Çoğu kişiden duyduğum bir şey bu: “Abi tam aklımdan geçiyordu, bir de baktım Instagram’da reklam olarak çıktı karşıma. Yoksa düşünceleri de mi okuyorlar?”
Yakın zamanda medyaya yansıyan bir haber bunu doğrular nitelikte. Stanford Üniversitesi’nde yapılan araştırmalara göre, insan düşüncelerini, yani iç sesini yüzde 74’e varan bir doğrulukla çözme yeteneğine sahip yeni bir teknoloji geliştirilmiş. Yanlış duymadınız. Artık iç sesinizle de baş başa kalamayacak, kendi dünyanızda rahat edemeyeceksiniz.
Verinin ve veriye dayalı bilginin büyük önem taşıdığı zamanlardayız. Ekonomi-politik olarak yeni dünyayı inşa eden verinin bir meta olarak nasıl bir iş gördüğüne tanık oluyoruz. Bizi de metalaştıran veriler ve bu verilere sahip olanların yön verdiği bir dünya… Anlayacağınız Facebook kurucusu Zuckerberg metaverse adını boşuna kullanmamış.
Meta kelimesi ticari amaçla üretilmiş, alınır satılır mal için kullanılan bir kavram aslında. Karl Marx sağ olsun “Kapital” adlı eserinde bundan uzunca bahsediyor. İşte o meta bugünün veri toplumunu, metalaşmış toplumu belirleyen ana unsur. Ve yeni dünya onun üzerinde şekilleniyor.
Ülkeler bilgi teknolojilerinde öne geçmek, büyük verilere sahip olmak için var gücüyle çaba harcıyor, yatırımlar yapıyor. Zira metaya yani bugünün gerçek metası olan veriye sahip olanlar yeni egemen temsilleri, yeni tahakküm düzenlerini inşa edebilir.
Her hareketimiz, her tercihimiz ve düşüncemiz… Elektronik tüm ortamlardan, akıllı cihazlardan, kablolardan ve hatta havadan veri olarak toplanıyor. Artık her yer, her ortam, her araç bir veri toplama ve aktarma silahına dönüştü. “Eh güzel kardeşim onca toplanan veri ne oluyor?” diye sormayın. Tabii ki bizleri kişisel özelliklerimize göre tanımlama, bize ilişkin davranışları önceden analiz edip gelecekte neler yapabileceğimize ilişkin olasılıkları hesaplama işini görüyor. Yani bizleri veri olarak alınıp satılan bir mala çeviriyor, metalaştırıyor. Sen artık bir insan değil metasın. Hani “bir ben var bende benden içeru” derdik ya bir zamanlar, işte içerideki benden türetilmiş bir beni de onlar üretiyor, “ben”i ele geçiriyor. Seni senden iyi tanıyorlar…
Düzenin egemenleri dururken senin için olacak değil ya onca çaba!
İnsan deneyimini ücretsiz bir hammadde olarak kullanan yeni bir kapitalist modelden söz ediliyor artık. Dijitaldeki tercihlerimizi, beğenilerimizi, yorumlarımızı, davranışlarımızı alıp gelecekte neler yapabileceğimize ilişkin sonuçlar yakalayan bir şeyden bahsediyorum.
Geçende sosyal medya hesapları üzerinden yapılan bir paylaşımda denk geldim. New York Times gazetesinde yayınlanan bir habere göre Amerikalı bir kızın cep telefonuna sürekli olarak mağazanın birinden bildirimler geliyor. Bu bildirimlerin içerisinde bebek ürünleri reklamı var. Ama sorun şu ki kız henüz lise çağında. Babası bu duruma çok sinirleniyor ve mağaza yönetimine “neden liseli bir kızın önüne bu tarz reklamları düşürüyorsunuz” şeklinde çıkışıyor. Lakin sonra bir bakıyorlar kız gerçekten hamile. Yani anlayacağınız kızın davranışsal verileri o kadar iyi toplanmış, o kadar iyi analiz edilmiş ki kızın hamile olabileceği kız daha bunu bilmeden önce tahmin edilmiş ve onun önüne bebek ürünleri reklamları sürülmeye başlanmış.
Endüstriyel kapitalizmden gözetleme kapitalizmine geçmek işte böyle bir şey.
