Sinan Biçici: “Yılmaz Güney filmleri bugün yapılsa bir çok festivalin kapsamına giremez”

0
268

Gişe filmleri ile festival filmleri arasındaki husumet, toplumsal gerçekliği anlatan filmlerle sanat filmleri arasındaki gerginlik yıllardır sürüyor. Yerli dizi filmlerin uzunluğu da.  Herhangi bir yerli dizinin bir bölümü yaklaşık 180 dakika. Yani bir bölümü izlemek için üç saat ekran başında olmanız gerekiyor. Ve izleyeceğiniz şey de genellikle yalıda oturan zengin esas oğlanın kadınlar tarafından bir türlü paylaşılmadığı, sevenlerin nedense hiç kavuşmadığı hikâyeler oluyor. Kurak Günler’e bakanlık desteğinin geri çekilmesi ve Recep İvedik 7’deki politik mesajlarla izleyici sinema ve dizilerden ne sorusu yeniden sorulmaya başlandı. Uzun yıllar sinema ve dizi sektöründe dirsek çürüten senarist, yazar ve yönetmen Sinan Biçiçi ile sinema ve dizilerin halini, ahvalini konuştuk.

Röportaj: Leyla Alp, Aralık 2022

Leyla Alp: Bitmeyen tartışmadan başlayalım eskiden sanat şimdilerde festival filmi dediğimiz filmler neden gişede kendilerine yer bulamıyor. Ya da bulsa bile gişesi neden çok düşük oluyor?

Sinan Biçici: Öncelikle bu türü ikiye ayırmak gerekiyor. Evrensel manada arthouse diye tabir edilen filmler ve ödül – festival odaklı tasarlanmış filmler. Ben sizin sorularını yanıtlarken 2.sini kaset ediyor olacağım.  Bütün arthouse filmlerini böyle tasarlanmış filmler olarak görmüyorum. Gerçekten bir meseleyi ele almak için kendi sinemasal anlatısını kuran örnekler de var ama onlar azınlıkta.

Gelelim soruna. Bunun birden fazla yanıtı var. Birincisi ve en önemlisi, bu türün belli bir çerçeve içine hapsedilmiş olması. Bu çerçeve nedir? Geleneksel hikâye anlatımı yapısına aykırı olmak, seyirciyi öncelememek, yani seyircinin beklenti ve beğenisini kazanmak gibi bir amaç taşımamak, müzik ve estetik gibi unsurlardan kaçınmak, iç çatışmalar, çelişkiler, ruhsal bunalımlar, yabancılaşma gibi konuları anlatmak vs.

Nasıl ki popüler filmler seyircinin beklentilerine uygun yapılmaya çalışılıyorsa, yukarıda bahsettiğim “sanat film”leri de festival jürilerinin beğenilerine uygun yapılmaya çalışılıyor. Aslına bakarsanız, sanat filmi diye hapsedilen tür kendi amacından sapıyor. Sadece hedef kitlesi farklı. Yani bu tür zaten sinemada değil, festivalde bir gişe kaygısı taşıyor.

Sinan Biçici

Leyla Alp: Gerçekten çok iyi filmler mi gişe yapıyor? Reklam ve polemiklerin filmin gişe yapmasında nasıl bir etkisi var?

Sinan Biçici: Gişe yapan bir film iyi de olabilir kötü de. Ben bu konudaki ön yargılara karşıyım. Çok gişe yaptı diye iyi bir filme kötü demem. Ya da festivalde ödül aldı diye iyi film diyemem. İyi bir film, iyidir.

Reklam, sosyal medya tartışmaları, star isimler daha birçok sebep gişede etkili olabilir. Örneğin Bergen filminin pandemi sonrası en büyük gişeyi yapması buna örnektir. Medyada çok konuşulması gişesini etkilediği gibi, çok gişe yapması da hasılatını arttırdı.

Kurak Günler, çok başarılı bir film ama Kültür Bakanlığı tarafından yapılan haksız uygulama basında ve sosyal medyada çok yer alınca hem merak uyandırdı hem de tepkiden doğan bir dayanışma duygusuyla kendi kategorisinde bir rekor kırdı. 

Leyla Alp: Festival filmi olarak adlandırılan filmlerin zaten gişe gibi bir derdinin olmadığı, olmayacağı türünde bir değerlendirme de var. Bir yönetmen filminin sadece 5 bin izlenmesini neden istesin ki?

Sinan Biçici: Eğer popüler bir film yaptıysanız 5 bin gişe büyük bir hayal kırıklığı olur. Ama sanat filmi yapma iddiasındaysanız filminizin gişe yapmaması sizi mutlu bile edebilir. Sanatsal bir başarı olarak görebilirsiniz. Gerçek sanat kitlesel olamaz gibi bir inanç var. Ben katılmıyorum tabii ki.

