Hayatmış Bunun Adı: Lakin İyi Yaşadık…

0
197

Hepimizde farklı duygulara açılır o kalbimiz kadar beyaz sayfalar. Sonra bir şiir döker dizelerini gözlerimize. Eskidendi der çok eskiden;

“Hani ay herkese gülümserken,

Mevsimler kimseyi dinlemezken…

Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,

Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,

Hani oyunlar tükenmemişken,

Henüz kimse bize ihanet etmemiş,

Biz kimseyi aldatmamışken,

Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,

Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,

Daha biz kimseye küsmemiş,

Daha kimse ölmemişken,

Eskidendi, çok eskiden.” (*)

Peki bu şiirin her bir dizesini içimizde koştururken eski neden o kadar güzelleşir de özleriz? Terli çocukluğumuzun sırtına havlu koyanlar eksiliyor gibi hissettiğimizden, sokakta oynarken akşam olduğunu hatırlatan anne seslerinin de susacağını hatırladığımızdan, çocukluğumuzun evlerindeki dantel örtüler sarardığından ve yerleri hep boş kalacağından, babamız annemize sanki bir daha hiç mahcup bir sevgiyle bakamayacakmış gibi naif duygulardan uzaklaştığımızdan, mektup yazmaların yerine birbirlerimizin hayatlarından sessizce gitmeyi marifet saydığımızdan, inandıklarımız azaldığından, korktuklarımız fazlalaştığından… Elimizdeki boş kahve fincanıyla kapısını çalacağımız komşularımız olmadığından, birimiz zorda kaldığında aramızda topladığımız üç beş kuruşu gizlice çantasına koymak yerine, düştüğü durumdan zevk aldığımızdan, sevmeyi bilmediğimizden, nefreti öğrendiğimizden, ağız dolusu gülüşlerin yerine ağız dolusu küfürlerin lügatına hakim olduğumuzdan, huzurlu öğle uykuları yerine, mutsuzluklarımızdan uzun gece uykusuzluklarına hapsolduğumuzdan, ölü evinde sessizce oturmanın erdem olduğunu unutup, kapı önüne bırakılan bir çift ayakkabısına basar gibi arkasından sövdüğümüzden, incelikleri ve zarafeti saflık, gördüğümüzden, özcesi ağlayarak geldiğimiz dünyaya gülümseyerek tavır almak yerine alaycı kibrimizden… Eskidendi çok eskiden diyebilecek kadar yaşanmışlıkları var geçip giden yaşlarımızın. Hepimizin anlatacak öyküleri, kahramanları, özledikleri…

Sevdiği sütlü tatlıları çabuk bitmesin diye çay kaşığıyla yiyen çocukluğumuzdan, anneanne-babaanne evinde serpilen gençliğimizden, annelerimizden, babalarımızdan, mahalle denen o bayramyeri gibi şenlikli korunaklığımızdan, korkularımızdan, içimize dar dışımıza büyük gelen büyüme telaşımızdan ne varsa orada duruyor hâlâ. Hiç unutmayalım diye. Ayşen Şahin, Lakin İyi Yaşadık diyor. Kitaptaki her bir öykü kimimizin çocukluğuna bazılarımızın gençliğine denk gelen 90’lı yılların insanlarını anlatıyor. Varsa çocukluk sesinizin kaydedildiği kasetiniz dinleyesiniz istiyor. Çünkü sesiniz kendi ömrünüze merhamet, her bir öyküdeki ince sitem de hayat. Ve biriktirdiğiniz kutularla başlıyor her şey, kutuların kapakları kitapla ellerinizde. Biz, Lakin İyi Yaşadık üzerine konuştuk. Keyifli okumalar…

 Röportaj: Funda Dörtkaş

(*) Şiir: Murathan Mungan

Funda Dörtkaş: Zaman geçer. İzdüşümü her insan için farklıdır, geçmişin mutlu anları yoğunlukla özlemle ve hüzünle hatırlanır. Sizce geçmişi anımsamak, bir pastanın üstündeki yeni yaş mumunun üflendiği kısacık an ile ışıkların açıldığı o uzun zamana sıkışanlar kadar mıdır?

