Dostlar Alışverişte Görsün

0
66

Hafta içinde sosyal medyada, henüz “Türkiye Yüzyılı”nın iktidarı tarafından Instagram mecrasına erişim engeli konmamışken bir paylaşıma denk geldim. İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür hocayla ilgiliydi. Hoca akademisyenliği ve başında bulunduğu deprem araştırmalarıyla ilgili çalışmaları bırakacağını söylemiş. Açıklamasında üniversitelerin içinde bulunduğu sıkıntıları dile getirerek, evrensel bilim kriterlerinin tehdit olarak görüldüğünü, liyakatin kaybolduğunu, akademik üretkenlik, başarı gibi konulardan çok belirli bir düşüncenin insanı olmak, bir taraf olmak gibi konuların önem kazandığını dile getirmiş. Açıkçası üniversitelerin giderek vasatlaştığına vurgu yapmış, “taraf olmazsan bertaraf olursun”, “üretirsen fark yaratırsın, bundan da rahatsız olunur” gibisinden bir şeyler demiş.

Kısacası çok yabancısı olmadığım ta asistanlık yıllarımdan beri iyi bildiğim, iliklerime kadar yaşadığım konulardan söz etmiş. Doğrusu denecek çok daha fazla şey olmasına karşın bana göre oldukça edepli ve ölçülü bir konuşma yapmış hoca. Akademik yeterlilik sorunları ve üniversite içi güç ilişkilerinin (ki neyin gücüdür bu anlaşılmaz) yarattığı çürümelere değinmekle yetinmiş; politik egemenlerin üniversiteleri nasıl yuttuğuna, üniversitelerin onlara ve çıkar-para ilişkilerine nasıl bağımlı kılındığına, küresel sömürü düzenine nasıl dahil olunduğuna ve dahi bunların olması için de yasaların, yürütmenin buna nasıl uygun olarak düzenlendiğine, akademik unvanların, payelerin nasıl iktidarın kontrolüne geçtiğine, onların gözetiminde nasıl dağıtıldığına değinmemiş.

Üniversitelerde yaşadığım akademik deneyimim nedeniyle bu konu hakkında pek de iyi şeyler söyleyemeyecek bir noktaya ulaşmış olduğumdan mümkün olduğu kadar bu türden konulara uzak durmaya çalışıyordum. Bilenler bilir. Ancak olmuyor işte. Ne kadar istemesem de önüme düşüyor. Görmeyeyim, duymayayım diyorum ama nafile. Öyle anılar var ki, öyle ipe sapa gelmez konular, kişiler, saçmalıklar hakkında tanıklıklarım oldu ki, bilimin, bilimsel akıl ve düşünme anlayışının çürümesine neden olan şu yüksek öğrenim kurumları ve temsillerinin bir ülkeye, topluma ne fayda getireceği sorunsalına değinmeden edemiyorum.

Neyse ki çoğu kişiden farklı olarak neden böyle olduğunu, neden böyle oldurulduğunu, devleti, sermaye düzeni ve küresel çıkar ilişkilerini, içinde bulunduğumuz feodal neoliberalizme kadar geçen tarihsel aşamaları, askeri darbeleri, ihtiyaca göre öne çıkan politik partileri, karar vericilerin belirlenme biçimlerini, YÖK’ün neden kurulduğunu, neden öğretim içeriklerinin sığlaştırıldığını, kısacası ülkenin toplumsal, ekonomi-politik tarihini bilen biri olarak içinde bulunduğumuz garabeti kendime açıklayabiliyorum.

Ekonomi bakımından bağımlı hale getirilmek, sömürülmek istenen bir ülkenin akıl olarak da bağımlı hale getirilmesi gerektiğini, sahip olduğu bilginin de sömürülmesi gerektiğini sanırım sizler de şak diye anlamış olmalısınız. Eh bunun için de uygun politik güçlere ihtiyaç var.

