Bugün Amerika’da ucuz ve sağlıksız ama lezzetli bir şeyler atıştırmak istediğinizde onlarca “fast food” markasına ulaşmanız mümkün. McDonalds, Chick-Fil-a, Panda Express, Burger King, Taco Bell, Wendy’s, Starbucks gibi farklı mönüler sunan bu markaların tek bir ortak özellikleri var; hepsinin arabaya servis hizmeti sunması…
“Drive-Thru” (through kelimesinin seksi yazılımı) yani arabaya servis 1920’lerde otomobillerin yaygınlaşmasıyla Amerika’da başlayarak tüm dünyaya yayılmıştır. Evlere servis dışında yemek sipariş vermenin en hızlı yoludur. Tek yapmanız gereken otomobilinizle hoparlörün yanına gidip bir pencereden sipariş vermek ve diğer pencereden yemeğinizi almaktır.
Bugün yaygın olarak kullanılan “Drive-Thru” konsepti öncesi 1920’lerde “Drive-in” (geçen haftaki yazımda Amerika’da otomobil ve sinema ilişkisini incelediğim “Drive-In yazısına buradan ulaşabilirsiniz) konsepti zaten başlamıştı. İlk kurumsal uygulamasını 1921 yılında Dallas, Texas’taki “Kirby’s Pig Stand” uygulamaya başladı. Otomobilinizle restoranın önüne park edip “Carhop” denilen garsonun gelmesini bekliyor, siparişinizi verdikten sonra yiyecekleriniz yine garsonlar tarafından otomobilinize servis ediliyordu. Zamanla yoğunluk baş gösterdiğinden dolayı, bir ara geçiş dönemi olarak kimi restoranlarda siparişinizi otomobilinizle yaklaştığınız bir pencereden vererek park alanına geçip yemeğinizi beklediğiniz bir modele evrilmeye başladı.
Arabalı restoranlar ülke çapında seyahat edenlere büyük kolaylık sağlıyordu ve çok fazla zaman kaybetmeden yola kısa bir mola vermek için idealdi. “Drive-Thru Dreams: Journey Through the Heart of America’s Fast-Food Kingdom” (Arabaya Servis Rüyaları: Amerika’nın Fast-Food Krallığının Kalbine Yolculuk) kitabının yazarı Adam Chandler, arabaya servislerin “İnsanların gidecek bir yere sahip olma arzusundan ortaya çıktığını” söylüyor. Restoranların sayısı arttıkça, restoranlar verimlilik için rekabet etmeye başladı; bazıları daha hızlı servis için patenli garsonlar kullanmaya başladılar.
1921’de Kirby’s Pig Stand , bugünkü “Drive-Thru” konseptine en yakın arabalı restoranı tanıttı. 1931’de ise California’da Pig Stand franchise’ı, “Carhop”ları atlayarak doğrudan camdan arabaya servis alabileceğiniz bir servisi başlattığını duyuracaktı. 1920’li yıllarda başlayan otomobil sahipliğinin artması, kapıdan kapıya pazarlama sisteminin ortaya çıkması ve otomobilin getirdiği rahatlık ile konsept hızla yayılmaya başlayacaktı. Otomobil artık bir yemek odası haline gelmişti. Yine ilk tedarikçilerden biri olan ve ev yapımı turtalar ve ızgara peynirler sunan sandviç dükkanı Carpenter’s Sandwiches hızla bu konsete adapte olacaktı. Bazı zincir restoranlar konseptin öncüleri olarak tarihteki yerlerini almaya hızlıca başlayacaklardı. Sosisli sandviçleri ve kök biralarıyla tanınan ve çok sevilen bir mekan olan A&W, ilk arabalı restoranını 1920’lerde Sacramento, Kaliforniya’da açtı.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte otomobil sahipliğinde artış yeniden ciddi bir biçimde yükselmeye başladı ve Amerikalıların otomobil aşkı doruk noktasına ulaştı. Bugünkü servis hizmetine benzeyen ilk restoran ise 1947’de Springfield, Missouri’de Route 66 üzerinde bulunan Red’s Giant Hamburg olacaktı. (Tabelaya sığdıramadıkları için Hamburger yerine Hamburg yazılmıştı.) Mekanın sahibi Sheldon “Red” Chaney restoranı açmadan önce burası yalnızca benzin istasyonu olarak hizmet vermekteydi. Bir yıl sonra, 1948’de In-N-Out Burger zincirinden Harry ve Esther Snydero yılın başlarında kendilerinin icat ettiği iki yönlü hoparlör sistemine sahip, arabaya servisli bir restoran kurdular. Sloganları ise “Gecikmek Yok”du. Zaman içerisinde bu slogan yerini Amerika’da ikonik bir sembol olacak “ok” işaretine bırakacaktı. Tıpkı In-N-Out gibi Jack-in-the-Box da en başından itibaren iki yönlü bir hoparlör sistemi kullanıyordu. Markanın maskotu, interkom kutusunun üzerinde oturan, gülümseyen dev bir palyaço olan Jack’ti. Konukları selamlayan mesajı ise “Jack seninle konuşacak”tı.
