“Aklım almıyor, alışamıyorum, kabul edemiyorum…Bir insanın annesi, ablası, abisi, yeğeni nasıl ölebilir? Hem de üç beş kişi zengin olacak diye…Sizin hiç mi vicdanınız yok? Sizin sevdikleriniz hiç ölmedi mi? Siz de hiç insanlık yok mu? #6ŞubatKatliamı” @dk_donekaya
Depremi gündemde tutmak için kaç ölü gerek size?
İktidarın, muhalefetin, medyanın gündeminden çoktan çıkmış görünse de 6 Şubat depremleri hepimiz için hala yakıcılığını korumalı. Ülkemizin aktif fay hatları üzerinde kurulu olduğu gerçeği bize bunu söylüyor ve hemen her gün sarsıntılarla kendisini hatırlatıyor. Deprem bölgelerinden yayınlara ya da haberlere de çok az rastlıyor olduk. Birkaç gazetecinin emeği ve davaları izlemek dışında basın da ilgisini yitirmiş durumda. Oysa Kahramanmaraş merkezli iki ayrı depremde resmi verilere göre 53 bin 537 insan enkaz altında can verirken 107 bin 213 insan yaralandı. Ayrıca Suriye’yi de etkileyen depremlerde en az 8 bin 476 ölü ve en az 14 bin 787 yaralı kayıtlara geçti. Depremin gündemde kalması için daha kaç kez, kaç bin insanın ölmesi gerekiyor?
6 Şubat depremleri Türkiye ve Suriye dışında Kıbrıs’ta da ocaklara ateş düşürdü. Yakınlarını kaybeden aileler hem Kıbrıs’ta hem ülkemizde her gün sosyal medya platformlarından adalet çağrılarını dile getiriyor. Adalet arayışı artık sokaklara taşıyor. Enkaz başlarında nöbet tutarak adalet taleplerini duyurmaya çalışıyor insanlar…
Her cumartesi günü Ankara sokaklarında adalet haykırışını tek başına sürdüren bir kadın var. Sesi bazen Yüksel Caddesi İnsan Hakları anıtı önünde, bazen Olgunlar Caddesi’ndeki Madenci Anıtı önünde yankılanıyor. “Katilimi Tanıyorum, Adalet İstiyorum.” yazan bir dövizi, kaybettiklerinin resimlerinin basılı olduğu bir tişörtü ve kocaman bir yüreği var.
14 Ayın sonunda dava açılmayınca iş başa düşüyor…
Adı Döne Kaya. Antakya Fuat Koku Sitesi’nde kaybetmiş yakınlarını. A ve B olmak üzere 9 katlı, iki bloktan oluşan ve sadece 6 yıllık bir site. Binaların ilk iki katı dükkanlardan oluşuyor. İlk 6 saniyede B Blok yıkılıyor ve A Blok’un üstüne çöküyor. Ardından A Blok da yıkılıyor. Yan parselde bir başka müteahhit tarafından yapılan bina ise ağır hasar alsa da yıkılmıyor ve ölüm olmuyor.
Depremin ilk günlerini adaletariyoruz.com sitesinde şöyle anlatıyor; “Toplam 2 bloktan 85 kişinin vefat ettiği tahmin ediliyor. Ben Döne Kaya. Mesleklerinden dolayı Hatay’da bulunan polis memuru ablam Fatma Kaya Peksoy, asker eşi, abim Mahmut Peksoy ve 9 aylık yeğenim Çınar bebek vefat etti. Annemin, torununu ve kızını ziyarete gitmesinin üzerinden sadece üç gün geçmişti ki annem de depreme Hatay’da yakalandı ve vefat etti. Hatay’ın genelinde olduğu gibi bizim de enkazımızın ilk gününde kimse yoktu. Abim 7 Şubat sabah beş gibi enkaz yerine gitti, kendi çabasıyla çıkarmaya çalıştı ama böyle bir yıkım karşısında imkansızdı. İkinci günün akşamında Odun Pazarı Belediyesi ekibi OBAK geldi. İki gün geçtikten sonra kolluk kuvvetleri yeni gelmeye başladı. Abim, depremin altıncı gününde 9 aylık bebeğimizin cansız bedenine babasının kollarında, ablamı da annemizin yanında buldu.”
