Gelecek Dijitalde…

0
425
?????????????????????????????????????

Proje yöneticisi, sunucu ve radyo programcısı Süheyla Yılmaz ile sohbet etmek üzere BloombergHT’deyiz. BloombergHTde görev yaptığım kısa sürede kendisinden çok şey öğrendiğim Süheyla Yılmaz, beni her zamanki gibi gülümseyerek “Hoş geldin cancan.” diye karşıladı. Medyada proje yönetimi ve dijital dünya üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbette Süheyla Yılmaz bu alandaki deneyimlerini ve sektörün geleceğine ilişkin beklentilerini paylaştı.
Keyifli okumalar. 
Röportaj: Hozan Adar

Hozan Adar: BloombergHT’de proje yöneticisi olana kadar ki süreçten bahseder misiniz? Sizin hikâyeniz nedir?
Süheyla Yılmaz: İletişim, doğru iletişim sadece insanlık için değil, tüm canlılar için önemli. İletişim kurabiliyorsanız varsınız, iletişim kuramıyorsanız yoksunuz. Bu sebeple iletişim okumaya karar verdim. Ümraniye Anadolu Lisesi’nin ilk mezunlarından biriyim. Burada zamanın şartlarına göre iyi İngilizce eğitimi aldım. Yaptığım işin tabanını da bu oluşturuyor. Arkasından Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi RTS Bölümünü bitirdim. Yolum BloombergHT ile kesişene kadar birçok kanalda program ve haber departmanlarında çalıştım. Lütfiye Pekcan’ın rahle-i tedrisinden geçtim. Yapım asistanlığı, muhabirlik, sunuculuk, metin yazarlığı, editörlük, yapımcılık, yönetmenlik, vs… ne varsa yaptım. Özetle medyanın önüne de arkasına da vakıfım. Ardından 2008 yılı gibiydi, geleceğin dijitalde olduğunu ve medyanın da buraya doğru evrilmekte olduğunu gördüm. Nilüfer Varol ile birlikte Otomatik Video’yu kurduk. Türkiye’nin ilk video bloggerlarındanız. Yaşam haberlerini aktardık. Bunu daha dolu bir noktaya taşımak istedim.  Her şey uçup gidiyor,  ekonomi çok daha gerçek duruyordu. Ekonomi haberciliği yapmaya karar verdim. BlombergHT.com’un açılması benim için bu noktada çok büyük nimettir. İnternet ve habercilikteki birikimimi altı yıl önce BloombergHT.com’a taşıdım ve devamı geldi.
Hozan Adar: En çok merak ettiğim konulardan biri de bu zaten, iletişim çıkışlı olup da sonradan ekonomi dalına geçiş yapmanız.
Süheyla Yılmaz: Hayatta öğrenilemeyecek hiçbir şey yok. Sadece zaman ve emek meselesi… Önemli olan hedefi belirlemek ve kilitlenmek… Arkasından eksiklerinizi görüp, kendinizi donatmanız ve projenizi yönlendirmeniz gerekiyor. Hayata bu gözle bakıyorum: Her şey proje. Ama büyük, ama küçük…  Yardım istemekten de çekinmemek lazım. Bazen projeniz geri adımlar atmanızı, çark etmenizi gerektirebilir. Korkmayın, doğru bildiğiniz yolda yürüyün. Gelecek dijitalde… Her şey ekonomi… İkisinin kafamda birleşmesi çok güç olmadı. Ardından hedefimi duyurdum. Bu noktada okul arkadaşım Volkan Akar ve CNN Türk’ten dostum Ceyda Süer’den destek istedim. Ekonomi ile ilgili taban oluşturabilmek için TV8’e geri döndüm. Volkan Akı’nın ekonomi programında editörlük yapmaya başladım. Ekonominin ABC’sini kendisinden öğrendim. “Kanal D’den TRT’ye, TV8’e birçok vasıflı yapımda önemli işler yaptım. Şimdi en başa nasıl dönerim! Kariyerimi sıfırlıyorum.” demedim, yürüdüm. Yaklaşık bir yıl kadar bilgi ve deneyim biriktirdikten sonra BlombergHT.com’un kurucu ekibinde yerimi aldım. Genel Yayın Yönetmenimiz Cüneyt Başaran ve Haber Müdürümüz Ahmet Öz büyük destek oldular. Ben naçizane iletişim, dijital ile habercilik