Arabaya servis 40’lı yıllarda o kadar sıradan hale gelmişti ki, Post’un 22 Haziran 1946 tarihli “Eat and Run” başlıklı makalesinde şu cümle yer alıyordu: “Elmalı turtadan daha Amerikalı bir şey varsa o da arabaya servistir.”
Arabaya servisten “Drive Thru” konseptine geçişle birlikte mönüler de değişmeye başlayacaktı. Yapımı hızlı, otomobil hareket haindeyken yemesi kolay, dağılmayan, dökülmeyen yiyecekler ön plana çıkmaya başladı ve bugünkü fast food mönülerinin temelini oluşturdular; Hamburger, kemiksiz tavuk, patates kızartması ve elmalı turta… Mönülerle birlikte otomobillerin iç dizaynı da değişmeye başladı; bardak tutucular, açılır tepsiler tasarımlarını “Drive Thru” konseptine borçludurlar.
1970’lere gelindiğinde, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki arabaya servis restoranlarının yerini artık tamamen “Drive-Thru” restoranları almıştı. İlk McDonald’s arabalı geçişli restoran, 1975 yılında Sierra Vista, Arizona’da , Fort Huachuca yakınında , askeri bir tesis olan ve iş kıyafetleri giyerken görev dışında arabalarından inmelerine izin verilmeyen askeri üyelere hizmet etmek için kuruldu. 1987 yılında Bob Charles, çift araçlı geçiş konseptinin öncülüğünü yaptı. McDonald’s’ın Boulder, Colorado’daki franchise’ın sahibi Charles, bu yeniliği tasarlayan ve uygulayan ilk kişi oldu ve bu da birim başına satış hacminin önemli ölçüde artmasına neden olacaktı. Konsept çok kısa bir süre içerisinde Amerika sınırlarını aşarak İngiltere, Kanada ve Fransa gibi ülkeler başta olmak üzere yayılmaya başlayacaktı.
Arabaya servisten “Drive-Thru” konseptine geçişi Chandler şöyle anlatıyor: “Garsonlardan kurtuldular. Bulaşıklardan kurtuldular. Tabakları, bardakları ortadan kaldırdılar ve yerine kağıtlara sarılı ve kağıt bardaklarda servis edilen paketleri koydular. Bu da yemek yeme deneyimin tüm dinamiğini değiştirdi. Bu kadar çok insanı işe almanın getirdiği maliyetleri azaltıp verimliliğe odaklandılar.”
Amerika gibi otomobilin günlük yaşamın en önemli parçası olduğu bir coğrafyada “Drive-Thru” konsepti sadece fast food ile sınırlı kalmayacaktı. 1930’da St. Louis, Missouri Büyük Ulusal Bankası’na bir arabalı gişe gişesi kuruldu. Arabalı gişe o zamanlar yalnızca para yatırma işlemlerine izin veriyordu. Zaman içerisinde otomobille para çekilebilen ATM’ler, posta servisi, eczane hizmetleri, Las Vegas’da evlilik hizmeti, cenaze evleri, oy kullanma, fotoğraf çekim hizmeti, kahve dükkanları, çiçekçi dükkanları, Tesco gibi alışveriş mağazaları, internetten yapılan alışverişlerin arabaya teslim noktaları, Beer Through, Cruise Through, Brew Thru gibi alkollü içecek satış noktaları bu kervana katılacaklardı. Evlere sipariş sistemi yaygınlaşsa da “Drive-Thru”nün düşen hacmi pandemi döneminde yeniden yükselecekti.
QSR Dergisi’nin 2021 tarihli bir raporuna göre, Amerika’da tüm fast food müşteri trafiğinin yüzde 42’si “Drive Thru” siparişlerle satıldı. (McDonald’s’larda bu rakam yüzde 70’i buluyor.) En hızlı geçiş süresine 4,46 dakika ile Taco Bell sahipken onu 4.53 dakika ile KFC, 4,76 dakika ile Carl’s Jr, 4,91 dakika ile Dunkin takip ediyor. Bu rakamlar 2018 yılında McDonald’s için 4 dakikanın altındaydı. Ve ortalama olarak önde 3,8 adet bir otomobilin siparişlerini alması için bekleme süresi mevcut.
Günümüzde ise karbon emisyonları ve karbon salınımlarının kontrol altına alma çabaları nedeniyle “Drive-Thru” restoranlar mercek altına alınmış durumda. Yetkililer ortalama bir sürücü yılın her günü sadece 3 dakika rölantide çalışmaktan kaçınsaydı, CO2 emisyonları yılda 1,4 milyon ton veya 320.000 arabanın trafikten çekilmesine eşdeğer bir oranda azalacağını iddia etmekteler. Bu sebeple başta Minneapolis, 2019’da yeni arabaya servislerin inşasını yasaklarken, Creve, Coeur, Fair Haven ve Orchard Park dahil olmak üzere diğer bazı ABD şehirleri de benzer bir yasayı yürürlüğe koydular.
Arabaya servis ve/veya “Drive-Thru”, Amerika’nın savaş döneminde başlayan kapitalist ideallerinin tipik bir örneğidir: beceriklilik, hız ve verimlilik…
Daha önceki yazılarınızda olduğu gibi yine çok bilgilendim. Hızdan bir kez daha hicap duyarak…Aklınıza ve elinize sağlık.