Hakkari’nin “İki” Mevsimi

0
309

Şu sinema aleminde neler gördük, neleri göremedik! Sinema tarihi gösterilenler kadar, zaman zaman gösterilemeyenlerle anılır. Bir yönetmen için filmi yapamamaktan daha ağırı filmi yapmasına rağmen gösterememesidir. Çünkü kendine saklayacağı, kendisiyle yüzleşeceği bir “günlük” değil film. Bir ortaklaşa ürün. Sinema çok zaman, çok akıl, çok sabır, çok para, çok insan, çok emek gerektiren bir uğraş.  Sinema tarihinde bu “çok”ları bir araya getirse de, türlü nedenlerle izleyicisine ulaşamayan ne çok film var. Hakkari’de Bir Mevsim de böyle bir film(di). 6 Ekim 2023’te, Kadıköy Sinematek’te Hakkari’de Bir Mevsim’in restore edilen kopyasının ilk gösterimi gerçekleştirildi. Film böylece yeniden gün yüzüne çıktı. Onca kara, kışa, karanlığa karşın.

Restorasyon sonrası Hakkari’de Bir Mevsim filminden bir kare (Atlas Post Production Arşivi – Ahmet Hızarcı)

12 Eylül darbesinin karanlığı hüküm sürerken 1982 kışında, büyük bir cesaretle ve emekle çekilen ancak beş yıl karanlıkta kalan, baharı göremeyen bir film, Hakkari’de Bir MevsimFerit Edgü’nün O – Hakkari’de Bir Mevsim(i) romanından Onat Kutlar’ın uyarladığı senaryoyu Erden Kıral yönetmişti. Kameranın ardında Kenan Ormanlar; önünde ise Genco Erkal, Şerif Sezer, Rana Cabbar, Erkan Yücel, Erol Demiröz, Berrin Koper, Macit Koper ve eski adıyla Anitos’un, yeni adıyla “Yoncalı”nın çocukları var… Edgü, er-öğretmen olarak gittiği Hakkari’nin Pirkanis köyündeki deneyimlerini  düşgücüyle birleştiriyor: Coğrafyanın, yokluğun, yoksulluğun, yalnızlığın, çaresizliğin, kabullenmişliğin öyküsü, köye sürgün gelen öğretmenin yalnızlığı ve yabancılaşmasıyla sarmalanıyor. Sanki her şey burada yaşayanların üzerine bir kader gibi çökmüş. Kar gibi… Aylarca kalkmayan, ne yapsalar durduramayacakları kar gibi. Beyaz, her şeyi örtüyor. Büyüyemeden ölen çocukları, üzerine kuma getirilen kadınları, sosyal hukuk devletinin oraya uzanmayan ellerini…

Kar, Taş, Çocuk

 “Coğrafya kaderdir”, sözü çok bilinir. Rivayet muhtelif; bu söz İbn-i Haldun’a atfedilir. Bu ifadeden Türkçede ilk kez söz edenin de Ahmet Hamdi Tanpınar olduğu iddia edilir. Sahibi her kim olursa olsun sözün derinliği aşikar. İki sözcük bir evren kuruyor; yaşananları maddi koşullara ve tarihsel bağlama oturtuyor. İster kurmaca ister belgesel sinema olsun, bu bağlamı görebiliyor ve anlatısını bu bağlamın üzerine kurabiliyorsa inandırıcı oluyor. Hakkari’de Bir Mevsim didaktik bilgi batağına düşmeden bu bağlamın üzerinde yükselen bir film. Geçit vermez dağların kuytusuna sıkışan köyün ve köylülerin üzerini örten “kar”ın sanki binlerce yıldır hiç kalkmadığını hissettiriyor. Bembeyaz örtüyü delen yalnız kavak ağaçları, birbirine yaslanarak yalnızlığını gideren taş evler ve her daim, hep birlikte ortalıkta olan çocuklar burada yaşamın izleri.

Filmin oyuncularından Erkan Yücel’in eşi Şükran Yücel gösteri öncesinde yaptığı konuşmada çekim yapılan köyün Anitos olan adının Yoncalı olarak değiştirilmesine karşın köyde yonca yetişmediğini söyledi. Değil yonca herhangi bir bitkinin yetişmesinin mucize olacağı bir rakımda, dik bir yamaç üzerine kurulu köy. Film boyunca o yamaçlardan aşağı inen kızaklarla hayvanlar için kuru otların, yakacak olarak kullanılacak ağaç parçlarının uzaklardan, başka “mevsim”lerden getirilişine de tanık oluyoruz. Toprak görünmüyor zaten… Taş evler, çocuklar ve kar var, bu küçük “dünya”da.