Ayşen Şahin: Geçmişi anımsamanın da getirdiği yükümlülükler var. O kadar kısa bir süre değil. Neyi kaybettim, neyi kazandım, nerede yanlış, nerede doğruydum soruları da geçmişe açılan kapıdan sızar.  Özlemenin de altı doludur. Bir şeyler eksik demek ki özlem o eksikliğe doluyor. O yüzden belki de öykülerin şimdi ortaya çıkması da anlamlıdır. Demek içimdeki boşluk öyle büyüdü ki fazlasıyla özlem doldu içeriye. Sürekli geçmişi anar oldum. O yüzden gelmiştir o “yazmasam kalbim çok sıkışacak” hissi

Funda Dörtkaş: Büyümek yaşamın kimi zaman ağrısını geçiremediğimiz gönül kırığı gibi. Hakikat ve hatırlamak arasındaki sancının kapısını öykülere açmanızın sebebi nedir? O kapıdan elinizdeki anahtarlarla istediğiniz her odaya girebildiniz mi?

Ayşen Şahin: Büyümek aslında yenilgileri, kuralları kabul etmek. Keşke elimizde olsa büyümesek. Her aldığımız yaşla birlikte bazı hayallerden vazgeçiyoruz. Büyüdük ama işte istemeden. Bu coğrafya bizi vaktinden önce büyüttü. Kitapta da bahsetmeye çalıştım. O kapıların hepsinden geçmemek gerek. Arkasında iyilik güzellik olmadığını bildiğimiz kapıları, ellemeyelim kapalı kalsın. Gerisi hayatımızda gereksiz yük, gereksiz alan, gereksiz dram.

Funda Dörtkaş: Öyküleriniz kendinizi bunca zaman sakladığınız korunaklı bir yer miydi? Yoksa kendinizden bile sakladıklarınızı arayıp bulduğunuz bir sokak mıydı?

Ayşen Şahin: Öyküler aslında dilimdeydi. Ben hep anlatırdım. Bazen de yeri gelmezdi, içimde patlardı. Yazmak kadar anlatmayı da severim ben. Anlatacak vakit bulamadığımda öykümü unutacağımdan korkarım. O zaman gerçekten de eşyalar saklarım. Bakıp hatırlarım diye düşünürüm. Ama anlattığımda ne kadarı kalır dinleyenin aklında? Bir gün mesela öyküdeki kadının adını yanlış hatırlasa?  Ben yoksa zaten kendime saklamam hiç bir şeyi. Derdimi de, sevincimi de, eşyalarımı da, her şeyimi de paylaşayım isterim. Öyle alıştık, dostlar sağ olsun, pek de zararını görmedim.

Funda Dörtkaş: Kitabınızın “Kutular” öyküsüyle başlaması sadece tesadüf mü? Kutuların geçmişle kurduğu sırdaşlığın kapağını kaldırmak “kendimizi gülerken ya da ağlarken bulma zamanı”nı selamlamak, ben de o kutudaydım, kimseler bilmezdi demek için mi?

Ayşen Şahin: Tesadüf değil tabii ki, aslında kitaptaki en gerçek hal o. Kutuların yükü ağır. Bunu manen söylemiyorum; fiziksel olarak da ağır. Eşya insana ayak bağı, uzaklaşamıyorsun, anılarla eşya eşleyince yükünü de hafifletemiyorsun. Şimdi artık büyük kısmı ile vedalaşabilirim. 134 sayfaya sığan kadarından en azından. Ve dilerim ben de birilerinin kutusundayımdır. Yoksa boşa geçmiş sayarım ömrümü. Kimsede bir iz, bir anı bırakmadan gitmek korkunç olsa gerek.

Funda Dörtkaş: İlk öykünüzle birlikte kitaba ait bir zaman ve uzam yaratıyorsunuz. Sanki o yıllarda bir eve misafir edilmişiz, evin sahibi terlikleri uzatmış, bir koltukla yoldaşlık edercesine yumuşaklığına yerleşmiş, sehpanın üzerindeki örtüyü de elimizle düzeltiyormuşuz gibi. Geçmişin yaşayan hali öykülerin sonuna eklediğiniz notlarla cisimleşiyor. Eski, eski değil; sadece yeni, istenen yeni değil demek doğru bir tanımlama mı?