Depremden sonra 14 ay bekliyor, soruşturma sürecini, gelişmeleri takip ediyor. Soruşturmada hiçbir gelişme olmayınca adaleti sokakta aramaya karar veriyor. Hem kendi ailesi için hem de diğer depremzedelerin sesi olmak için. Oysa kendi halinde bir yaşamı var. Okul, ev, yurt arasında geçen öğrencilik yılları. Deprem ve adaletsizlik Döne’yi yurt odasından alıp başkentin merkezine bırakıyor. Halen davaya dönüşmeyen ve ilerlemeyen bir soruşturmada adaletin sağlanması için 13 haftadır ölülerin sesini duyurmaya çalışıyor.
Yaralarımızdan akrabayız…
Birkaç gün önce Ankara İmge Kitabevi’nde buluştuk Döne ile. Hiç tanımıyordum ama verdiği mücadeleye duyduğum saygı beni O’na çok yakın hissettiriyordu. X Platformu üzerinden yazdığım mesaja hızlıca döndü. Hem adalet mücadelesini hem de kişisel hikayesini herkes bilmeli diye düşünüyordum. Ancak açık söylemem gerekirse Döne’yi beklerken hayli gergindim. Acıları tazeydi. Sorularımla incitmekten korktuğumu fark ettim. Öyle sıcak bir kucaklaşmamız oldu ki gerginliğim uçtu gitti aramızdan. Adına dertleşme diyebileceğim bir sohbete daldık kısa sürede. Röportajımızda yeni tanışan ama birbirini acısından tanıyan, yarasından akraba iki kadının söyleşisini bulacaksınız.
Alev Şahin: Sizi bir süredir X platformu üzerinden takip ediyorum. 6 Şubat depremlerinde Antakya Fuat Koku Sitesi’nde hayatını kaybedenler arasında anneniz, kız kardeşiniz, abiniz ve 9 aylık yeğeniniz olduğunu biliyorum. Cümlenin buradan sonrasını kurmak ve ilerlemek benim için de kolay olmayacak. Size ve tüm depremzedelere bir kez daha başsağlığı dilemek isterim. Yapı inşaat süreçlerini bilen biri olarak ölenlerimizin ardından kader diyemeyeceğimizin bilincindeyim. Siz de aynı bilinç ile her cumartesi Ankara’da adalet talebinizi yinelemek için nöbettesiniz. Sizi bu nöbetler ile tanıdı kamuoyu. 53 bin ölümün ardından bir kadın çıktı ve elinde bir dövizle adalet çığlığı atmaya başladı başkent sokaklarında. Bu yanıyla sizi merak etmeye başladım. Çünkü benzer bir hikâyeye sahibim. Öncelikle Döne’yi, ama depremden önceki Döne’yi tanımak istiyorum. Biliyorum ki nitel sıçramalar, önceki nicel birikimler sayesinde gerçekleşir. Sizi sokaklarda adalet aramaya götüren sürecin bir de öncesi var. Oradan başlayalım. Depremden önceki Döne’nin hikâyesinden…
Döne Kaya: 540 gündür unuttuğum Döne’yi hatırlamamı istiyorsunuz… Çok teşekkür ediyorum, 6 Şubat’tan sonra ne ben kendime sordum bu soruya ne de bir başkası…
Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Karahisar köyünde dünyaya geldim. Ailem çiftçi benim. Yedi kardeşiz. Ailem doğduğumdan bugüne hep aynı köyde sürdürdü yaşamını. Eğitimimden dolayı farklı şehirlerde bulunsam da hep köyümüze döndüm ben. Liseye kadar eğitimimi Gürün’de devam ettim. Hafta içi ilçede, hafta sonları köydeydik. Annem kışları ilçeye yanımıza gelirdi, onun dışında hep köydeydi. İlçedeki evimizde yedi kardeş birbirimizi büyüttük. Sonra üniversiteyi kazananlar tek tek evden ayrıldı.
