İnsan ruhuna sahip bu timsahlar zararsız kabul edilir ve köyün insanlarını koruduğu kabul edilir. Endonezyalı Bataklara göre örnek bir yaşam sürdürmüş yaşlılar bir anda ortadan kaybolarak fil ya da yılana dönüşebilme gücüne sahiptir. Hindistan’daki Nagalar evde biri öldüğü zaman, orada bulunan hiç kimse ruh ölüler ülkesine kesin olarak göçmeden önce böcekler de dahil olmak üzere evde görünen hiçbir hayvanı öldürmez. Öldürülen hayvanın biçim değiştirmiş ölü olmasından korkulur. Bulgar folklorunda da sürekli evin bahçesinde dolaşan kirpiye zarar verilmez. Evini koruyan bir atanın ruhu olarak kabul edilir. Avustralya yerlilerinden Loritjalarda efsanevi ataların öldükten sonra dönüştükleri bazı özel ağaçlar vardır. Bir ağaç görünümünde olsa da aslında gövdesinde atanın ruhunu barındırmaktadır. Bu ağaçlardaki tohumlarda ileride doğacak çocukların ruhları yaşamaktadır. Tüm bu inançlarda insanın türsel sınırları geçirgendir, onu diğer canlı türlerinden ayıran sabit ve kesin sınırlar yoktur. Bir büyü ya da ölümden sonraki ruh transferiyle bitmek bilmeyen zincirleme bir başkalaşım vardır. Olağandışı davranan bir hayvanda ölen bir akrabanın ruhu olabilir, sihirli sözcüklerle insanlar bambaşka canlıların görünümüne kavuşabilir. Cenaze töreninde insanların hemen yanına konan bir kuş, ölen kişinin ruhunu taşıyor olabilir.
30.000 ya da 40.000 yıl önce bugünün Almanyası’ndaki Hohlenstein-Stadel mağarasında birileri mamut dişinden bir heykelcik yonttu. Ona günümüzde “aslan adam” deniliyor. Hayvan başlı insan vücutlu melez bir varlık o. Bildiğimiz gerçek canlıların sınıflandırılmasına uymayan fantastik bir yaratık. Ritüel sırasında başka canlılara dönüşen bir şaman mı? Klanın yarı hayvan yarı insan atası mı? On binlerce yıl önce insanların inandığı bir mitteki fantastik bir karakter mi? Bilmiyoruz ve hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Fakat insanın mitlerde, düşlerde ve hikâyelerde yarattığı melez canlıların ne kadar eskiye dayandığının bir kanıtıdır bu. Bugün bir futbol takımına gönül vermiş taraftarlar hâlâ kendilerini hayvanlarla özdeşleştiriyor. Galatasaraylılar aslanla, Fenerbahçeliler sarı kanaryayla özdeşleşiyor. Beşiktaşlılar ellerini kartal pençesine benzetiyor. Kim bilir belki de istediğimiz zaman hayvanlara dönüşebileceğimize dair o kadim inanç ruhumuzun derinliklerindeki tarihöncesi insanında yaşamaya devam ediyordur.
Kaynakça
Ergun Kocabıyık, Dolaylı Hayvan: İnsanın Metaforları, 2024, Akademim Yayınları.
Ulaş Tanrıkul, Ağaç Mitolojisi: Ritüeller, İnançlar, Mitler, 2024, Akademim Yayınları.
Philippe Descola, Doğa ve Kültürün Ötesinde, çev. İsmail Yerguz, 2013, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Lucien Lêvy-Bruhl, İlkel İnsanda Ruh Anlayışı, çev. Oğuz Adanır, 2018, Doğu Batı Yayınları.
Lucien Lêvy-Bruhl, İlkel Zihniyette Doğaüstü ve Doğa Anlayışı cilt I, çev. Oğuz Adanır, 2024, Doğu Batı Yayınları.