Egemen politik yapılar ve temsiller tarafından üniversitelerin bilimsel nitelikli, akademik bir aydınlanma kurumundan ziyade adeta birer politik mevzi gibi görüldüğünü, niteliksiz kadrolaşmalarla giderek çürütüldüğünü söyledik durduk. Bu durumda soruyu hemen sormak gerekiyor. Bu çürüme kimin işine yarar? Eğer buna yanıt verebiliyorsanız politik aklınızın gelişmişliğinden söz edebilirim. Yok henüz bir yanıtınız yoksa işimiz var…

Söyledik durduk da kime? Bu da ayrı bir sorun… Muhataplar zaten sorunun kaynağı. Kendi varlıklarını korumak için politik çıkar ilişkilerine teslim olmuş, vasatlığın temsilleri. YÖK başkanını, kurul üyelerini, rektörleri, dekanları atayan politik iktidar bunlarla yetinir mi sanırsın? Akademik olduğu kadar neredeyse tüm kadrolara alımlardan, yükselmelere kadar her konuyu, diğer her şeyde olduğu gibi göbeğinden kendine bağlamış. Vasat vasatı çeker misali, nasıl bir çıkar birliği alanı oluşmuşsa, politik güçler için kullanışlı olan akademik temsiller hızla düzenin birer payandası haline geliyor.

Tam bir akıl tutulması, tam bir ahlak yoksunluğu bilim dünyasını ele geçirmiş.

Yıllarca karşı çıktım. Beni tanıyanlar bilir. Diğerleri zaten çıkarlarına ters geleceği için dışlar, yok sayar, küçümser. Üniversiteler özgür akıl ve iradeyle bilim üretecek, bilimsel düşünen nesiller yetiştireceklerse bu hallerinden kurtulması şart.

Akla deli sorular geliyor doğal olarak. Mesela üniversiteleri sözde vakıf adı altında özel girişime ve bilim insanlarının üzerinde patronculuk oynayan kimselere teslim ederek, üniversite yönetimlerini ve buna bağlı olarak akademik nitelikteki her şeyi bu temsillere mahkûm bırakarak elde edilmek istenen şey neydi? Ya da devlet olsun özel vakıf üniversitelerinde olsun adeta adrese teslim akademik ilanlar verilerek, hatta çoğunlukla adreslerin Ankara’daki ilişkiler üzerinden gönderildiği bir düzenle ne elde edilmek istenmişti? Nasıl bir bilimsel ilerleme beklendi mesela bu tarz uygulamalardan? Amaçlara ulaşıldı mı?

Doçentlik jürisindesin, aday dosyası gelmiş. Bakıyorsun ki eserlerin bilimselliğini geçtim bilim alanıyla bile ilgileri yok. “Olmaz” diyorsun yazıyorsun raporu. Ama nafile. Sonuçta bir jüri var. Ama o ne? Üyeler de bilim alanından değil. Buyur bakalım, neyin mücadelesini vereceksin, kime ne anlatacaksın? Bir zaman geçiyor bir yerde denk geliyorsun. O “olmaz” dediğin kişi unvanı kapmış, hatta yetmemiş idareci olarak da bir üniversitenin akademik yönetimine atanmış. Anlıyorsun olan biteni tabi. İnanılmaz bir çetevari ilişkiler döngüsü bilim yapılarını yutmuş.

Yakın zamanda haberi çıktı. Gaziantep Üniversitesi’nde yemek ihalesi konusu. 2025 ve 2026 yılları için 4 milyon 690 bin adet yemek alım işi için ihale yapılmış. İhalede kişi başı yemek bedeli 305 TL, toplamda ise 1 milyar 436 milyon 131 bin TL olarak belirlenmiş. Düşünsenize kişi başı 305 TL yemek bedeli bir firmaya ödenecek. Tabi nasıl bir firmaysa… Dikkatinizi çekerim, özel sektördeki bir yemek ihalesinden değil, bir üniversiteden bahsediyorum. Sonra doğal olarak anlıyorsun ki kamu kaynaklarının sermaye ve güç ilişkileri içinde aktarımı için aracılara ihtiyaç var. Ahlaki zaafları olan sözde bilim insanlarına… Akademik unvanlı bu sözde bilim insanlarının akademik yeterliliklerine bir göz atayım diyorsun. Görmez olaydım diyorsun… Ama ne önemi var. İmza atacak birine ihtiyaç var sonuçta, ilkeli bilim insanlarına değil…

Vakıf üniversiteleri farklı mı sanırsın? Onlar da vakıf görünümlü şirketler üzerinden kaynakları üniversitenin patronuna ya da bir takım iş birliği gruplarına aktarma gayreti içinde. Kontenjan dolsun, para gelsin baskısına boyun eğmiş üniversiteler… Sonrası malum.