6 Şubat’ta hayatını kaybeden kız kardeşim, ben ve benden bir yaş küçük kız kardeşim ile o evde kaldığımız dönem, hayatımda en iyi hatırladığım dönem sanırım… Bize anne olmuştu canım kız kardeşim. Bu yüzden kardeşten öte bir bağ oldu aramızda hep…
Babam, vaktiyle ziraat mühendisliğini kazanmasına rağmen dedem onu göndermemiş, birlikte hayvanlara bakmışlar. Babam bu yüzden tüm çocuklarını okutmak istedi. İki kardeşim dışında (onlarda kendi istekleri ile üniversiteye devam etmediler) hepimiz okuduk, hepimiz meslek sahibi olduk. Ben hala okuyorum ve en büyük destekçim ailem.
Gürün sınırları içerisinden ayrılışım ilk olarak Ankara Gazi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünü kazanmam ile oldu. İlkokuldan itibaren kitap okumayı, edebiyatı çok sevmişimdir. Lisenin ilk yıllarında elime aldığım İskender Pala’nın bir kitabı ile okumak istediğim bölüme karar vermiştim. “Eski Türk edebiyatı üzerine uzmanlaşmam gerek” demiştim kendi kendime. Ve o amaç için hala çabalıyorum.
Eğer aileniz çiftçi ise koyunlar, kuzular sizin kardeşinizdir, ailenin birer ferdidirler, önemlidirler… Öylece, kafanıza göre bırakıp gidemezsiniz herhangi bir yere. O yüzden bizim için önemli günlerde, diğer ailelerde olduğu gibi anne ve babanın her ikisinin de aynı anda yanınızda olması pek mümkün değildi. Üniversiteyi kazandığımda Ankara’ya tek başıma geldim mesela… Bir akrabamız yardımcı oldu, okulu, yurdu gösterdi bana. Sonrasında ise tek başımaydım koca Ankara’da. Sudan çıkmış balık gibiydim. Düşünsenize, bırakın Ankara’yı, Sivas’ı bile görmemiştim daha önce. Hayatın, koca bir şehrin karşısında tek başımaydım. Önceleri çok yakındığım olmuştur bu durumdan, annem babam neden yanımda değil diye çok hayıflanmıştım ama yetişkin bir birey olduğumda anlayabildim onları. İyi ki tek başıma çıkmışım yola! Yolda ne öğrendiysem kendi çabam, ilgi alanım ve seçimlerim ile oldu. Kendi kendimi yetiştirdim. Sürekli okudum, araştırdım, öğrendim. Adab-ı muaşeret kurallarını öğrenmem gerektiğini, düzeltmem gereken bir diksiyonumun olduğu fark etmiştim Ankara gibi büyük bir şehre geldiğimde. “Nasıl daha iyi bir ben olurum” üzerine düşüp ona göre adımlar attım. Okudukça daha çok okumak, öğrenmek istiyorsunuz. Okudukça cahil olduğunuzu fark ediyorsunuz. Eğitimin ne kadar önemli olduğunu fark ediyorsunuz.
1984, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Fahrenheit 451 en etkilendiğim kitaplar ve her okuduğum kitapta ülke için bir kurtuluş yolu çiziyorum kafamda. Geldiğin yere, Anadolu’ya dönmek ve insanları uyandırmak…
Galiba deprem bunun için dönüm noktası oldu. Başlamak için hep geri duruyordum. Demek ki böyle bir acı ile başlayacakmışım. Yakın zamanda Adalet Peşinde Aileleri platformumun bir üyesi olarak deprem bölgesinde aileleri ziyaret ettim. Deprem kültürünü ve bilincini, adalet arayışını güçlendirmek istedim. Ve bunun devamı da gelecek biliyorum.
Depremden önce içine kapanık bir insandım. Aile içinde evin en sessiz çocuğuydum bile diyebilirim. Ben insanları, empati kurmayı ve gerçek dünyayı kitaplardan öğrendim. Okuyup öğrendiklerimi ilk defa canlı olarak gördüğüm yer Ankara oldu. O yüzden Ankara’nın yeri bende hep ayrıdır.