Coğrafyanın taşını, suyunu, toprağını kendine katık eden köylülerin  kendine yeten bu küçük dünyasına dışarıdan eklemlenen ise sürgünle gelen öğretmen, yapılmış olsa da işlevsel olamamış olan okul, sıradan bir jandarma eri, ayda yılda bir uğrayarak birikmiş postaları getiren postacı ve milli eğitim müfettişi… Sürgünü başlatanın kim olduğunu bilmesek de sonlandırma işleminin tebligatçısı olan müfettişle karlı dağların ardındaki görünmeyen “erk”i anlayabiliyoruz. Köyün görünen erki ise muhtar. İki çocuk, üstelik de iki erkek çocuk doğuran karısı Zazi’nin üzerine kuma getiren muhtar. Senaryonun ve dramatik yapının gereği olarak kurulan mizansenli sahnelerin yanı sıra, belgesel sinema yaklaşımıyla köyün gündelik yaşamı da görselleştirimiş filmde. Sinemanın iki alanı iç içe geçiyor, sıradanın gerçekliği öykünün inandırıcılığını artıyor. Zaman zaman bir belgesel filmi izliyormuş duygusuna kapılıyorum.

Hakkari bütün yalnızlığına, kenarda kalmışlığına, unutulmuşluğuna karşın zengin bir geçmişe sahip.  Belgesel sinema da onun bu zenginliğini es geçmedi. Söz gelimi Bahriye Kabadayı Dal’ın Zap Suyu üzerine 68 Kuşağının yaptığı köprüyü anlattığı Devrimci Gençlik Köprüsü ile Hakkari’nin Gizemli Taşları bu ilginin güzel birer örneği.

Hakkari denilince belgesel sinemada benim aklıma ilk gelen ise ustam ve hocam Suha Arın’ın Urartu’nun İki Mevsimi filmi. Ne tuhaf… 1977 yılında Suha Arın Urartu uygarlığı üzerine bir belgesel yapıyor ve filmini de “mevsim” kavramının üzerine kuruyor. İlkbahar-yaz mevsimlerini Urartu uygarlığının zenginliğini ve güçlü olduğu dönemi; sonbahar-kış mevsimlerini ise Urartu’nun çöküşünü ve unutulmuşluğunu  anlatırken kullanıyor. Suha Arın Edgü’nün romanını okumuş muydu bilinmez ama Onat Kutlar ve Erden Kıral’ın Urartu’nun İki Mevsimi belgeselini izlemiş olabileceğini varsayabiliriz. Çünkü o yıllarda az belgesel film çekiliyor ama belgesellerin gösterimleri ses getiriyordu. Bilgi değerliydi.

Restorasyon sonrası Urartu’nun İki Mevsimi filminden bir kare (MTV A.Ş. Arşivi – Evren Arın)

Hakkari’de Bir Mevsim, Hakkari’ye benzeyen coğrafyaların tarihsel olarak unutulmuşluğunu ve unutulmuşluğun süreğenliğini anlatıyor. O hiç kalkmayan karla, o hiç bitmeyen kışla… Köylüler feodalitenin içine gömülüp görünmez kılınırken, muhtarın dışarıdaki dünyayla bağını ve dışarıdaki dünyanın devamı oluşunu ise kar örtemiyor. Beyaz karın üstünde bütün bunlar daha da belirginleşiyor. Filmi beş yıl niye seyredemediğimiz, hafızanın kör kuyusuna niye attığımız da bu örtünün altında.

Filmin finalinde, müfettişin bizzat tebligatıyla artık okulu ve köyü terk etmesi gereken öğretmenin son ders için bahçeye çıkardığı çocukların yaptığı kardan adam filmi izleyenlerin içini ısıtıyor. Çocukların elleri ne kadar üşümüştür bilemiyoruz ama film “mevsim”lerin değişebileceğini hissettiriyor.

Yapımından 41 yıl sonra çok ustaca restore edilerek doğduğu zamanki renklerine tekrar kavuşturulan Hakkari’de Bir Mevsim’i bugüne kadar görmeyenlerin, gördüyse unutanların görmesi gerekiyor.(ii) Suha Arın’ın Urartu’nun İki Mevsimi filmi de restore edilmiş vaziyette, web ortamında(iii). Her iki film de “ikinci” mevsimini yaşıyor. Bu kez, kar ve karanlık örtemiyor bu filmleri. Pırıl pırıl…

Mevsim, gördüklerimizin yanına göremediklerimizi de ekleme mevsimi…

Süha Arın’ın “Urartu’nun İki Mevsimi” Belgeseli

(i) İlk basımı Ada Yayınları, daha sonraki basımları ise Sel Yayıncılık tarafından yapılan kitap Almanca, Fransızca, Japonca ve Boşnakçaya da çevrildi.

(ii)  Atlas Prodüksiyon – Ahmet Hızarcı ve ekibinin restore ettiği film 5 Kasım, 7 Aralık ve 30 Aralık’ta Sinematek’te gösterimde.

(iii)  Suha Arın Belgeselleri – https://www.youtube.com/watch?v=GI0DSbJ1C9c&t=10s