Üniversitelerde işlevi nedeniyle kondurulamayacak, kondurmak isteyemeyeceğimiz neler var neler… Akademik yayınlar ve içerikler konusunda gelinen düzeysizliği hiç konuşmayalım.

Söylemeye çalıştığım şeylerin aklınızda bir şey ifade etmesi için öncelikle üniversitenin ne ifade ettiğini ne olması gerektiğini bilen, hele hele bugünün dijital dünyasında nasıl olması gerektiğini hayal edebilen, geleceğin ihtiyaçlarını anlayarak dönüşüme ön ayak olabilecek akıllara ihtiyaç var. Ancak çoğu kişiyle aynı dili konuşmadığımın da farkındayım.

Bir kere şu söylenenleri anlamak, yorumlayabilmek için “ekonomi politik” nedir bilmek, ekonomi ve politik yapılar üzerinden toplumsal egemen ilişkilerin nasıl yürütüldüğünü anlamak, üniversitelerin bir ekonomi politik yapı olarak neyi ne için nasıl yaptığını çözümleyebilmek gerekiyor. Eğer ekonomi politik konusunda bilişsel bir gelişiminiz yoksa konuşmaların hepsi boşa.

Ekonomi politik bir bakış açısına sahip olursanız, yaşadığınız toplumdaki üretim ilişkilerini, yapısını, üretilen değerin ne olduğunu, üretimin dağıtımını, dağıtımın yarattığı toplumsal ilişki ve yapıları, insanın toplum içindeki yerini, egemen değerleri, insanın insanla, toplumla ve devletle ilişkilerini belirleyen kabuller, kurallar alanını, üretimin dağıtımından kaynaklanan toplumsal yapıları, katmanları, tüketimin biçimlenmesini, bütün bunların belirlediği politik güçleri, tüm bunların nasıl olacağına karar veren politik temsilleri, politik güçlerin yarattığı ekonomik yapıları görme, anlama ve analiz etme yeterliliğiniz olacak. Böyle bir yeterliliğiniz olduğunda içinde bulunduğunuz yapıların, politik kurumların ne için neye hizmet ettiğini görebilir, insanı özgürleştiren ve tutsak eden anlayışları ayırt etme bilincine erişirsiniz. Lakin ekonomi politik bir bakış açısına sahip olmanız için de buna ilişkin temel bilimlere, insan aklını geliştiren sosyal bilim alanlarına tanık olmanız, deneyimlemiş olmanız gerekiyor.

Bugün temel eğitim kadar üniversitelerin genelinde ekonomi politik bir bakış açısına sahip aklın gelişimini özellikle yok eden bir yaklaşım hâkim. Bu tabii ki boşa bir çaba değil. Düşünemeyen, sorgulayamayan, eleştirel bakamayan, analitik düşünemeyen insanlar üretmek demek sömürgeleşecek toplum, politik akıl ve devlet demek. Üniversiteler de böyle bir sürecin önemli bir parçası olarak işlev görüyor. Bugünün üniversiteleri gerek içerikleri ve gerekse bu içerikleri sunan temsilleri bakımından devlet ve toplumsal kurumların dahil olduğu küresel sömürü düzeninin bir parçası olarak hareket ediyor.

Eğer tüm bunların farkındaysanız üniversitelerin ne anlam ifade ettiğini ve nasıl olması gerektiğine ilişkin bilişsel gelişiminiz var demektir.