Sinema kitlesel bir sanattır ve kitlelere ulaşmak gibi bir hedefi mutlaka olmalıdır. Bunu başaramazsanız, bu filminizi kötü yapmaz. Ama az gişe yaptınız diye sanatsal kaliteniz yüksek sonucu da çıkmaz.

Türkiye’de Neşet Ertaş dinleyen çok kişi vardır. O zaman Neşet Ertaş sanatçı değil bir popüler kültür ikonudur diyebilir misiniz? Ya da Şener Şen, filmleri çok gişe yapıyor diye iyi bir oyuncu değildir diyebilir miyiz?

Leyla Alp: Festivallere gelecek olursak, şöyle bir eleştiri var. Jüri üyeleri genellikle aynı isimlerden oluşuyor ve onlar da ilişkide bulundukları insanlara ödül verilmesini sağlıyor. Bunu ne dersin?

Sinan Biçici: Her zaman böyle oluyor diyemeyiz. Bazen gerçekten böyle olduğu için, bazen de festivale seçilmeyen ya da ödül alamayanların gerekçesi olabiliyor.

Leyla Alp: Ana akım diye adlandırılan bir film neden festivallerde ödül alamıyor?

Sinan Biçici: Ana akım olduğu için.

Leyla Alp: Gişe kaygısı filmin yapım sürecine nasıl bir etki yapıyor?

Sinan Biçici: Senaryo aşamasından başlayarak geniş kitlelerin ilgisini çekecek hikâyeler ve anlatım biçimi seçiliyor. O dönemin reytingi yüksek oyuncuları tercih ediliyor. Prodüksiyona ve reklama yüksek bütçe ayrılıyor.

Leyla Alp: Bir filmin başarısında gişe başarısı ne kadar belirleyici?

Sinan Biçici: Dediğim gibi bana göre bir filmin iyi olması gişeyle alakalı bir şey değil. İkisi ayrı ayrı şeylerdir.

Leyla Alp: Recep İvedik 7 ile başlayan seninde köşe yazında değindiğin bir tartışmaya da değinelim. Filmle muhalefet nasıl olur? “Ana akım film çekerek muhalefet yapılacağını gösterdi” değerlendirmeleri var. Festival filmlerinin muhalefet gibi bir sorunları mı var?

Sinan Biçici: Aslında sanata verdiğiniz muhalefet misyonu neyse aynı şey sanat filmleri için de geçerlidir. Yaratıcısının hayata nasıl baktığı, dünyayı nasıl algıladığıyla ilgili bir şey. Şahan Gökbakar son yıllarda farklı bir tutum içine girdi ve bunu da son filmine yansıttı. Bana göre politik bir film yaptı.

Leyla Alp: Halkın seveceği bir filmin festivallerde ilgi görmesi, ödül alması mümkün değil midir?

Sinan Biçici: Şu dönemde biraz zor gibi. Tavuk yumurta ilişkisi gibi. Az gişe yüksek sanat, çok gişe hiç sanat gibi bir çelişkide gerçekleşmesi zor gibi. Bireysel hikâyeler, iç çelişkiler, ruhsal bunalımlar, yabancılaşma, kent – kır çelişkisi gibi konulara hapsedilmiş bir sanat filmi çerçevesi var. Festivaller de film seçkilerini yaparken, ödül verirken böyle tercih ettiği sürece biz bu döngüyü hep göreceğiz.

Bir örnek vereyim. Yılmaz Güney, birçok sinemacı tarafından ülkenin en önemli sinemacısı olarak gösterilir ama Sürü, Yol, Ağıt gibi filmler bugün yapılsa birçok festivalin kapısından bile giremez. İşçi sınıfı filmleri yapan Ken Loach festivallerde hep yer alır ama bizde küçük burjuva buhranları seçilir. Toplumsal meseleler tabii ki birey üzerinden anlatılabilir ama bireye fazla hapsolması sınırlarını fazlaca daraltıyor bence.

Leyla Alp: Dizilere gelecek olursak her dönem birbirine benzeyen dizileri bir furya halinde ekranlarda görüyoruz. Ağalardan, yalılardan bir türlü kurtulamadık Senaristler mi yaratıcı değil, yapımcılar mı risk almak istemiyor?