İnsan davranışlarını modifiye eden makineler, sunucu çiftlikleri, yapay zekâ algoritmaları, veri bankaları, yazılımlar… Topu birden davranışları, toplumsal eğilimleri ve de doğal olarak politik toplum aklını yöneten birer güç merkezi haline geliyor. Bizim üzerimizden öğreniyor ve sonunda bizi şekillendiriyorlar. Satın almamız gereken şeyleri, tercih edeceğimiz şeyleri doğrudan bize satıyorlar. Yalnızca ürünleri, hizmetleri değil tabi. Fikirleri de…
Henüz yüzyıllık bir süre içinde Eniac ve Moniac ile başlayan bilgisayar ve bilişim macerası bugün olağanüstü büyüklükte, adına “big data” denen verilerin toplandığı ve bu verilere göre davranışların, duyguların, eğilimlerin yönetildiği, yönlendirildiği yeni bir dünyayı yarattı.
Bilgisayar aracılı çalışma, bilgi teknolojileri, piyasa ekonomisi alanlarında ve kapitalizm üzerine çalışmaları olan Harvard kökenli akademisyenlerden Shoshana Zuboff’un dediği gibi: “Bir zamanlar Google’da arama yapıyordunuz, ama şimdi Google sizde arama yapıyor.”
Her şey inanılmaz bir hızla değişti, değişiyor. Henüz üniversitede daktilo dersinde on parmak yazmayı öğrendiğim zamanlar dün gibi. Şimdi akıllı cep telefonları bizim adımıza her işi görecek basit uygulamalara sahip. Basit diyorum zira yarın ne çıkacağı belli değil.
Devletler, kapitalizm, piyasa düzeni, toplum, kişiler arası ilişkiler her şey ama her şey bambaşka bir hal alıyor. Doğanın bile insan yaşamındaki yeri değişti. Ama bu başkalaşma içinde derin bir sorun ayak seslerini duyuruyor. Verileri elinde bulunduranlar akıllı yazılımlar marifetiyle bunları işleyenler, yarın ne almamız gerektiğini ne giyeceğimizi ne düşünmemiz, nasıl tavırlar takınacağımızı belirleyen bir güce dönüşürken politik toplum nereye evriliyor?
“Metakrasi” kapıya dayandı…
Yeni tür totaliter zamanlara gittiğimizi düşünenler var. Geleceğe dair öyle teoriler atılıyor ki ortaya. Yunanlı eski maliye bakanı Yanis Varoufakis teknofeodalizm dönemine girdiğimizi söyleyerek kapitalizmin öldüğünü iddia ediyor. Klasik feodal sistemde toprak sahipleri köylülerden haraç alıyordu. Teknofeodalizmle birlikte “bulut lordları” (cloudalists) ortaya çıktı. Hem geleneksel kapitalistlerden hem de tüm kullanıcılardan veri rantı toplayabilecek güce sahipler. Hepimiz bulut serflerine dönüşüyoruz, hepimiz onlara bedavadan çalışıyor, bulut proletaryasını oluşturuyoruz.
Halk egemenliğine dayalı demokrasi ve demokratik yönetim biçimleri değişime zorlanıyor. Temsili yani millet meclisleri üzerinden işleyen bir demokrasiye gerek kalmadığını düşündürecek çok şey yaşandı. Hem milletin vekili denilen kişiler gerçekte ne işe yarıyor? Halkın ne düşündüğü ne istediği bir tıkla önüne geliyorsa böyle aracılara ihtiyaç mı var?
Yeni bir sınıf savaşının başlayacağından söz edenler var. Toplumların yapay zekayı etkin kullanan “Bilişsel Elitler” ile bu teknolojiden yararlanamayan “Dijital Yoksullar” olarak ikiye ayrılacağına ilişkin görüşler yayılıyor. Bilgi ve teknolojiye kolay erişim sağlayanlar ve sağlayamayanlar arasında tüm zamanların en büyük eşitsizliğinin doğacağı iddia ediliyor.
Şehir devletlerinin dijital türlerinin ortaya çıkacağı, bir camın arkasından bakar gibi ötesini görebildiğiniz ancak gidemediğiniz sınırlarla dolu bir dünyaya gireceğimizi söyleyenler de var.
Şimdi bir hayal edin. İstanbul’da yaşıyorsunuz. Ancak Eminönü’ne giremiyorsunuz. Çünkü sizin için tanımlanmış bir dijital onay yok. Mikro çiplerinizle kültürel, sosyal ve ekonomik olarak yaşam alanlarınız tanımlanmış ve birbirinden ayrılmış. Her yere dilediğiniz gibi hareket edemiyorsunuz. Fiziksel olmayan sınırlar içinde yaşıyorsunuz ve tüm seçimleriniz, davranışlarınız gözetim altında. Üstüne üstlük tüm bunların olması gerektiğine inanan, doğal karşılayan bir akla evrilmişsiniz.