Öğrenci Müşteri, Üniversite Hizmet Şirketi

Geçenlerde internete bir haber düştü. 50 bin civarı üniversite öğrencisi üniversiteleri puanlamış ve bazı özellikleri nedeniyle sıralama oluşmasını sağlamışlar. İki akademisyenin kurmuş olduğu Üniversite Araştırma Laboratuvarı (ÜniAr) tarafından yapılan “Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması” sonuçlarına göre üniversiteler ve rektörler için bir karne ortaya çıkmış. Araştırma sonuçlarının altı kategoride raporlanmış olduğu haberden anlaşılıyor.

Araştırmaya göre “en çok-en az memnun olunan üniversiteler”, “öğrenim deneyiminde en başarılı-en başarısız üniversiteler”, “yerleşke ve yaşam doyuruculuğunda en iyi-en kötü üniversiteler”, “akademik destek ve ilgi bakımından en yeterli-en yetersiz üniversiteler”, “öğrenme imkan ve kaynakları bakımından en zengin-en fakir üniversiteler”, “kişisel gelişim ve kariyer desteğini en iyi sunan ve sunamayan üniversiteler” ortaya çıkarken “performansa göre” bir de rektör sıralaması araştırmayla ortaya konmuş.

Habere göre araştırmaya 27 bin 649’u kız (yüzde 54,8) ve 22 bin 765 (yüzde 45,2)’si erkek öğrenci katılmış. Öğrencilerin, 35 bin 963’ü devlet (yüzde 71,3) ve 14 bin 451’i (yüzde 28,7)’si vakıf üniversitelerinde bulunuyormuş. Araştırmaya katılım ise gönüllülük şeklinde.

Verilen emek, çaba ve niyeti anlamamak mümkün değil. Ancak yazının başından bu yana anlatmaya çalıştığım üzere yaşadığı toplumu, toplumsal güç ilişkilerini, üniversitelerin buna göre nasıl yapılandığını, hangi işlevi gördüğünü sorgulayamayan, nedenleri anlayamayan kişilerin, bu tür anket sorularına verdiği yanıtlarla üniversitelerin nitelikleri üzerine görüş ortaya koymaları oldukça saçma geliyor.

Düşünün. Nereye gideceğini bilmeyen bir kişinin vardığı yerin ne olduğunu bilmesi mümkün mü? Ya da hayatı boyunca sorgulama, çok yönlü görebilme, eleştirel bakabilme ve karşı koyabilme yetenekleri elinden alınmış bireylerin deneyimledikleri şeyler üzerine görüş ortaya koymaları ne kadar anlamlıdır? Bir bilim kurumunun nasıl olması gerektiği hakkında ya da aldığı öğrenimin kalitesinin ne olduğu hakkında, tartabileceği, karşılaştırabileceği bir deneyimi olmayan birinin hangi görüşü sağlıklı olabilir?

Açıkçası üniversitelerde yıllar boyu gördüğüm öğrenci profilinin bu verileri sağladığını söylüyorsa araştırmacılar, sonuçlara sadece güler geçerim. Öyle ki dostlar alışverişte görsün türünden bir çalışma olmuş derim.

Bir araştırmada veri elde edilen deneklerin, araştırma konusuyla ilgili yeterliliği, bilgi ve deneyim düzeyi araştırma sonuçlarında belirleyicidir. Ayrıca araştırmanın yöntemi, elde edilmek istenen veriye özgü olarak yapılandırılmış anket içeriği, soru-cevap metinlerinin işaret ettiği konular, katılımcının demografisi ve yaşam deneyimi, kültürü gibi her şey bu tür bir ankette yer alacak sonuçları doğrudan etkileyecek boyuttadır.

Araştırma tipik kapitalist piyasa ihtiyaçlarını karşılayacak bir araştırma olarak anlamlı gelebilir. Adında da anlaşılacağı üzere bir müşteri memnuniyet araştırmasıdır. Öğrenci müşteri, üniversiteler hizmet sektörü kurumlarıdırlar.

Adı üniversite olan ancak aklın ve bilimin değil, politik egemenlerin ve küresel sömürünün amaçlarına göre biçim almış bu kurumların gerçekte neye hizmet ettiklerini umarım bir gün gençler de görecek.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz