Pandemi, Eğitim, Gerçekler…

0
204

Türkiye’nin ilk koronavirüs vakasını kayıt altına aldığı ve ilan ettiği 10 Mart 2020 akşamında neler yaşayacağımızdan habersiz açıklamaları dinlemiştik. Alışkın olduğumuz gibi sadece sağlık sektörünü etkileyecek bir problemden bahsedildiğini düşünmüş, yarı ciddi yarı dalga geçer bir tavırla distopik bir hikâyenin ortasına düşüvermiştik. Oysaki yansımaları çok geçmeden her yerdeydi. Önce mis gibi bir haftalık tatille başladı eğitimdeki değişiklikler. Ardından, uzayan durum için alternatif planlamalar geliştirilmeye başlandı. Her evde var olduğu düşünülen televizyonlardan yayınlanacak ders içerik videolarından oluşan ders programı ile eğitimde eşitliği sağlamaya çalıştık. Ancak çok geçmeden televizyonlardan ders izlemenin öğrenme için yeterli olamayacağını anladık ve Eğitim Bilişim Ağı (EBA) adını taşıyan sosyal eğitim platformu üzerinden ders içerikleri, ödevler, sınıf öğretmeni ve akran öğrenciler ile etkileşimi sağlamaya çalıştık. Oysa böylesi bir duruma hiç hazır değildik, ne eski günlerde bize fazla gelen internet paketi yetti ne de bir zamanlar başlatılan ama güzel ülkemizin her çocuğuna ulaştırılamadan yavaşlayan projeler yetişemedi imdadımıza. İstanbul ve Ankara’nın göbeğinde bile internet gitmemiş bölgeler, internetle tanışmamış çocuklarımız olduğunu işte o zaman öğrendik.

Yaşadığımız süreçlerle ilgili kaleme alınmış çok yazı vardır, yazılmaya da devam edecektir elbette ama ben bu süreçlerin çok daha öncesinde ne durumda olduğumuza ayna tutan başka bir konudan bahsetmek istiyorum.

Hadi gelin tüm bu meseleye 21. yy perspektifi ve şartları ışığında yaklaşalım. 2000’li yıllara adım atmış, dünya düzeninin her anlamda değişmeye başladığını konuşmaya başlamıştık. Bu yeniçağda çözülmesi gereken problemler, önceki yüz yılların sorunlarından farklılaşmaya başlamıştı bile. Yerel, ulusal ve küresel anlamda çok daha büyük problemler tüm dünya için tehdit oluşturmaktaydı. Küresel ısınma, kıtlık, yoksulluk, sağlık sorunları, çevre sorunları, dünya nüfusunun hızlı bir şekilde artmakta oluşu, terör saldırıları, çocuk ve insan hakları ihlalleri, yüksek suç oranları, savaşlar gibi her ülkenin çözmesi gereken meseleler tüm dünyanın ortak problemi olmaya başlamıştı. Küreselleşme, sadece ekonomik bir kavram olmaktan çıkmış, her türlü problemin de tanımında sıfat olarak kullanılmaktaydı artık.

Yaşamanın her geçen gün daha zorlaştığı gerçeği ile yalnızlaşan ve bencilleşen bireylere sağduyu, şefkat, problem çözme, işbirliği, paylaşma, farklılıklara saygılı olma, hoşgörü, kısaca insanların unuttuğu değerler yeniden kazandırılmalıydı.

Teknolojik gelişimler ve dijital dönüşüm, hem sosyal hem de ekonomik olarak hayatlarımızı değiştirmeye başlamıştı. Yapılan araştırmalar; iş dünyasının yaratıcı fikirlere sahip, iletişim becerileri olan, inisiyatif alan, proje üreten insanlara ihtiyacı olduğunu gösterirken, okullardan mezun olan bireylerin pasif, ezberleyen, heyecansız, verileri sorgulamadan kabul eden insan tipi olduğunu gösteriyor, beklenti ile realite örtüşmüyordu. Gelecek nesiller, değişen eğitim anlayışı ile aranan insan tipine uygun mezunlara dönmeliydi.

