Güneşin Gecesi

0
371

21 Haziran gecesi Heliotrope, Güneş Gecesi diye adlandırılır. Geçmiş kültürlerin anlatılarında bu gece için ateşlerin yakıldığı, üzerinden atlandığı rivayet edilir. Kötü talihi, türlü derdi tasayı def edebilmek için yanan ateşlerde gölgelerin oynayışlarına bırakırmış insanlar kendilerini.  

Bu ateşler gücünü Güneş’ten almaktaymış. Sıcak ama uzak, kavurucu ama bereketli, yalnız ama en güçlü olandan. Bu ateşler dünyayı arındırırmış iznini güneşten alarak, bu sebeple evlerin çer çöpleri de bu ateşlere verilirmiş. Alevler evlerin, insanların tüm kasavetini yutuverirmiş. İzini bile bırakmazmış. Bu yüzden kötülükten, kör talihten, şansızlıktan arındıktan sonra geriye kalan küller hayvanların yemine, tarlaların topraklarına katılırmış. Gücünü güneşten alan beyaz alevlerin aydınlığı sarsın diye dört bir yanı. Her daim içlerinde taşıyabilsinler böylelikle aydınlığı. Güneşin Gecesi’nde içinde türlü belayı, uğursuzluğu barındıran gecenin hükmü geçmeyecektir elbet. Yeryüzü bereketin, doğurganlığın, neşenin doruğunda güneşin dolu dolu doluluğunda kutlamadadır. Kutsal tepelerde, ormanlarda, su kıyılarında tüm canlılar sanki güneşi onurlandırmak için ateşlere saklamışlardır kendilerini. Alevleri aşabilecek tek bir kötülük yoktur o anda yerde ve gökte.

Ancak yılın en Aydınlık gecesinin kutsal alevleri; gücünü güneşten alan alevleri güneşe uzanırken, gece istese de örtemiyorken gökyüzünü yine de bir çıtırtı çıkar alevlerden. Cılız da olsa, hemen duyulmuyor olsa da çıtı çıtı söylenir derinden. Kulak verince alevlere, o harlayarak neredeyse gürleyerek yanan, geceyi gün yapan alevlere, çıtırtı en derin en karanlık gecelerin de geleceğini fısıldamaktadır. Yılın karanlık tarafının da dönüp dolaşıp ateşin başında neşeyle, güvenle coşmuş olan insanların karşısına çıkacağını hatırlatmaktadır. En uzun gecenin en uzun günde; Güneşin Günü’nde saklı tutulduğunu duymak bir korkudur elbet. Ürperti veren, ikircikli bekleyiş.

Hobbes’un dediği gibi, korku gelecek kötülüğün varsayımıdır. Her korkunun; şimdi olması, daha önce de olmuş olması ve yakında da olacak olması gerçeğini taşımasıdır.

Neden, neyden ve ne kadar korktuğum, yaşadığım zamanda ve yerde hangi korkutucu, tehdit edici güçlerin olduğu ile bunlara karşı kendimi korumak için nelere sahip olduğuma bağlıdır.

Dolayısıyla Güneşin Gecesi’nde bu satırları yazarken ben, ne yazık ki alevleri de aşabilen kötülükleri görüyorum. Sanrım siz de görüyorsunuz. Uzun süredir belki de Güneş’in Gecesi’nin alevleri göğe yükselmedi. Bin yıllar öncesinden yerler ve gökler ve de onun üzerinde yaşayan canlılar belki de cansızlar için bile dilenen dilekler çoktan geçmişin küllerine mi karıştı?

O yüzden mi Gruen bir kitabında sormakta: İnsanlar niçin onları birbirine bağlayan şeye, aralarındaki ortak yana, yani insan oluşlarına ‘karşı’ bir duruş içindeler?

Bugün korkularımızı bastırmaya çalışarak yaşamaya alışan bizler acılar, ölümler karşısında başımıza gelenlere karşı nasıl bir kalkan ile korunacağız diye aranırken belki de acı çeken, yaralanan içimizi; ‘hisseden içimizi’ çelik gibi örmekteyiz. Kabuklarımıza çekilirken dışımızın her bir yarasının kabuk dahi bağlamaya fırsatı olmadığını da bilerek. Her içe çekiliş daha bir derine çekiliş demek. Okyanusların karanlık derinlikleri gibi. ‘Dışarı’ ile kopuş bir anlamda ‘öteki’ ile kopmayı da getirmektedir. Birlikte olmaktan, etkileşimde olmaktan kopuş yarılma yaratacaktır. Çünkü bizler aynı zamanda ruhsal varlıklarız. Ruhsal olarak insan olmayı deneyimleyebilmemiz için bir diğerimize ihtiyaç duyarız.

Yarılmanın derinliğini bin yılın Güneş Gecesi toplansa hepsi için ateşler yakılsa da aydınlatamaz. Asıl deneyimimiz olan ruhumuz çekilmiştir. İnsan soğumuştur; kendinden ve diğerinden. Bu bir yarılmadır ve her yarılma gibi araya girecek olan, içine dolacak olan şeyler vardır. Tıpkı yaranın bazen yarığından içine giren yabancı maddelerin birleşerek iltihabı oluşturması gibi. Zonklayan, kızaran, ateşlenen bir çıkıntı. Aslında bir nevi isyandır bu. Vücudun başkaldırısıdır. İçine nüfuz edeni dışarı da atabileceğinin hem ispatıdır hem mümkünlüğüdür.

Bu satırları yazarken en uzun günde saat akşam dokuza yaklaşıyor ve halen kuşlar cıvıldıyor, kırlangıçlar çığlık çığlığa uçuşuyor. Henüz kimse yatmak için bir neden görmüyor. Canlı ve heyecanlı bir doğa var dışarıda . Ben de günün haberinin etkisinde diğer tüm kötülük akan haberlerin de içimde canlanmasıyla iki şeye ümit bağladım.

Birincisi, her yara temizlenerek kapanabilir. Ne yaşamışsak ne duymuşsak neye şahit olmuşsak hepimiz içindir. İkincisi, eğer ki Güneşin Gecesi’nde karanlık geliyorum ben diye fısıldıyorsa biz de diyebiliriz ona: her karanlık geçicidir, her karanlığın içinde Güneşin Gecesi de saklıdır.