birikimlerimi paylaştım. Onlar ekonomi ve piyasalarla ilgili bildiklerini bana aktardılar. Her ikisinin de sonsuz sabrı vardır. Hiçbir zaman “Bu da sorulur mu?” demediler. Abilerime müteşekkirim. Birlikte taş üstüne taş koyup, BloombergHT.com’u en çok okunan ekonomi portalı haline getirirken kendi hesabıma geri dönüşleri de çoktan görmeye başlamıştım. Ekonomi Muhabirleri Derneği, BloombergHT.com için hazırladığım “Sermaye Piyasası Kanunu’nun Şifreleri” haberimle beni “Altın Kalem”e layık gördü. Hiçbir ödül beni bu kadar sevindirmedi. Bu ödül, projemin naçizane başarısının göstergesiydi. Ardından web-TV, televizyon ve radyoda birikimlerimi göstermeye başladım. BloombergHT Genel Müdürü Cem Coşkun, Ekonomi Koordinatörü Gökhan Şen ve Radyo Genel Yayın Yönetmeni Açıl Sezen’in destekleri bu noktada benim için değerlidir.
Hozan Adar:  Türkiye’de yeni yeni duyuyoruz. Nedir bu proje yönetimi?
Süheyla Yılmaz: Proje yönetimi denildiğinde bizde daha çok inşaat sektörü algılanıyor.  Sebebi ise proje yönetiminin kıymetinin daha ziyade kurumsallaşmış bünyelerde biliniyor olması. Proje yönetiminde bir hedef belirlenir. Bir vade sonu vardır. Bu süre içinde farklı departmanları da bir araya getirmeniz gerekebilir, farklı ülkeleri de. Birbirine taban tabana zıt bünyelerin aynı anda kendisine düşen sorumlulukları tamamlaması da gerekir. Hedef, ortaya çıkacak ürünü en kısa sürede en uygun fiyata en verimli ve en kaliteli hale getirtmek.
Hozan Adar: BloombergHT’de proje planlama ve proje yönetim süreçleri nasıl işliyor? Proje yönetiminde zaman, kalite, kaynak, iletişim, risk ve paydaş yönetimi konularında dikkat edilmesi gerekenler nelerdir? Bu konularda izlenecek yol haritası nasıl olmalıdır? Bu alanda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Süheyla Yılmaz: Ciner Yayın Holding inovasyona kıymet veren, gelecekçi bir kurum. Üst düzey yönetim, internetin de tıpkı televizyon, gazete, radyo gibi sürekli devinim halinde olduğunun farkında. Bu sebeple kurum bünyesinde her bir grupta proje yönetimi departmanı açıldı. BloombergHT Televizyonu, BloombergHT.com, BusinessHT.com.tr BloombergHT Radyo ve BloombergHTRadyo.com… Görevim, tüm bu mecraların dijitalde kesiştiği noktada aynı dili konuşmasını sağlamak. Yani aslında çevirmenlik… Örneğin en son projemiz BloombergHT.com’un yüzünün değişmesiydi. Bu noktada bir proje yöneticisi için elindeki ürünü ve hedef kitleyi tanıması önemli. Siz hem ürününüz hem de onu talep eden olmalısınız ve unutmamalısınız sadece projenizde değil, söz konusu üründe insanlar çalışıyor. Etten-kemikten-sinirden ibaret, duygu yüklü canlılar… Haliyle ürüne kendi karakterleri de sirayet ediyor. İşte bu sebeple muhakkak ürünü karakterize ederim. BloombergHT.com benim için savaştan yeni çıkmış bir Alman panzeridir. Hava soğuktur, kar yağar, sağdan soldan ara ara taciz ateşi görür. Umursamaz, önemsemez. Daima ilerler, hedefe ilerler. Gece gündüz ilerler. Dünyanın her noktasından yaşlı küreyi ilgilendirecek ekonomi–piyasa haberlerini her şart altında ilk verendir. Gerisi teferruattır. Haberleri süsleyip püslemekle vakit kaybetmez. Okuyucusu bilir ki ABD’den Çin’e kadar herhangi bir veri açıklandığında bunu ilk BlombergHT.com’da okuyacak. Okuyucusunun bu denli sadık olduğu bir sitenin görünümünü yenilemeniz kolay değil. İnce işçilik gerekti.