Ayşen Şahin: O hissi verebildiysem ne mutlu bana. Kitabı yazarken hayalim, okuru dünyama misafir edip, bol telveli bir kahve eşliğinde içimi dökmekti. Neye bakıp neleri andığımı bilsinler istedim. Ne kadar ortaksa dünyamız, sohbet de o kadar uzar diye düşündüm. Dedim ya ben zaten kendime saklayamam hiç bir şeyi. Eskilerin hepsi eskide kalmadı. Bazılarını hatırlamak zorunluluğu da bundandı. Şimdi bekliyorum, yeni halleri ile bakalım kendilerini bulacak mı öykülerin muhatapları.

Funda Dörtkaş: Aferin öykünüzü okuyanlar farklı duygular arasında salınıp duracaklardır. (Okur olarak ben o öyküyü bitirdikten sonra çocukluk sesimin kaydedildiği turuncu kaseti birkaç kere dinledim.) Sesin geçmişte kapladığı yerin, cümlelerin şimdide anlattıklarına açtığı bahçede hangi aferin için mutluluğu arıyoruz hâlâ?

Ayşen Şahin: Hepimiz bir aferin peşindeyiz. Bazen başarısızlıklarımızın bedeli olarak babadan beklediğimiz aferine sığınırız. O bizi dipten korur. Suçu yerimize üstlenir.  Bazen sevgiliden bekleriz, bu yorgunlukların bir tesellisi görevi üstlenir. En önemlisi kendimize borçlu olduğumuz aferini verip veremeyeceğimiz. Elimizi, dilimizi korkak alıştırmasak daha rahat edeceğiz.

Funda Dörtkaş: Öykülerin ortaklaşa hissettirdiği salt nostaljik bir romantizm değil, hakikat, hayal kırıklığı, yerini henüz yurt edinememe, dayanışma, inatçı bir umut aynı zamanda. Anımsayalım istemişsiniz Celal Abileri, Ümmü Ablaları… Kendi öykülerinizi de unutmayın demişsiniz sanki.

Ayşen Şahin: Tam da bu gerçekten. İnsanları dinlemek, öykülerini anlamak, oradan kendimize pay çıkarmak, tahammülün bu yoka yakın hallerinde, insanlara bir şans vermek, inceden kalplerine dokunmak. Oradan beslenmek, büyümeye böyle direnmek, umudu hiç kaybetmemek. Kimseyi tam tanımadan yargılayıp silmemek ve ortak paydalara sırt dayamak… Böyle güçleneceğiz.

Funda Dörtkaş: Gülmekle ağlamak, özlemekle, kavuşmak arasında, o yılları hatırlamaya merhamet şimdiki zamana merhem olur mu?

Ayşen Şahin: Neyi özlediğimizi ve ne olabilirsek mutlu olabileceğimizi bulabilirsek olur bence. Özlemin dolduğu boşluğu tespit edebilirsek çözeriz. Yaramız neredeyse oraya derman ararız. Kafaya koyarsak da buluruz.

Funda Dörtkaş: “Gülünebilen mağduriyetler hayatı yaşanır kılar, hayata tutundurur”mu sahiden?

Ayşen Şahin: Hamasi laflar etmek istemem ama bende her zaman işe yaradı. Yarayı deşince yara iyileşmiyor, inadına derinleşiyor, izi geçmiyor. Ama ellemezsen, doğallığında hızlı geçiyor. İlk günler bakıp “iyi ya, düne göre bayağı iyi durumda” dersek, bir süre sonra oradaki izi unutuyoruz, acımaz, kaşınmaz oluyor. “Burada iz var” diye her gün kontrol etmezsek, bir gün bakıyoruz anlatırken, izi göstermek için. “Aa? hiç kalmamış”, iyileşmiş gitmiş. Hayat da böyle.

Funda Dörtkaş: Günümüz insanı bile isteye kendisini tutsak ettiği kibrit kutusu görünümlü rezidanslarda, güvenliğine zeval gelmesin diye duacı olduğu sitelerde mutsuzluğun mutluluğunu yaşıyor. Siz mahalle güzel şeydi diyorsunuz. Varolabilmek için yokedebilmenin yalancı utkusu gözardı edilen o mahallelerin hangi sokağında yorulup terleyecek?