Şimdilerde empati yoksunu bir toplumla karşı karşıya kalınca “neden” diye sorguluyorum. Bir insan “neden” hiç kitap okumaz, empati kurmayı öğrenmez. Lisans eğitimimden sonra Marmara Üniversite’sinde edebiyat alanında yüksek lisansa başladım. Her ne kadar tek başıma ayakta durmaktan onur duysam da o dönem ruhen bir yorgunluk başladı. Bu yüzden İstanbul’u tercih ettim. Orada yaşayan iki kız kardeşim vardı. Aynı yıl vefat eden kız kardeşim de polis memuru olarak İstanbul’da göreve başladı. Birlikte Üsküdar’da bir yıl yaşadık. Aradan geçen onca yıldan sonra yine bana “anne” olmuştu. Şimdi İstanbul’a gitmek çok zor oluyor… O yıl abim dediğim eniştem ile evlendiler. Bütün süreçlerinde, özel günlerinde yanlarındaydım her ikisinin de. Vefat eden benim eniştem ama bir enişteden çok fazlasıydı benim için hep. Abimi kaybettim ben…
Lisans okuduğum zamanlarda hem kendimi hem ülkeyi keşfediyordum aslında. Çünkü köyde yaşamak ile ülkenin başkentinde yaşamak çok çok farklı şeyler. Köyde en büyük mesele suların kesilmesi ise Ankara’da en büyük mesele ölmeden hayatına devam etmekti.
2014-2018 yılları arasında lisansımı tamamladım. O dönemde Ankara’da Gar, Güvenpark gibi hayatın aktığı önemli yerlerde sürekli bombalı saldırılar oluyordu, Özgecan Aslan gibi kadınlarımız katlediliyordu. Kalbimin parçalandığı günlerdi o günler. Bir şeyler yapmak istiyorsunuz. Ama henüz çözemediğim ülkenin düzeninde neler yapabileceğimi bulamıyordum. Kalabalık içine karışalı, düzenli olarak toplu taşımayı kullanmaya başlayalı bir yıl oluyorken güvenli alandır diye düşündüğüm ya da bir otobüste, ıssız bir yerde öldürüleceğini düşünmediğim zamanda bu olaylar yaşanmaya başladı.
Üzülmekten, kendimi korumaya çalışmaktan başka bir şey elimden gelmiyordu o dönemde. Zaten büyük bir şehre gelmiş olmanın korku ve endişesi varken bir de ölebileceğin olasılığı ile karşılaşıyorsun. O dönemde herhangi bir yerde katledilecek olmak beni çok korkutuyordu. O yüzden geç olmadan yurda döner, ders çalışırdım. Kızılay gibi kalabalık yerlerde çok önemli durumlar olmadıkça gitmezdim. Yurduma yakın olan Bahçelievler, Beşevler sınırları içerisinde kalmayı tercih ediyordum. O dönemde yapabileceğim tek şey bir an önce okulu bitirmek ve bir öğretmen olarak insanları “gerçek” anlamda eğitmekti. Eğitim dediysem illa üniversiteye gitmek değil empati kurmayı, farklı fikirlere saygı duymayı öğrenmek, bilinçli olmak. İnsanoğlunun toplumun, doğanın hükmedicisi değil bir parçası olduğunun anlayışı ile dünyaya bakmak ve yaşamak.
Yüksek lisansım bittikten sonra doktora eğitimim için tekrar Ankara’ya döndüm. Hacettepe Üniversitesi’nde Eski Edebiyat alanında eğitimime başladım ve son zamanlarda zorlansam da hala devam ediyorum. Çünkü anneme, ablama, abime sözüm var. Biliyorum onlar beni görüyorlar ve şu an yaptığım şeylerden dolayı gurur duyuyorlar. Özellikle de kız kardeşim. Kendisi güçlü bir kadındı. Hakkını savunan, kimsenin kendisini ezdirmesine izin vermeyen, herkesin hakkını da gözeten biriydi. Başıma bir şey geldiğinde ilk koştuğum o oluyordu. Dedim ya evin en sessiz ve içedönük çocuğuydum, o bana sürekli güçlü olmam gerektiğini hatırlatıyordu. Şimdi dediği gibi güçlü olmaya çalışıyorum ama o yok…
6 Şubat gününe kadar insanlarla konuşmaktan çekinen biriyken 6 Şubat’tan beridir susmuyorum, susmayacağım da.
