Mehmet Fırat Pürselim: Kahraman Öyküsüyle Beraber Geliyor

0
242

Sakarmeke altıncı kitabınız ama biz en başa dönelim. Yazma serüveniniz nasıl başladı? Ne oldu da yazmaya başladınız? Bir avukat niye öykü yazmak ister? İlk dert neydi?

Hukukta okurken kafamda öyküler vardı onları anlatmak istiyordum. O dönemde çok fazla öykü yazdım ama hiçbirini bitirmedim. Hep yarım kaldı. Sonrasında yazmaya başladım.

Aslında dert edindiğim şeyleri anlatıyorum. Tabii herkes böyle düşünmek zorunda değil ama ben edebiyatın, öykünün bir derdi olduğunu düşünüyorum. Bu “anlattık ve iç döktük” anlamında da değil; beni rahatsız eden şeyler zorluyor “beni yaz” diyor. Kafanın, yüreğinin içinde, beyninde, bedeninde seninle birlikte dolaşıyor ve yazdırmadan rahat bırakmıyor.

Öykülerinizin hemen hepsinde geçim derdi, işsizlik, kadına şiddet var yani gündelik yaşam daha doğrusu kaybedenlerin hikâyeleri var. Özellikle bu konuları mı tercih ediyorsunuz?

Özellikle bu konuları yazayım, toplumsal gerçekçi bakış açım var bu bakış açıcı ile anlatacağım gibi bir düşüncem yok ama bazı şeyler rahatsız ediyor. Kafamı çeviremiyorum. Bu yazıp rahatlama değil; yazıp bitirdiğin zaman rahatlamıyorsun ama o derdi başkalarıyla paylaşıyorsun. Hem birilerine dokunuyorsun hem de başkalarının dokunmasına vesile oluyorsun.

Yazma serüveninizde işinizin yani avukat olmanızın nasıl bir etkisi var?

Avukatlara “sizde hikâye çoktur” denir ama tam öyle değildir. Avukat hikâyeleri yazdıklarıma doğrudan girmiyor. Avukatlık insanları tanımana daha da önemlisi empati kurmana vesile oluyor. O yönde bir faydası var.  Çünkü avukatlar, hakimden, savcıdan farklı olarak kürsünün her iki tarafında da olabiliyor. Yani hem mağdur, hem sanık vekili olabileceği gibi hem davalı, hem davacı olabiliyorsun. Bunun içinde empati kurman, her iki tarafı da anlaman gerekiyor. Çok fazla insan tanımanı sağlıyor. Benim açımdan avukatlığın yazmama en büyük katkısı farklı insanları tanımak.

Neredeyse bütün kitaplarını okuyan bir okur olarak dil ve anlatımınızın her birinde farklı olduğunu söylemek mümkün.  Sakarmeke ise diğerlerinden tamamen farklı. Denemeyi mi seviyorsunuz yoksa başka bir nedeni mi var?

İlk kitabı insanın kendini daha fazla anlattığı kitaptır. Onlarda daha karamsar ve daha hüzünlü bir dil vardır. Emanetimdeki Hayatlar’da da bu devam etti. O dönemdeki beni anlatıyor. Bu kadar karamsar dil beni rahatsız etti. Özellikle Emanetindeki Hayatlar’ı yazarken ben de heba oldum.  Farklı bir şey geliştirmek istedim. Akılsız Sokrates önceki dönemle Sakarmeke arasında geçiş kitabı gibi. Onda her iki taraftan da öyküler var. Sakarmeke’ye giden dil orada oluştu. Sakarmeke’de daha ironik bir dil var. Onu yakalamış olmaktan mutluyum. Kendim de keyif aldım okuyanlardan da aynı şekilde geri dönüşler aldım. Gezi süreci ve Gezi’nin ironik dili beni etkiledi.  Bundan sonra ne olacak onu da bilmiyorum çünkü denemeyi de seviyorum.

Sakarmeke’nin yolculuğu nasıl başladı? Ve adı niye kitabın Sakarmeke oldu?

Öyküleri yazıp bitirdikten sonra okuduğum zaman neredeyse bütün öykülerde kuş olduğunu görüp şaşırdım. Dosya bitene kadar her öyküde kuşları yazdığımın farkında değildim.

Peki bu kadar kuş nasıl birikti?

Kuşlar aslında benim dertlerimmiş ve kitapla birlikte onları gökyüzüne saldım diye mecazi bir cevap vereyim. Adı neden Sakarmeke? Sakarmeke, benim de son dönemde rastladığım ve ilk gördüğümde şaşırdığım bir kuş. Çünkü biz İstanbul’un denizinde martıları zaman zaman karabatakları görüyoruz. Bambaşka bir kuş türü gördüğümde şaşırdım. Siyah, güzel burnunda akıtması olan “nefis bir kuş ama burada ne arıyor” diye düşündüm. Sonra araştırdım ismini öğrendim. Sakarmeke’nin aslında göçmen bir tatlı su kuşu olduğunu küresel ısınmayla birlikte bu kuşların İstanbul’u yurt edindiklerini öğrendim. Kitabı yazıp bitirdikten sonra da Sakarmeke’deki göç halini, bir yandan da göçten vazgeçme, gidememe halini anlatmak istedim.  Sakar, Sakarmeke’nin burnun üzerindeki akıtmadır ama bir yandan da sakarlık hali; uçarken uçmayı becerememe, konarken de konmayı becerememe hali vardır. Günümüz insanın yaşadığı sakarlık gibi yani bir yere ait olmama ama aidiyet hissi duyma, kalamama ama gidememe.   Kuşlara göç ve özgürlük duygusu bir yanıyla da hapislik durumlarını kapsadığını düşündüm o sebeple adı Sakarmeke oldu.

Sakarmeke’de dahil olmak üzere diğer öykülerdeki isimler de ilginç. Akılsız Sokrates, Otopsi, Postyabancı, Yedi Martı… Öykülere nasıl isim veriyorsunuz?

İlk etapta geçici bir isim veriyorum. Hatta bazen hiç bulamıyorum. Yazıp bittikten sonra kendiliğinden öne çıkan bir duygusu oluyor o duygu üzerinden ismini veriyorum. Çok uzun isimleri öyküde sevmediğimi fark ettim. Genel olarak tek en fazla iki kelimelik isimler oluyor.  İsmin kapsamasını da istiyorum ama çok açık etmemesini istiyorum.