Bazı cümleleri oluşturacak kelimeler henüz yanyana gelemediği içindir anlatamadıklarımız; toprak içindekilerle o kadar ilgilenir ki bir çiçeği yeşertememesini saksının küçük olmasına bağlar, oysa saksının küçük olması değildir mesele. Toprağın uygun bir pencere önünde varolan saksıyı dolduramayışıdır. Hayatlarımız yoğunlukla böyledir. Kendi toprağımızı eşeleyip dururken yeşertmeye çalıştığımız bir çiçeğin soluğu kendinden çekinir. İnsan toprağına can suyunu onulmaz dalgınlığının kararsızlığında verir. O dalgınlık bir kelimeye sığınır:
Şikeste
Kırılmış, kırık.
Yenilmiş, yenik düşmüş.
Gücenmiş, kırgın, kederli.
Tınısı, sıralı harflerinden daha çok hayatı anlatan tek kelimenin kapağı altına saklanan öyküler toprağın rengi olur. Kimi insanların kış rengi bahçelerinde olanı biteni, talan edilmiş duyguları, mutsuzlukları, direnci, yaraları, yeniden başlamaları, bitirilenleri, kayıpları anlatır. Duymanızı ister “yokuşu çıkarken üzülmüş, un ufak olmuş ıslığı…” Türker Ayyıldız, Şikeste’deki ondört öyküsüyle incinmişliğin mevsimlerini anlatıyor. Rüzgar sert, gökyüzü bulutlu, insan gücenmiş olsa da çiçeklerinizi kıranlara karşı yalnız değilsiniz diyor. Şikeste, bir pencere önü, cümlelere sığan inatçı direnç aynı zamanda. Her öyküde durup soluklanmanız bu yüzden. Biz, Türker Ayyıldız ile Şikeste üzerine konuştuk. Keyifli okumalar…
Röportaj: Funda Dörtkaş