Kendime verdiğim bir sözüm var. Ailemin cenazesi Hatay’dan Sivas’a geldiği gün verdim bu sözü. İhmaller yüzünden 9 aylık bebekler bir daha ölmeyecek. Ölmemesi için mücadele edeceğim. Ben yeğenimi değil evladımı kaybettim. Maalesef kurduğumuz veya değiştiremediğimiz bu lanet düzende kaybettik biz sevdiklerimizi. Artık değişmeli, değişmek zorunda. Hiçbir kız çocuğu ne kadar büyürse büyüsün annesiz kalmamalı.
Önce annem, sonra kokusu gitti evimizden…
Alev Şahin: Yola çıkmaktan korkmayan hatta yolda olmaktan gurur duyan gerçek bir hikâyen var. Köyünden çıkıp okuyan, tek başına büyükşehirde ayakta kalmaya çalışan bir kadının hikayesi. Bu aynı zamanda pek çoğumuzun da hikayesi. Yaşar Kemal, İnce Memed romanında dokunulmaması gereken bir yerden bahseder. İnsanların ince yerleridir oralar. Dokunulursa o insanın neler yapabileceği bilinmez diye tarifler. Sizin de en ince yeriniz olmalı aileniz. Birilerinin rant hırsı, daha fazla kar hırsı, görmezden gelmesi ya da denetlememesi sonucunda sevdiklerinizi kaybetmek milyonlarcamızın arasından alıp adalet için sokağa çıkarmış sizi. Sivil itaatsizlik olarak niteleyebileceğimiz tek kişilik eyleminiz unutulan/unutturulan deprem gerçeğini bir tokat gibi suratımıza çarpıyor her hafta. Adalet sağlanana kadar da devam edeceğinizi belirttiniz. Kolay olmamıştır herhalde? Neler yaşadınız bu süreçte? Aileniz, akrabalarınız, sosyal çevreniz nasıl karşıladı bu kararınızı?
Döne Kaya; Evet, galiba o dokunulmaması gereken yerime dokundular. Tüm öfkem, ailemi sonsuza dek kaybetmiş ve bir daha onları göremeyecek olmamdan… Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını 6 Şubat günü fark ettim. Artık deprem öncesindeki ben yoktum. Yeni bir ben, insanların bir daha böylesi suçlar, sorumsuzluklar, ihmaller, hırslar sonucu ölmemeleri için mücadele veren biri. Henüz ben de sizlerin bildiği ve gördüğü kadarıyla tanıyorum bu yeni beni. Tek bildiğim şey artık benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve bir daha bu ülkede 6 Şubat’lar yaşanmasın diye mücadelemi sürdüreceğim.
Ben, aileme depremden 6 gün sonra ulaştım. İlk yapılan şey tabii ki adaleti aramak olmuyor. Çünkü bunu fark edecek durumda değilsiniz. Kucağınıza patlamış bir bomba bırakıp gitmişler ve bu bomba sevdiklerinizi sizden almış…İlk ayları ailemle köyde geçirdim. Babamın ve çiftçi olan abimin bana ihtiyacı vardı. Annem yoktu artık evde. Her yerde onun izleri var ama kendisi yok. Birkaç ay geçtikten sonra annemin evi değildi artık orası, kokusu gitmişti. Bunu mecazi anlamda söylemiyorum, gerçekten annemin kokusu gitti evden. Bu kokunun gitmesi, annemi kaybetmek kadar üzdü beni. Tam koyunların kuzuladığı dönemdi şubat ayı. Dedim ya, koyunlar da ailenin parçası, onların ihtiyaçlarının karşılanması da öncelikli. Doğumlar başladı, kuzularımız oldu. Babama, abime annemin yokluğunu hissettirmemeye çalıştım. Koyunlara, annemin onlara gösterdiği şefkat ile yaklaşmaya çalıştım ama olmuyordu… Bir ay öncesine kadar annemin seneler boyunca beslediği, sevdiği, dokunduğu koyunlara onun gibi dokunabilmem mümkün olabilir miydi hiç? Annemin yaptığı her işi yapmayı denedim ama olmuyordu işte! Kalkamıyordum altından! Canım annem! Meğer ne güçlü bir kadınmış ki onca işin altından tek başına kalkabiliyormuş!