Aklınıza “Zamana Karşı (in Time)” filmi mi geldi?
Veriye sahip olanlar onlara verilerini sunanlar üzerinde yeni bir hegemonya inşa ediyor. Sizi sizden daha iyi bilen akıllı yazılımlar size neyi nasıl yaşamanız gerektiğini, sizin de kabul edebileceğiniz yollar üzerinden sunuyor. Artık içselleştirdiğiniz bu yeni toplum düzeninde yönetici sınıfın ve egemen düzenin meta veri üzerinden işlerini görmesi rahatsız etmiyor.
Kendi düşünceniz, iradeniz, kanaatiniz, tercihiniz, adına ne derseniz deyin ortaya çıkan haliyle davranışınız olduğunu sandığınız şeylerin aslında size çoktan belletilmiş bir şey olduğunun farkında olmaksızın yaşıyor olabilir misiniz? Metaya dayalı yeni bir toplumsal düzenin içinde ahlaki, kültürel, sosyal her konuda bir takım yeni değerlerin yeşermediğini, benliğinizin değişmediğini mi sanıyorsunuz?
Yapay zekanın vaftiz babası olarak anılan Geoffrey Hinton 2024 yılında Nobel Fizik ödülü alıyor ve törende bir konuşma yapıyor. Merak edenler için hemen demeliyim ki Hinton yapay sinir ağları üzerindeki çalışmalarıyla tanınan İngiliz-Kanadalı kökenli bir bilgisayar bilimcisi, bilişsel bilimci ve bilişsel psikolog.
Hinton öyle sıradan biri değil. Çalışmalarıyla çığır açtığı gibi “yapay zekanın riskleri hakkında özgürce konuşabilmek” için 2023 yılında Google’dan istifa etmiş bir şahsiyet.
Fırsat buldukça yapay zekâ sistemlerinin zihinsel kapasite açısından insanı aşabileceği, denetim dışı hareket etme riski ve kötü niyetli aktörler tarafından manipüle edilme ihtimalleri üzerine kaygılarını dile getiriyor. İşte Nobel ödülünü aldığı törende de herkesin dikkatini çekecek şekilde uyarısını yapıyor.
“Maalesef yapay zekadaki bu hızlı ilerleme beraberinde pek çok kısa vadeli risk getiriyor… Yakın gelecekte yapay zekâ, korkunç yeni virüsler ve kimin öldürüleceğine ya da sakat bırakılacağına kendi kendine karar veren dehşet verici ölümcül silahlar yaratmak için kullanılabilir.
Tüm bu kısa vadeli riskler hükümetlerin ve uluslararası kuruluşların acil ve kararlı bir şekilde dikkatini gerektiriyor. Ayrıca kendimizden daha zeki dijital varlıklar yarattığımızda ortaya çıkacak, daha uzun vadeli bir varoluşsal tehdit de var. Kontrolün bizde kalıp kalmayacağına dair hiçbir fikrimiz yok, artık elimizde bir kanıt var: Eğer bu varlıklar kısa vadeli karlarla motive olan şirketler tarafından yaratılırsa, bizim güvenliğimiz en büyük öncelikleri olmayacak.
Bu yeni varlıkların kontrolü ele geçirmek istemelerini nasıl önleyeceğimiz konusunda acilen araştırmalara ihtiyacımız var. Onlar artık bir bilim kurgu değil.”
Evet Hinton’un üzerine basa basa söylediği üzere geldiğimiz çağ yapay zekayla başka bir evreye işaret etmektedir. İnsanımsı robotlar kadar robotumsu insanlar da yarattık. İnsanın veri olarak işlendiği ve metalaştığı bir çağdayız. Yaşadığımız toplum bir meta toplumudur, kurduğumuz yeni düzen meta egemenleri düzenidir. Bir meta olarak, veriyle işlenmiş bir insan olarak toplumla ilişkiliyiz. Benliğimizin bizim dışında dolaşımda olan başka bir boyutu var. Verileri işleyen, kontrol eden yapay zekâ ve bu zekayı elinde tutan, kontrol edenlerin hükmü altında yeni bir dünyaya gidiyoruz.
Geçmiş olsun “Demokrasi” yaşasın “Metakrasi”! Halk egemenliği ile açıklanan demokrasiye dayalı rejimler yerini halk verileri üzerinden hüküm sürecek yenilerine bırakıyor.