Değişen dünyanın ihtiyaçları doğrultusunda, öğrencilerin aktif ve katılımcı olması, takım çalışması ve işbirliği yaparak, verilen problem üzerine disiplinler arası bakış açısı ile yaratıcı çözümler üretmeleri bekleniyordu.

Bilgi, teknoloji sayesinde artık her yerdeydi, dolayısıyla öğrenciler merak etmeli, merak ettiği konuyla ilgili birçok yerden sağladığı bilgi ile o konuyu öğrenmeye başlamalıydı.

ABD’ de önde gelen kurum, dernek ve kuruluşların katıldığı Partnership for 21st Century Learning (P21) projesi ile 21. yy becerileri tanımlanmıştı. Teknolojik gelişim ve dijital dönüşüme ayak uydurabilen bireyler için edinilmesi gereken 21. yy yetkinlikleri; sistemler ve insanlar arası işbirliği, takım halinde çalışabilme, eleştirel düşünme, karmaşık problemlerle uğraşabilme, sunum yapabilme, yazma becerisi, teknolojiyi anlamlı kullanabilme, yerel, ulusal ve küresel sorunlarla uğraşma, belirsizlikle başa çıkabilme, değişime hızlı uyum sağlama, inisiyatif alma, bilgiye erişebilme, bilgiyi stratejik kullanabilme, bilgiyi analiz etme, sürekli öğrenme, merak ve hayal gücü, bilimsel ve uygulamalı araştırmalar yapabilme şeklinde kabul gördü.

Tüm bunlar için var olan müfredat ve ders programları elbette yeterli değildi. 20nci yyın koşullarına göre yapılanmış olan okul ve eğitim anlayışının farklılaşması gerekmişti.  Artık öğretmenler, öğrencilerin ilgilerini canlı tutmak, gerçek dünyadaki yaşama hazırlanabilmeleri için neleri öğrenmeleri ve nasıl öğrenmeleri gerektiği konusunda yardımcı olmak, yaşam boyu öğrenme için gereken merak duygusunu sürekli canlı tutmak, daha iyi nasıl öğreneceklerse o şekilde öğrenmelerine yardımcı olmak, öğrenme yöntemleri konusunda bilgili olmalıydılar.

Yeni eğitim anlayışı ile öğretmenler, öğrenci ve öğrenmenin farklılığını kabul etmeli, değerlendirmenin öğrenme amaçları ile örtüşeceği farklı bakış açıları geliştirmeliydiler. Bilgisayar ve internet kullanabilmeli, teknoloji ile barışık olmalıydılar. En önemlisi literatürü ve dünyadaki gelişmeleri takip ederek gelecek ile ilgili paradigma ve metodolojilere aşina olmaları gerekliliğiydi. Gelecek ile ilgili tehditlerle ilgili öneri ve çözüm projelerini okullarda başlatmalıydılar.

Tüm bunları anlatarak belki sahip olduğunuz bilgileri yeniden anımsatmış oldum. Ama asıl varmak istediğim yer, 2000’lerin başında tüm dünyanın kabul ettiği bu değişimlere ne kadar uzak olduğumuzdu.  