Sinan Biçici: Çok basit bir kural var. Seyirci ne isterse yapımcılar onu yapar. Seyirci politik filmlere çok ilgi göstersin bütün yapımcılar politik film yapmak için sıraya girerler, tabii RTÜK’ün izin verdiği ölçüde.  Mesela yılar önce psikolojik içerikli dizi yapmak istedim ama kimse ilgi göstermedi. Bir tane yapıldı ve çok ilgi görünce ardı arkası kesilmedi. Son yılların yeni trendi psikolojik ve yargı odaklı diziler. Reyting almaya devam ettikçe yenileri yapılmaya devam edecek. Ta ki seyirci artık bıkana kadar.

Leyla Alp: Dizilerle ilgili hep şunu duyuyoruz izleyici istiyor? Bu döngü nasıl kırılacak?

Sinan Biçici: Televizyoncular döngüyü kırmayı değil, döngüye uyumlanmayı amaçlarlar. Döngü kırmak sanatçıların, entelektüellerin, bilim insanlarının ve politik figürlerin yapacağı bir şey.

Leyla Alp: Dizilerde genellikle zengin hayatları izliyoruz. Beyaz yakalı, zengin ve erkek. Toplumsal cinsiyet eşitliği, kültürel farklılıklar, inanışlar neden dizilere giremiyor?

Sinan Biçici: Cevabım aynı, seyirci bunlara ilgi gösteriyor. Panellerde toplumsal cinsiyet konuşmak iyidir ama dizilerde izlemesi çok eğlenceli değildir. Sağlıklı besinlerden aldığımız tatla, zararlı besinlerden aldığımız tat ilişkisi gibi.

Leyla Alp: Gerçek hayattan gerçek insanlardan yapılan ve dijital kanallarda çok izlenen diziler var bunlar neden ana akım kanallara ilham olmuyor? İzleyici kitlesi çok mu farklı?

Sinan Biçici: Dijital kanallarda yapılan o dizileri de aynı yapımcılar, senaristler, yönetmenler üretiyor. Mecraya ve hedef kitlesine göre seçiyorlar sadece. Televizyon seyircisi hala geleneksel seyirci tercihlerini devam ettiriyor.

Leyla Alp: Ülkenin en önemli sorunlarını neden dizilerin gündemine giremiyor. İzleyici sorunlarını dizide izlemek istemiyor mu?

Sinan Biçici: İzleyebilir bunu nasıl sunduğunuzla ilgili. Bir örnek vereyim Bergen filmi televizyonda yayınlansın gün birincisi olabileceğine hepimiz eminiz. Ben bazı insanlara neden filme gittiğini sordum ve kadına şiddet konusunda duyarlılıktan cevabını aldım. Oysa kadına şiddeti anlatan birçok film gişede 3 – 5 binde kaldı.

Eğer popüler film kodlarını kullanırsanız toplumsal meseleleri de izletirsiniz. Sağlık konulu Mucize Doktor, adalet konulu Yargı, tarih konulu Muhteşem Yüzyıl gibi birçok örnek var.

Leyla Alp: Bir diğer mesele 140 -160 dakikalık diziler, yerli dizi yersiz uzun eyleminden sonra dizi süreleri daha da uzadı. Fakat dijital kanallardaki dizilerde bu yok. Buradan nasıl çıkılacak?

Sinan Biçici: Eskiden reklam gelirleri düşük gerekçesi vardı. 1 saat içinde 12 dakika reklam yayınlayabilirsiniz. Bir dizi bütçesini karşılamak için 5 kuşak almak zorunda denirdi. Birinci dakikada ve son dakikada reklam girilmesinin mantığı buydu.  Aslında şimdi dizilerin asıl gelirleri yurt dışı satışları. Reklam kuşağı gerekçesi ortadan kalktı. Ama şimdi de uzun diziyi 3’e bölüp 3 bölüm olarak yurt dışına satmak gibi bir durum var. Yani tek sebep daha çok kazanmak . 

Leyla Alp: Muhalif olan sanatçılara yönelik bir kuşatma da var elbette. Dizilerde rol alamıyorlar, konserleri yapılamıyor vb. Buna rağmen muhalif kalmak ve orada bir şey üretmenin formülü ne olabilir?

Sinan Biçici: Bunu başaran arkadaşlarımız var. tiyatro yapıyorlar, youtube’ta kendi üretimlerini gerçekleştiriyorlar. Dijital kanallarda da bu konuda fazla baskı yok. İşleri zor ama alternatif yollar bulunabiliyor.

Siz iyi bir film yapıyorsanız, “derdi olan bir film” yapıyorsanız bunun geniş kitlelere açılması ülke ve insanlık açısından iyi bir şeydir. Daha çok insan kitap okusa, sergilere, konserlere, tiyatrolara gitse çok iyi olur diyorsanız, bence aynı şeyleri filmler için de dilemelisiniz . Hayatın ironisi, bunlar içinde en kitlesel olanı sinema…