Zaman geçtikçe zihnim normale dönmeye başladı. Deprem üzerine yapılmış bütün çalışmaları okudum ve bu depremin öngörüldüğünü fark ettim. Depremin afet değil katliam olduğunu idrak ettim. Evet, bir katliamdı, başka hiçbir açıklaması olamazdı. Bir yandan da Türkiye tarihindeki mücadele verilmiş diğer toplumsal davaları yeniden gözden geçirdim. Nasıl bir mücadele verebilirim diye. Henry David Thoreau’nun “Sivil İtaatsizlik”i ve “Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik” gibi kitapları okumaya başladım. Artık evde elim kolum bağlı duramıyordum. Ankara’ya yeniden gidip gelmeye başladım. Örgütlü toplulukların ne yaptığına baktım, birlikte hareket edebilir miyiz diye düşündüm ama hayır, ne yazık ki örgütlü topluluklar çoktan çürümüştü. Tek başıma olduğumu hissettim. Sanırım çoğu insan aynı şeyleri hissetti.
Depremden tam 275 gün sonra Hatay’da enkaz altından bir cesedin çıkarılması benim için bardağı taşıran damla oldu. Aklım almıyordu bu olup biteni! Ve beyaz bir tişörtün ön yüzüne “275 gün sonra bu ülkede ceset çıktı”, arka yüzüne “Tek katil, iktidar” yazıp Ankara’nın belli noktalarında yürüdüm.
Eylül gibi temelli Ankara’ya dönüp 6 Şubat sonrası kurulan ve depremde yakınlarını kaybeden ailelerin bir araya geldiği “Adalet Peşinde Aileleri” platformuna katılıp örgütlü bir şekilde hareket etmeye başladım. Ta ki bu yılın mayıs ayına kadar.
Başkalarının deprem davası ilerlerken benim dosyam 13-14 ay geçmesine rağmen ilerlemiyordu. Bunun üzerine Ankara’nın belli noktalarında nöbete başladım. Bu hafta, 13. haftanın nöbetini tuttum ve adalet sağlanana kadar da devam edeceğim.
Nöbetin ilk üç-dört haftasında polis müdahalesi ile karşılaştım. Aşağılayıcı ifadelerde bulunarak beni eylemden vazgeçirmeye çalışsalar da ben vazgeçmedim. Kaos çıkarmak için orada olduğumu, eylem yapmamın yasak olduğunu söyleyenler, 9 aylık yeğenim için adalet istediğimi dile getirdiğimde duygu sömürüsü yaptığımı söyleyenler oldu. Dört haftanın sonunda eylemleri tek olarak sürdürdüğümü görünce artık müdahale etmemeye başladılar.
Başta çevrem tepkisizdi. İçten içe işe yaramayacağını düşünseler de bana bir şey demiyorlardı. Daha sonra istikrarlı bir şekilde sürdürdüğümü görünce gurur duyduklarını söylemeye başladılar. Şimdi, bayağı destek oluyorlar. Hatta tanıdığım bazı aileler de benzer nöbetlere başladılar. Ailem en başından beri verdiğim mücadelenin en kıymetli destekçileri. Belki de hayatta en doğru yaptığım şey ve ailemin tartışmaya dahi açmadığı bir durum…
Alev Şahin: Reddetmek insana kendisini güçlü hissettiriyor. Haksızlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği reddetmek, sizin de ifade ettiğiniz gibi daha önce hiç tanışmadığınız bir “ben”i yıllardır saklandığı yerden çıkarıp özgürleştiriyor. Kader denilene rıza göstermemek, artık hakkını savunamayacak olanların sesi olmak çok kıymetli bir karşı çıkış. Üstelik yalnız da değilsiniz. Adalet Peşinde Aileleri Platformu ile birliktesiniz. Platformu da X hesabındaki (@Adaletpesindea) paylaşımlarından tanıyorum. Hangi ihtiyaçtan doğdu bu birliktelik? Nasıl bir araya gelindi? Amacı nedir? Neler yapar? Kimler, nasıl katılabilir ya da destek olabilir? Sizin için ne ifade ediyor?
Döne Kaya: Evet, başlangıçta hissettiğimin aksine, artık biliyorum ki yalnız değilim. Depremde yakınlarını kaybetmiş insanların bir araya gelerek oluşturdukları kocaman bir ailenin içindeyim: Adalet Peşinde Aileleri. Yaşanılan acı büyük olduğu kadar bence adalet mücadelesi de çok büyük. Çünkü meselenin kendisi büyük: Deprem ve deprem suçları. 99 depreminden bu yana gelen bir mesele ve bu meselenin çözümü için yetkililer o günden 6 Şubat gününe kadar hiçbir şekilde uğraşmamışlar. Gelecek olan adalet, bir tek benim için ya da platformdaki aileler için gelmeyecek. Başta en az 53 bin insan ve sevdiklerine olmak üzere Türkiye’de yaşayan bütün insanlar için gelecek.
Adalet Peşinde Aileleri Platformu depremden yaklaşık dört ay sonra kurulmuş. Ben de kurulmalarının 2 ay sonrasında katıldım aralarına. Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu? Gözlerimizin önünde ailelerimizin katledilmesinden ve tekrardan ölmek istemememizden doğdu diyebilirim. Başka bir ifade ile insanca yaşayabilmek için var bu platform.
İnsanların evim, yuvam dedikleri binanın onlara bir daha mezar olmaması için mücadele ediyoruz. Deprem, Türkiye’nin gerçeği. Bundan dolayı artık kimse ihmaller yüzünden ölmemeli. Bizlerin bir deprem hukuku ve kültürünü inşa etmeye ihtiyacımız var, yeni mezarlar değil. Ancak görüyoruz ki şu an yeniden inşa edilen yapılar yeni mezarlarımız olmaktan öteye geçemeyecek. Çünkü sorumlu kamu görevlilerinin yargılanmasına başlanmadı. Aynı insanlar hem deprem bölgesinde hem de ülkenin diğer bölgelerinde görevlerine devam ediyor ve aynı ihmalleri, denetimsizliği yapmaktan geri durmuyorlar. Biliyorlar ki cezası yok. Kısacası, bu platform önce ölen sevdikleri için adalet arıyor daha sonra da ölmesinden korktuğu sevdikleri için adalet arıyor.
Platformumuzun desteklenmeye gerçekten ihtiyacı var. Mesele sadece bizim meselemiz değil çünkü. Bu röportajı okuyacaklara hatırlatmak isterim: Yarın kendileri de benzer durumda kalabilir veya benzer acılar yaşayabilirler. Bu yüzden devam eden deprem davalarımızı takip edebilirler, aleyhimize çıkan kararlara tepki gösterebilirler. Duruşmalarımıza gelip bizzat deprem davalarının takipçisi olduklarını hem sanıklara hem yetkililere gösterebilirler. Bizlere sosyal medya ve e-posta yolu ile ulaşabilirler. Hep söylerim; deprem günü gösterdiğimiz dayanışmayı, bugün deprem davalarına göstermek zorundayız, yarın bir daha ölmemek için.
