Gel Yaza Gir Şimdi!

0
419

Karpuz kabuğu denize mi düşmüyor, Fedon suya daha geç mi girdi yoksa Yalın kornet şarkısını bestelemekte mi zorlanıyor bilemiyorum ama yazlar artık eski yazlara hiç benzemiyor. Freni patlayan Mayıs ayını tırmanma şeridine gerek duymadan aşarken Haziran ortasına doğru okulların kapanmasının ve ayaklarımızı suya sokmanın heyecanı içinde minik kalplerimiz pır pır çarpardı. Artık çarpmıyor. Şişme toplarımızı, deniz yataklarımızı dolaplardan çıkarırken dökülen kum tanelerine mutlu olur, hiç kızmazdık. Şimdi tatile gidemeyeceğimiz gerçeğiyle yüzleşirken bir kum taneciğine bile tahammülümüz yok.

Enflasyonist ortam, finansal belirsizlikler, tencerelerin kaynamaması, eşitlik ve adalet duygularımızın duvardan duvara vurulması gibi faktörlerin yanı sıra olumsuz duygularımızın halay başı coşkusuyla yüreklerimize saldırmasının bir diğer sebebi de “her şeyin en iyisi olma” zorunluluklarımız. 21.yüzyılda tek bir yönde gelişmemize izin verilemiyor. Çünkü 21.yüzyılda her şeyin en iyisi olamamak hiçbir şey olmamak demek. Evlenmediyseniz evlenmek, evlendiyseniz çocuk yapmak, çocuk yaptıysanız çocuğa kardeş yapmak zorundasınız. Ayrıca çocuğunuza popüler tarzlarda eğitim vermiyorsanız kötü bir ebeveynsiniz. Mesela Montassori eğitimi veremediyseniz yüzünüze olmasa bile arkanızdan sorumsuz ve gevşek anne-baba yaftasını yiyiveriyorsunuz. Çocuğunuzun duygusunu yaşamasına izin veriyorsanız, ağlamasını “erkek adam ağlar mı hiç?” ya da “bunda ağlanacak bir şey yok kızım” gibi klişelerle süslemeyen bir ebeveynseniz kendi ailenizden bile çocuğu, silahınızı ve rozetinizi yetkililere teslim etmeniz gerektiğini düşündüren geri bildirimler alıyorsunuz. Dedesinin masanın kenarına dizini çarpan çocuğunuza masayı döverek verdiği hayat dersine katılmıyorsanız çocuğu sosyal hizmetlere bırakmanız gerekiyor. Hatta lütfen kendinizi kısırlaştırın. Bu dünyaya çocuk getirmek sizin yeterliliğinizde değil(!).

İlişkilerde sevdiğinizi söylediğinizde güçsüz, sakladığınızda duygusuz, ima ettiğinizde ketumlukla itham ediliyorsunuz. Sevgilinizle fotoğraf paylaşınca “bunlar kesin mutsuz”, paylaşmayınca “araları kötü galiba” dedikodularının mezesi oluyorsunuz. Sosyal medyada politik doğruculuğun yılmaz savunucuları tarafından linç edilirken evrensel ahlak kurallarının, mizahın, düşünce özgürlüğünün özünü kaçıran gösterişli ahmaklar tarafından dava ediliyorsunuz. Bu satırları okurken hepinizin aklına aynı isimler geliyor değil mi? 

Kişisel gelişim işini metafizik öğelerin arkasında para tuzağına çeviren sözde eğitimciler tarafından “konfor” kavramını kötü bir şekilde algılıyorsunuz. “Konfor alanından çık” komutu gelişimin mihenk taşı olarak yorumlanıyor. Halbuki konfor kötü bir şey değil ki… Konfor kaçılması gereken bir alan değil ki… Konfor korkunç bir karda ölüm hali değil ki… Konfor hayatımız boyunca kazanmaya çalıştığımız, ulaşmaya çalıştığımız yer. Şahsen birazcık konfora asla hayır demem. Tembelliği, verimsiz rutin davranış kalıplarını konfor alanı olarak tanımlayıp konforlu sayılabilecek alanlarımızın bile terk edilmesi sağlanıyor. Tüm konseptler iç içe.

Her yerden bilgi geliyor. Her yer içerik kaynıyor. İçeriklerde taraf olmazsanız bertaraf oluyorsunuz. Yüzüklerin Efendisici misiniz yoksa Harry Pottercı mı? Star Wars fanı mısınız yoksa Star Trek hayranı mı? Gündemdeki diziyi takip etmiyor musunuz? Cahil misiniz, La Casa De Papel’i nasıl izlemezsiniz, siz kimsiniz ya?! Spor müsabakalarındaki taraftarlık olgusundan bahsetmiyorum bile. Açıkçası bir taraftarın milyon dolarlık takımı için beni kaba etimden bıçaklamasını gereksiz buluyorum.

Yaz mevsimine giremiyoruz. Meteorolojinin 2022 yılının Mayıs ayında yaptığı kar uyarısı sebebiyle değil, hayatın yükünü her cephede taşıdığımızdan. Olduğumuzdan değil olmak zorunda olduğumuzdan. Yapmak istediğimizden değil yapmak zorunda kaldıklarımızdan. Yoksa yaz aylarının tadını çıkarmayı da en iyi biz biliriz. Birazcık normal olmanın dayanılmaz hafifliğini mi yaşasak? İyi tatiller ?

Fotoğraf: Nick Karvounis / unsplash.com