Hozan Adar: Proje yöneticilerinin normal yöneticilik beceri ve sorumluluklarının yanı sıra ne gibi özellikleri olması gerekir? Medya sektöründe çalışan bir proje yöneticisinin en iyi bilmesi gereken şeyler neler olmalıdır?
Süheyla Yılmaz: Proje yöneticiliği diğer yöneticiliklerle kıyasladığında zaten yapı olarak farklı. Normal şartlar altında iş yaptığınız kimseler sizin çalışanlarınızdır. Dolayısıyla aynı zamanda onların sicil amirisinizdir. Haliyle başarı–başarısızlık toptan departmana ait olacağından kilit noktalarda gerekli adımları atmak çok daha kolaydır. Fakat proje yönetimi farklıdır. Çoğu zaman farklı faklı departmanların hem amirlerini hem de çalışanlarını bir araya getirmeniz, belirli bir sürede üstlerine düşen sorumlulukları yerine getirmelerini sağlamanız gerekir. Şunları saymıyorum bile: Yetkinlik, yapacağı işi elifi elifine öğrenme, öncesinden planlama, programlama ve sapmaları hesaplama:). Medyada biliyorsun şöyle sözler var, “yayında yer”, “kervan yolda düzülür”, vs… Bunlar bize ait sözler. Fakat bununla birlikte iki önemli söz daha vardır medyada, insanların asıl bunu unutmaması gerekir: 
1- Kimse vazgeçilmez değildir ve 
2- Doğa boşluk kaldırmaz.
Hozan Adar: Bir proje yöneticisi ne tür sorun ve zorluklarla karşılaşabilir?
Süheyla Yılmaz: Özel olarak değil de genel olarak konuşmak gerekirse, proje yöneticisi medyada şişkin egolarla her zamankinden daha fazla karşılaşacağını unutmamak zorundadır. Önce kendi egosunu sıfırlamalıdır, çelik gibi sağlam sinirlere sahip olmalıdır. İşi daima üzüm yemek olmalıdır, bağcıyla hiçbir işi olmamalıdır. Proje yöneticisi zaman zaman hiyerarşik açıdan yukarıdaki insanlara da iş talep etmek zorunda kalabiliyor. Yani kendisi servis beklemek zorunda kalabiliyor. Bu noktada muhataplarının yaratılması gerekir. Ayrıca proje yöneticisi muhataplarını iyi tanımak zorundadır. Perşembe günü teslim edilmesi gereken şeyin aslında bir sonraki pazartesi ancak teslim edileceğini biliyor olması gerekiyor. Önceki deneyimlerini konuşturması gerekiyor.
Hozan Adar: Dijital medyanın Dünya’daki ve Türkiye’deki gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Konvansiyonel medya, dijital medyanın baskısı karşısında ne kadar direnebilecek?  Geleceğin medya sektörü sizce nasıl şekillenecek?
Süheyla Yılmaz: Tamamen evirilecek. Özel televizyonların ve radyoların gelmesi 90’ları buldu. ABD’ye Avrupa’ya baktığında bu iş 60’larda tamamlandı. Bu arada teknik açıdan baktığında biz çok daha iyi durumdaydık, çözünürlük açısından, ulaşılabilirlik açısından, karasal yayın kalitesi açısından biz her zaman daha iyi noktadaydık, bunu atlamamak gerekiyor. Her yenilik ihtiyaçtan doğar ve bizim kendimizi ifade etme gibi bir ihtiyacımız vardı. 90’larda birileri ön ayak oldu ve sistem daha fazla direnemedi ve yol açıldı. Dışarıda dijital medya çok daha iyi ilerledi ama şunu da unutmamak gerekir biz sosyal medyayı çok daha iyi kullanıyoruz. Bunu hem kurumlar bazında hem kişiler bazında söylüyorum. Çok daha etkin kullanıyoruz, neyi niçin yaptığımızı biliyoruz. Örneğin S.E.O.’nun mantığını, çalışma prensibini herhangi bir üniversitede,  lisede, ortaokulda okuyan çocuğumuz, dijitalle ilgili olan insanlarımız yabancılara göre çok daha net biliyorlar. Geleneksel medya nereye gidiyor diyorsan eğer, televizyonlar, gazeteler asla yok olmayacak, sadece artık dijitalde olacaklar. Herhangi bir programını izlemek için saatini beklemeyeceksin. Zaten platformlar kurulmaya başladı. Reklam veren de buradaki verimliliği keşfetmeye başladı bile. Bizim televizyonlarımızda geç kalan noktalardan biri şu: Reyting ölçüm sisteminin birkaç yıl önce değişmesiyle birlikte biraz ezberleri bozuldu, biraz bocaladılar. Eski bekledikleri reytingleri göremiyorlar, haliyle bu reklam verenin verdiği reklamlara da yansıyor. Dizi sektörünün de o dönemle birlikte sarsılma başladığını görüyoruz. Artık o kadar büyük gelirler göremiyoruz dizi sektöründe. Hâlbuki Youtube gibi bir gerçek var. Her bir televizyon Youtube’a sonuna kadar sarılsa bambaşka sonuçlarla karşılaşacaklar. Televizyonda reklam süresi belli, reklam aralığı belli. Reklamın şekli şemali belli. Youtube’da yaratıcılıkta sınır yok. İster yerleştirme yap, ister sıralı reklam ver, ister sonuna reklam ver, ister bölerek reklam ver, ister viral reklam ver. Çok daha iyi para kazanabilirler. Bırak geleneksel televizyonun dursun, “ev insanı” yine isterse ona baksın.
Hozan Adar: Televizyonda bir program izliyorsunuz, ardından hemen Youtube’a düşüyor. Televizyondaki reytinginden daha çok izlenme oranı Youtube’da elde edilebiliyor.
Süheyla Yılmaz: Evet ve sonsuza dek sen onu orada tutabiliyorsun. Aynen dediğin gibi, bölümlere baktığında diyor ki sana 1 milyon izlenme tek bir bölümde, 1 milyon izlenme, 10 milyon izlenme ne demek… (Gülüşmeler)
Hozan Adar: Paylaşımlarınız ne düzeyde ilgi görüyor? Nasıl bir takipçi kitlesine sahipsiniz? Takipçilerinizle iletişiminiz nasıl? Aldığınız geri dönüşlerden bahseder misiniz?
Süheyla Yılmaz: Sosyal ağlarda paylaşımlarımı sadece işlerimle ilgili kullanıyorum. Kendim kişisel olarak bir paylaşımda bulunmuyorum bazen, nadiren kişisel… Bulunduğum kurum kendi adımın çok önünde… Verified account sahibiyim Twitter’da, yani twitter beni tanıyor:). Bu tanınma benden ziyade kurumumdan kaynaklanıyor. Bu sebeple daha ziyade iş ile ilgili paylaşımlar yapmayı tercih ediyorum. Örneğin; Twitter’da yayına çıkacaksam, yayına çıkmadan önce 30 saniyelik bir özet geçiyorum, birazdan bunları anlatacağım diye. Ya da radyo yayınımdan önce konuklarımla özçekim yapıyoruz, duyuru maksatlı, Periscope’tan yayın yapıyoruz. Bununla birlikte sosyal medyadan çok ciddi besleniyorum. Twitter benim için çok önemli bir kaynak. Facebook’tan trend takip edebiliyorum.  LinkedIn ve Ekşi Sözlük de çok önemli kaynaklar.
Hozan Adar: İnternet erişim yasakları sosyal hayatı, marka ve meslekleri ne yönde etkileyecek? Ne düşünüyorsunuz yasaklar hakkında? Bunun için sizin bir önleminiz ve önerileriz var mı?

Süheyla Yılmaz: Yasak hiçbir yerde işe yaramaz. Yasak dediğiniz şey insanın aklına tek bir şey getirir: Ben bu yasağı nasıl delerim. Bunun örneklerini dünyada da Türkiye’de de görüyoruz, hiçbir yasak kalıcı olmuyor. En basiti şu örneği verebilirim: Bireysel emeklilikte, 56 yaşından önce emekliye ayrılamazsınız ve 10 yıl boyunca sistemde kalmanız gerekir. Fakat bir dinleyici anlattı, insanlar annelerini kullanıyorlarmış bu iş. Katılımı anneleri üzerinden gerçekleştiriyorlarmış. Özetle her alanda isteyen illa ki bir yol buluyor. Bu internet için de böyle. Siz yasağı koyarsınız ama bunun DNS’i var, DNS’in önüne geçersiniz ama bunun VPN’i var. Yarın bir gün VPN’e bir çözüm bulursunuz ama başka bir şey çıkar. İnsanın yaşadığı bir coğrafyada bu işin bir sonu yok, o yasak illa ki delinir. Markalar açısından bakacak olursak, kurumlar açısından bakacak olursak, yasakçı bir kurum veya yasakçı bir markaysanız böyle anılırsınız. Fakat bunun dışında diyelim ki genel bir yasak var, marka veya kurum bundan dolayı geride kalmış, ben kurumun veya markanın bundan dolayı zedeleneceğini düşünmüyorum. Algı dediğimiz şey yaratılabilir, çok kolay yaratılır fakat şunu unutmamak gerekiyor beş dakikada değişir bütün işler…
Hozan Adar: Gazete ve dergi gibi basılı yayınlar tarih olmaya doğru gidiyor. Dijital dünya birçok eski kültürümüzü değiştirdi. Sosyal Medya uzmanı gibi birçok yenilikler var oluyor ve eğitim sistemimize giriyor. Geleceğin mesleklerinin ne yöne doğru evrilmekte?
Süheyla Yılmaz: Daha inovatif, daha yenilikçi, daha fütüristik olmak zorundayız. Meslekler de buna göre şekillenecek alışkanlıklar da… Örneğin; yaklaşık beş yıldır elektronik kütüphanemden kitap okuyorum dolayısıyla basılı kütüphanemi evden çıkartıyorum. Kitaplarımı çevremdekilere dağıtıyorum ve çevremdekileri de buna teşvik ediyorum. Fakat şu sözleri hala duyuyorum: (Komik bir ses tonuyla) “Ben kitaba dokunmak istiyorum dokunmadan olmuyor ya, kitabın kokusunu alacaksın.” (Gülüşmeler) yahu aldığın o koku sana toz ve astım olarak geri dönecek ve daha önemlisi yazık günah onun için ağaç kesiyorlar. Hele ki bunu genç insanların söylüyor olması daha bir üzücü. Gazetenin yakın bir gelecekte numunelik çıktığını göreceğiz. Tamamen dijital olacak. Bu da biraz varlık düzeyiyle de doğru orantılı, ulaşılabilen yerlerde daha ziyade dijitalde, ulaşılamayan yerlerde yazılı olarak bir süre devam edecek. Öngörüm şu ki bu işin sonunun tam varacağı nokta elinde yazılı kitap veya gazete tutan insanlar(eğer çok yaşlı değilse) ayıplanır hale gelecekler. Meslekler açısından baktığımızda makinelere doğru dönüyoruz. Finans sektöründe otomatik işlem yapan traderlar var artık otomatik makineler var bir trader gibi işlem yapıyor, sizin reflekslerinizi, korkularınız biliyor, bir sonraki hamlenizi hesaplıyor. Bir rent a car firmasının adresinin aradığınızda birkaç adım sonra Google’ın size turistik otel ilanlarını getiriyor olması tesadüf değil.  Yapay zekâ da daha da gelişecek.
Hozan Adar: Yurtdışında yaygın olarak kullanıldığını bildiğim, yeni yeni uygulamalar çıkıyor yavaş yavaş, cep telefonunda bir alışveriş uygulaması var, sen markete gidiyorsun o ürünün yanından geçtiğin zaman telefonuna bildirim geliyor fiyatı bu kadar, böyle özellikleri falan var diye açıklayıcı bildirimler geliyor.
Süheyla Yılmaz: Şahsen deneyimliyorum. Evimin yakınlarında bir alışveriş merkezi var. Önünden her geçişimde orada alışveriş yaptığım markalardan arka arkaya mesaj geliyor telefonuma.  
Hozan Adar: Sektörün dijitalleşmesine paralel olarak, iletişim fakültelerindeki eğitimin yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Bu yönde iletişim fakültelerini yönlendirecek girişimlerde bulunuyor musunuz? İletişim fakültelerindeki eğitimin sektörün değişen ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde yeniden düzenlenmesi için neler yapılabilir?
Süheyla Yılmaz: Kesinlikle yenilenmesi gerekiyor. Yeni medya dersleri bildiğim kadarıyla okutulmaya başladı. Bununla birlikte şunu düşünüyorum: Dijital dediğin, medya dediğin, iletişim dediğin en büyük, en kalabalık, en kozmopolit şehirde öğrenmen gereken şey. Dolayısıyla yeri büyükşehir. Kendi adıma İletişim fakültelerinin tamamının buralarda olması gerektiğini düşünüyorum. Kırsalda iletişim fakültesinde çok fazla şey alabileceğini düşünmüyorum genç arkadaşların. Mezun olup iş bulmaya büyük şehre geldiğinde bocalayacaktır. İşi büyük şehirlerde öğrenmeliler, sonra memleketlilerine döndüklerinde öğrendiklerini, soludukları havayı, gördüklerini, o vizyonu kendi kentlerine, kırsala taşımalılar diye düşünüyorum. Biraz daha olanakların arttırılması gerekiyor. Okulların sonuna kadar genç arkadaşlarımıza sahip çıkması gerekiyor. Burada yapılması gereken çocuğa devam zorunluluğu getirmek değil tam tersine iş bulması için teşvik etmek. Kendi televizyonlarını, kendi basılı medyalarını, kendi dijital medyalarını yaratmaları için, birbirleriyle entegre olmaları için sosyal medya alanında uzmanlaşmaları ve gelişmeleri için kampüslerin içinde bir köy yaratılması gerekiyor. Okullar ayrıca öğrencilerinin stajda sömürülmemesi noktasında daha takipçi olmalılar.
Hozan Adar: Son yıllarda sosyal ağlar katlanarak büyüdü ve insanlarla kurduğumuz iletişim daha çok dijital platformlarda. Sizce sosyal ağlar ve internet zihnimizde nasıl bir yer edindi, internete yönelme eğilimimizin sebebi nedir?
Süheyla Yılmaz: Fobiler oluşmaya başladı. Artık literatüre giriyor biliyorsun, Facebook’a girememe fobisi, Like’lanmama fobisi gibi… Hollanda’daydı sanırım bir merkez açtılar orada tedavi görüyor insanlar. “İnternet bağımlılığı” diye bir tanım var. Hayatımızın bir parçası biz artık kendimiz internet olduk. Nasıl ki araba kullanırken senin bir araba olman gerekir, tamamen o trafiğin içerisinde olman oraya odaklanman gerekir; nasıl ki tenis oynayan kişiye raket denir. Çünkü senin kolunun uzandığında raket olması gerekir. İnternet de böyle. Bu kadar çok internetin içinde olmamızın sebebi buna çok daha yatkınız, aslında sadece kendimizi ifade etmek istiyoruz. Bazı kanallarda çok sağlıklı yürütüyoruz, bazı kanallarda çok sağlıksız yürütüyoruz. Mesela Facebook duvarında yaşayan insanlar görüyoruz. İnstagram’da yaşayan insanlar görüyoruz. Bir arkadaşım yıllar önce “@tuvalet göreceğimiz günü görmek istemiyorum arkadaş” demişti. Çok daha beterini görür hale geldik. (Gülüşmeler) Her şey dijitale döndükten sonra dijital vatandaşlıktan daha farklı bir şey olacak, dijital aidiyet yani bütün komünlerin buna göre şekillendiğini göreceğiz. Çünkü insan sosyal bir varlıktır ve her sosyal varlık kendine benzer olanın yanına gider. Dolayısıyla insanlar internette kendine benzer olanı buluyorlar. Kendine benzer olanlarla bir arada oluyorlar. Farklı fikir çatışmaları görürsün internette, sosyal ağlarda birbirini tanımayan insanlar o konuda birbirine destek vermek için alt alta yorum yazarlar. Cebinde üç kuruşu olmayan insanların milyon dolarlık kulüplerin için birbirlerine canhıraş saldırdığını görürsün. Niye? Çünkü özdeşleşim kuruyor. Kendimizi orda daha iyi saklayabiliyoruz. Daha iyi maskeler takabiliyoruz. Aslında sadece kafayı kuma gömüyoruz. Ara ara oradan geri çekilip aynaya dönüp bakmak gerekiyor, “ne yapıyorum” veya “ne yapmıyorum” diye…
Hozan Adar: Birbirini tanımayan binlerce insan bile sosyal ağlar üzerinden bir tag oluşturup onun altında binlerce kişilik eylem bile düzenleyebiliyorlar.