Bundan çok değil 3 yıl önce 2017 Ocak ayında bitirme tezim olarak bu konu üzerine bir çalışma yapmış öğretmenlerin 21. yy becerilerine karşın tutumlarını araştırmıştım. 21. yy becerilerine aslında öğretmenlerin ne kadar sahip olduğunu merak etmiştim. Araştırmamı genellemeye taşımak doğru olmaz ama İstanbul’dan devlet ve özel okul öğretmenlerinin küçük bir kesiminde yaptığım bu araştırmanın sonuçları pek de iyi değildi. Araştırmaya katılan öğretmenlerin sadece %45’i herhangi bir konuda araştırma yapmanın kendini geliştirdiğini düşünmekteydi. %5’i zaman buldukça bir şeyler hakkında araştırma yapıyordu. Sadece %10’u şimdiye kadar gönüllü projelerde yer almış, bu projeler genelde çevre sorunları ile ilgiliydi. Sadece %45’i okulda öğrencileri ile projelerde yer alıyordu. %10’u farklı branşlarla ortak proje üretip, çeşitli eğitim platformlarında yer alıyor, araştırmalarını paylaşıyordu. Öğretmenler teknoloji konusunda olumlu fikre sahiptiler. %55’i teknoloji doğru kullanılırsa faydalı buluyordu. Çok değil 2017 yılında sadece %5 öğretmen teknoloji sayesinde öğrencileri ile farklı platformlardan iletişim kuruyordu.  Sadece %10’u dersleri ile ilgili bilgisayar programları kullandıklarını belirtmişlerdi. %5’i teknolojik etkinliklerin öğrencilerin derse ilgisini arttırdığını düşünmekteydi.

O zamanlar eğitimin konu edildiği her platformda, tüm özel okul broşürlerinde 21. yy becerilerinden ve bu becerileri öğrencilere nasıl kazandıracağımızdan bahsediyorduk. Ama yaptığım araştırma sonucu buna hazır olmadığımızı gösteriyordu.

Çalışma sonucunda çıkardığım önerilerimi üç cümlede özetlemeye çalışacağım.

Okullarda, öğretmenlerin teknoloji ile iç içe ders yapacakları öğrenme ortamlarına geçişi sağlanmalı, öğretmen ile teknoloji bağı kurularak bu bağ güçlendirilmeliydi.

MEB müfredatı 21.yy becerilerine uygun şekilde geliştirilmeli,  programa öğretmenlerin öğrencileri ile birlikte çeşitli projelerde bulunma imkanı sağlayacak proje tasarım dersleri eklenmeli, sunumlarının yapıldığı proje haftaları MEB takvimi içerisine  konulmalıydı.

Teknoloji ile barışan, nasıl kullanılması gerektiğini öğrenen öğretmenler, bu deneyimlerini öğrencilere aktarmalıydılar.

Tüm dünyanın 2000’li yıllar ile başladığı değişimlere biz ne kadar dahil olabilmiştik? Eğitimciler olarak, değişen dünyayı ne kadar merak etmiş, kendimizi ne kadar geliştirmiştik?

Gelin, teknoloji ile iç içe ders planlarının çok önceden hayatımıza girdiğini düşünelim. Derslerde dijital uygulamalardan yararlandığımızı, öğrencilerimizin teknolojiyi faydalı kullandığını farz edelim. Dünyayı tehdit eden problemlerin müfredatımızda yer aldığını ve aslında pandemi sürecinin tam da böyle bir süreç olduğunu bilen öğretmenler ve öğrencilerimiz olduğunu hayal edelim.

Sonra 10 Mart 2020 akşamına geri dönelim. Pandemi ile girdiğimiz süreçte ne yazık ki hep yaptığımız gibi kervanı yolda düzmeye çalıştığımızı, iş başa geldiği anda öğrenmeye odaklandığımızı hatırlayalım. Bu süreci yaşarken ortaya çıkan kaosu ve eksikliklerimizi, herkese eşit şartlarda ulaşacağımızı umarak büyük bir hayal kurduğumuzu oysa bu hayalin daha ilk aylarda kabusa döndüğünü hatırlayalım. İnternette yer alan sınırsız kaynaklara nasıl ulaşacağını, bilgisayar programlarını nasıl kullanacağını bilmeyen eğitimcilerin sadece slayt göstererek canlı ders süresini tamamlayıp günü kurtarmaya çalıştıklarını hatırlayalım. Hatırlayacak çok eksiğimiz, öğrenmede eksiği olan çok çocuğumuz var ne yazık ki…

Bence artık değişime direnç göstermek yerine çalışmaya başlamalı, 21. Yüzyılın ilk çeyreği biterken kendimizi geç de olsa yeni dünyaya hazırlamalıyız. Artık vaktimiz ve bahanemiz kalmadı.