Ayşen Şahin: Yeni dünya düzeni, rezidans dediğimiz aşırı kitlesel yaşam formunu dayatabilir. Kalabalıklaşıyoruz. Şehirlere sığamayabiliriz. Mahallelerin arkasından gözyaşı dökerim o ayrı. Ama hayat bu, gelecek 20 senede ne olacağı belli olmaz, hepsi yok olabilir.  Asıl sorun; mahalledeki dayanışma ortamına, steril, yalnız ve şahsi prensipleri aşırı önemseyen bir hayatı tercih etmek. Şimdi yalnızlık övgüsü yaşıyor, kendimize dönüyor, kendimizi aşırı önemsiyoruz. Ama bir gün, ağlayacak omuz, kahkaha atarken elimizi koyacak bir diz arayacağız. 

Funda Dörtkaş: Lakin İyi Yaşadık, öyküleriyle hem bir sitem hem yaşanan her şeyin üstüne örtülen merhamet hem de sevinçleriyle masum, hayalleriyle dünya… Birbirinden farklı ve fakat kimi yaşanmışlıklarda farkettirmeden kesişen bu duyguları her şeye rağmen mutluluktu diye tanımlayabilir miyiz?

Ayşen Şahin: Her şeye rağmen mutluluk ve her şeye rağmen devam edebilme azmi.  Adına “empati” dendiğini bilmeden, karşındaki gibi düşünme melekeleri. Bir de işte, devam etmek için, karşımızdakinin derinine inip, kendi travmalarımızın yüzeyinde kalma teorisi. Pek bir dayanağı yok, benim metodum sadece.

Funda Dörtkaş: Öykülerdeki zaman, mekan, tarihler, yaşananlar, sokaklar, evler… Sanki öz tek, insanları anlatmışsınız uzun uzun. Son yıllarda ilişkilerin sosyal mecralar aracılığıyla anlamlandırıldığı kabalığa, “insan” var ve onu unutmayın demişsiniz. Sizce tekrar ne zaman hatırlanacak insani ilişkilerin tümünün galibiyet-mağlubiyet dökümü olmadığı?

Ayşen Şahin: Bir gün ihtiyacımız olduğunda, hiç beklemediğimiz bir el uzanıyor. O gün insan anlıyor. Sıkıcı geçen düğününüzde, ortamı ilk coşturan insan, zora düştüğünüzde sizin adınıza bağış kampanyası başlatan, hastanedeyken yakınlar ulaşana kadar başınızda bekleyen, bir kaza anında gönüllü şahitlik yapan, mülteciler için gönülden çalışan, damarına basıldığında sokaklara dökülen. Bu insanlar hala var. Ben görüyorum, birlikte yaşıyorum, çevremde artık hep onlar var. Görünce insan anlıyor, doğru insanlara ulaşmak ya da insanlara ayna tutabilmek için uğraşmak gerek.

Funda Dörtkaş: İnandıklarımız azaldı, korktuklarımız fazlalaştı. Eski neden o kadar güzel de özlüyoruz?

Ayşen Şahin: İnandıklarımızın azalması, imkansızlıkların artmasından. Korkmamız da öyle, korkacak artık çok fazla parametre olmasından. Bu duvarları yıkabilirsek,  özlemi azaltır, anlık keyifleri artırabiliriz.

Funda Dörtkaş: Geçmişin hafızası, o yıllarda yaşanan acılara “bir direnç ve bir hayat” emanet etti mi sizce?

Ayşen Şahin: Bana etti, o dönem de acıydı, şerbetlendik acıya. Direncimiz arttı. Bizim yaşadığımız günlerin birini bile kaldıramaz bir Kuzey Avrupalı. Seyahat severim, en çok Beyrut’ta insanlara hayran kalmıştım. Öyle güzel yaşıyorlardı ki. Konuştuk bazıları ile. Genel kanı, ölüme çok yakın yaşayınca, hayatın tadını almış olduklarıydı. Bizim de yıllar içinde geleceğimiz kıvam o. Tercih ettiğim değil ama Ortadoğulu olmanın dayattığı bir şey bu. Artık Avrupalı olmaktan dönemeyecek kadar uzaklaştık zaten.