Alev Şahin; Sizin depremde kaybettiklerimiz ve sevdikleriniz adına hatta bir daha depremde ölümler olmasın diye sokağa çıkmanız tüm toplumun omuzlarına bir sorumluluk yüklüyor bence. Fay hatları üzerine kurulu bir ülkede, rant için her şeyin feda edilebildiği bir düzende hepimiz potansiyel birer depremzedeyiz. Yarın bir depremle uyanıp uyanmayacağımızı bilmiyoruz. Kaldı ki uzmanlar İstanbul’da bir deprem beklediklerini, zamanın daraldığını bağır çağır söylüyor her fırsatta. Ayrıca sadece yakınımızı kaybetmek ya da depremi bire bir yaşamak da gerekmiyor depremzede olmak için. Toplum olma bilincine sahip olan herkes ya da halkını-milletini sevdiğini iddia eden herkes ülkemizin herhangi bir yerinde yaşanan depremi ve kayıpları yüreğinde hissetmeli, dert edinmeli. Bu yanıyla sizin dediğiniz gibi ilk günkü dayanışma topluma bazında devam etmeli. Sadece halkın kendi arasında dayanışması da yetmez bence. Mücadeleniz süresince kamuoyundan, demokratik kitle örgütlerinden, sivil toplum kuruluşlarından beklentileriniz nelerdir? Ülkeyi 22 yıldır yöneten iktidardan ve muhalefet partilerinden talepleriniz nelerdir?
Döne Kaya; Kesinlikle doğru! Toplum olma bilincine sahip olan herkes ülkemizin herhangi bir yerinde yaşanan depremi yüreğinde hissetmeli. Hissetmek de yeterli değil, yüreğinde hissettiğinde eyleme de geçmeli! 6 Şubat’ı takip eden aylarda ülkenin bu duruma ses çıkarmasını çok bekledim. Sonuçta bize söylenen ölüm sayısı 53 bin, tahmin edilen ise daha fazlası. Karşılaştığınız her beş insandan üçünün 6 Şubat depreminde en az bir tanıdığını kaybettiğini fark ediyorsunuz.
Türkiye toplumu son yirmi yılda çok kutuplaştırıldı. Ancak deprem konusu çok çok üst bir başlık bana göre. O yüzden kamuoyundan, demokratik kitle örgütlerinden, sivil toplum kuruluşlarından beklentim, farklı düşüncelere sahip olsalar da bir araya gelip “deprem” için hep birlikte mücadele vermeleri, tıpkı 6 Şubat günü olduğu gibi. Daha önce yaptılar şimdi de yapabilirler gibi geliyor bana. Şimdi ve geleceğe bırakacağımız bir dünyayı hep birlikte inşa edebiliriz. Bu mümkün…
Hem ülkeyi 22 yıldır yöneten iktidardan ve hem de muhalefet partilerinden tek beklentim 6 Şubat gününden beri hiç değişmedi, tüm bileşenleri ile istifa etmeleri! Bu ülkenin, tüm canlılarının yaşaması için ortam hazırlayacak ve sosyal devlet anlayışını benimseyecek iktidara ve muhalefete ihtiyacı var. Hem ülkenin 6 Şubat depremlerinde on binlerce kayıp vermesi hem de deprem anında ve sonrasında insanların daha sevdiklerini ararken, temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekerken onların seçim derdine düşmüş olmaları ve acılı insanları kutuplaştırmaları bence her ikisinin de çürümüş olduklarını, bencil olduklarını bizlere gösterdi.
Alev Şahin; Çok teşekkür ediyorum cevaplarınız için. Her bir cevabınız hem öğretici hem etkileyici oldu benim için.Mücadelenizde yanınızda olduğumu ve yapabileceğim ne varsa bir telefon uzağınızda olduğumu belirtmek isterim. Adalet terazisinde er ya da geç mücadelenizin ağır basacağına eminim.
Döne Kaya; Asıl ben teşekkür ederim. Sesime, sesimize ses olduğunuz için. Mücadelenin çok başındayız ve hep birlikte mücadele ettiğimizde adaletsizliğin üstesinden geleceğimize ve bir daha bu kadar çok ölmeyeceğimize inanıyorum. Hafızamıza kaydetmemiz gereken tek şeyin bu ölümlerin söyledikleri gibi “kader”den değil, “ihmaller” yüzünden olduğu.
Kim veya kimlerin ihmalinin olduğunu da çok iyi biliyoruz. KATİLİMİZİ/KATİLLERİMİZİ TANIYORUZ VE ADALET İSTİYORUZ.