Bilmiyorum belki içinizde okuyanlar mutlaka vardır ama José Mauro De Vasconcelos’un Şeker Portakalı, üzerine tekrar düşünülmesi ve mutlaka tekrar okunması gereken bir kitap. Çocukken çok sosyal olmakla birlikte, hayatı anlamlandırmak için belkide, ağaçlarla da konuşurdum. Hem sadık bir dinleyicilerdi hem de bana dalları, kabukları ve heybetleriyle hep bir şekilde yol gösterir ve hayaller kurmamı sağlarlardı.
Şeker Portakalı ile tanıştığımda, kitabın baş kahramanı Zeze ile birçok ortak noktamız olduğunu görmüştüm. Tesadüf bu ya o da ağaçla konuşan biriydi. Berbat bir şekilde yönetilen ve yoksulluğun pençesinde bir toplumda, içi içine sığmayan, soran, soruşturan ve bu yüzden hep azar yiyen bir çocuktu.
Zeze’nin çevresi tarafından kendi iç dünyasına çekilmesine rağmen, nefes aldığı toplumu öğrenmesi ve hatırladığım kadarıyla büyürken insan ve toplumla ilişkilerinin onun düşünce dünyasına yansıması beni derinden etkilemiş ve nedense kendimi onunla özleştirmişti.
Yaşadığı derin yoksulluk, ona yönelik aile ve çevre baskılarına rağmen, onun hep güzeli hayâl etme inadı, gerçekten insanın tek başına da kalsa isterse nasıl yaratıcı olabileceğinin ve ayaklarını bastığı topraktaki kendi gibi insanlarla neler başarabileceğinin bir kanıtıydı belki de.
Akdeniz insanı ile Latin Amerika insanın büyük çoğunluğunun kaderini büyük ölçüde benzer buluyorum. Özellikle yoksulluk ve yoksunluklar, insanı ve doğayı tüketip yaşadığımız korkunç yabancılaşma ve her şeye rağmen güzel bir geleceğe inanmak, bize tekrar bazı soruları sordurabilir ve neyi yanlış yaptığımızı düşündürebilir diye umuyorum.
Dünyanın her yerinde, özellikle son 100-150 yıla damgasını vuran yönetim sistemlerimiz, modernleşme sürecimiz, sosyal, siyasal ve ideolojik yöntemlerimiz her gün her saat milyonlarca Zeze gibi zor hayatlara neden olurken, bir yandan da bu korkunç ekonomik sistem ve yarattığı tahribat, artık kendini toparlayamayacak bir dünya ile başbaşa kalmamıza neden olacak.
Her yeni doğan çocuğun Zeze’nin maruz kaldığı yoksulluk, yoksunluk ortamını yaşamaması için mücadele etmemiz gereken bir dünyayı düşlerken, Zeze daha büyümeden yok olmak üzere olan ya da yok olmanın eşiğinde bir dünyada olduğumuzu da unutmamamız gerekiyor.
Bu yüzden atılacak adım, katı olan her şeyin buharlaştığı bu dönemde hızlı olması gerekiyor, ama bir yandan da bu adımlar sürdürülebilir ve uzun zaman da işleyebilir olmalı. Sosyal, kültürel ve siyasal olarak çok uzun sürecek bir dönemeçe girerken, elimizi sıkı tutmalı ama elimiz de çabuk olmalı.
Zeze, işte bu hasar görmüş benliklerimizin, toplumuzun bir parçası olarak aslında keşke böyle olmasaydı dediğimiz ama buna rağmen umutlarımızı koruyup geleceği daha iyi yapma motivasyonu sağlayacak bir karakter olarak, hepinizi etkileyecektir diye düşünüyorum.
Sanırım Şeker Portakalı’nı tekrar okumanın zamanı…
Fotoğraf: Brienne Hong / Unsplash