Funda Dörtkaş: Refiye’m öyküsü okurların çocukluğunun açılacağı bahçelerden. Aidiyet duygusu nasıl bir mahcubiyet barındırır ki yıllar sonra yine kendini o yıllara yakıştırır hep?

Ayşen Şahin: Aidiyet insana huzur verir, kalabalık hissettirir. Taraftarlık da böyledir, hemşeri muhabbeti de. Aslında dediğim gibi, özünde içimiz yalnızlık kaldırmıyor. Yanımızda yöremizde birileri olsun, bir avuç toprak, dört duvar olsun istiyoruz. Aidiyetin mahcubiyeti değil, verdiği yaşama gücü var sanki. Ben mesela anneannem artık beni duyamazken de ona güvenirdim. Bir güvence istiyor demek insan hayatta. En az bir kişi olsun istiyor, onu sorgusuz kabullenen, ortak paydası bol biri olsun.

Funda Dörtkaş: Yıllar yine geçecek, bir on yıl daha, peki ne kalacak geriye sizce “birbirimize dost ettiğin için teşekkürler hayat, yine de kırgınız sana” diyebilmemizden başka?

Ayşen Şahin: Çok düşündüm bunu, günden güne değişti yanıtlarım. Sonra bıraktım. 24 saatlere böldüm hayatı. Bir anda işler kolaylaştı. Bugün var yarın yokuz. Bildiğimiz doğruları savunurken de, demi kıvamında bir çay içerken de, sadece o anı düşünmek kurtardı beni. Kırgınız hayata ama biz barışmak için elimizden geleni yapalım, baktık olmuyor; en azından bu bizim değil hayatın suçu olsun.

Funda Dörtkaş: Bizi yanıtladığınız için çok teşekkür ediyorum.

Ayşen Şahin: Bu keyifli röportaj için ben teşekkür ederim.

Önceki İçerikRadyonun Kurumsalına da, Patronun Keltoşuna da…
Sonraki İçerikAynada Unutulan Zaman: Unutkan Ayna
1966, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu,Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Radyo ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı ve doktora çalışmasına devam etti, tez aşamasında ayrıldı. 1984-1989 yılları arasında, bir yandan okurken bir yandan Toros Mühendislik şirketinde İthalat ve Pazarlama Müdürü olarak görev yaptı. , yine aynı yıllar arasında UNESCO’ya bağlı, kar amacı gütmeyen uluslararası programlara sahip “The Experiment In International Living in Turkey”de Program Koordinatörlüğü görevini yürüttü. 1991 yılında Şeker Sigorta’da Reorganizasyon, Pazarlama ve Reklam Müdürü olarak mesleki kariyerine başladı. 1993 yılında Oyak Sigorta’da Reklam Müdürü olarak görev aldı. Dream Design Factory’de 7 yıl Genel Koordinatörlük, (dDf'teki son 3 yılında dDf’nin yan kuruluşu olan dda, Dream Design Advertising’de Müşteri İlişkileri Direktörlüğü) Capital Events’de 2 yıl Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. 2003 yılında X-event’in kurucu ortaklarından biri olarak, şirketinin genel koordinatörlük görevini üstlendi. 2005-14 yılları arasında Farkyeri Reklam Ajansının Kurucu Ortakları arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası müşteriler için yüzlerce başarılı projeyi hayata geçirdi.Reklamcılık ve Etkinlik Yönetimi alanlarında bir çok ödül aldı. İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği Genel Koordinatör olarak görev yaptı. Çeşitli kitap projelerine katkıda bulundu, çeşitli dergi ve gazetelerde yazı, araştırma ve makaleleri yayınlandı. Halen bir çok ajans ve markaya danışmanlık vermektedir. TTNet'in "Yaratıcıya Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek" projesinin eğitmenlerinden oldu. 2006-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde, “Etkinlik Yönetimi” dersleri verdi. Fenerbahçe Kulübü, Yüksek Divan Kurulu Üyesidir Specialties: Advertising, Event Management and Marketing, Special Project