Süheyla Yılmaz: Bunu yapabildikleri gibi bu durum kullanılabiliyor da. Örnekler üzerinden gidelim. Mesela Köln’deki taciz olayı. Yüzden fazla kişi binlerce kişiyi taciz etti, gasp etti, yaraladı. Bunun için de sosyal medya üzerinden organize oldukları belirtildi. Haberi ilk okuduğumda dedim ki: 100 kişi mi? 100 kişi organize mi olmuşlar? Kendi bildikleri yurtlarında organize olup kendi bütünlüklerini koruyamadılar. Sağa sola dağıldılar, mülteci oldular, gelecekleri karardı. Hadi buluşup “insanları taciz edelim“ diye 100’ü birden organize mi olmuşlar, inanalım mı yani buna? Nitekim böyle olmadığı ortaya çıktı. Olay gerçek fakat hazırlanması, sunulması, oynanması, sahneye konulması, bambaşka şeyler çıktı ortaya. Özetle algı yaratımı için uygun bir alan, bu nevi durumlarla da karşılaşabiliyoruz sosyal ağlarda.
Hozan Adar: Sosyal ağlar artık bir iletişim kanalı olarak konvansiyonel medya tarafından ciddiye alınıyor. Kısa süre önce Türkiye’ye giriş yapan El Cezire’de Arap Bahar’ında bunu fazlasıyla gösterdi. Gazeteciliğin ve haberciliğin sosyal ağlardan ve sosyal ağlar üzerinden haber akışı sağlayan “yurttaş gazeteciliği”nin konvansiyonel medyayı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Süheyla Yılmaz: Televizyoncular da sosyal medyayı kullanıyor. Şu an geleneksel medya ağır basıyor olabilir fakat yakın bir gelecekte dijitalin terazinin ağır basan kefesinde olduğunu göreceğiz. Yani konvansiyonel medya dijital ağırlıklı potanın içinde eriyip gidecek.
Hozan Adar: Uluslararası büyük bir gazete; “İnsanlar bir haberi sosyal medyadan öğrenebilir ama onaylamak için bize gelmek zorundalar.” diyordu. Tüm bu bilgi akışını bilgiye biraz daha erken ve biraz daha özgürce ulaşmak için mi çekiyoruz?
Süheyla Yılmaz: Onu söylemişler ama bize gelmek zorunda diye fakat şunu söyleyeyim sana artık kendileri de sosyal medyadalar ve kendileri de “son dakika” diye ya da “breaking news” diye tweet atıyorlar. Dolayısıyla tam tersine kendileri sosyal medyaya gittiler. Hepimizin eninde sonunda buluşacağı yer burası, hepimizin toplanacağı yer burası… Yani hastaysan doktora gidersin, eğitim almak istiyorsan okula gidersin, haber öğrenmek istiyorsan tabi ki gazeteye gideceksin fakat gazete artık sosyal medyanın içindeyse bunun bir önemi var mı? Doktoru eve çağırmışsın ya da hastanedeymiş, bu hastane şehrin göbeğindeymiş, dağın başındaymış, önemi var mı? Nerede şifa bulacaksan oraya gideceksin. Eğer ısrarcıysan ve gerçeğin peşinde koşuyorsan doğru haber neredeyse oraya gidersin. Bu sebeple sosyal medya gazeteleri kendine çekti ve hepimiz eninde sonunda orada buluşacağız.