-İnsanlık iklim krizine dair en bilinçlendiği devri yaşıyor olsa da Veganlık varsayılan yaşam biçimi olmaktan epey uzak duruyor.
Hayvansal üretimin ormansızlaşma, sera gazı etkisi ve karbon ayak izi üzerindeki olumsuz etkileri verilerle defalarca ispatlanmasına rağmen, vegan yaşama geçiş için yeterli motivasyon henüz sağlanmış değil.
İnsanların büyük çoğunluğunu vegan yaşama mesafeli kılan nedenlerin başında, sağlıklarını tehlikeye atacakları endişesi geliyor. Doğuştan gelen beslenme alışkanlıklarını kırmanın zorlukları ise bir başka önemli neden. Zihinlere sıkça takılan sorulardan biri şöyle:
“Alıştığım lezzetlerden sonsuza dek mahrum mu kalacağım?”
Vegan yaşamın gerekliliği ve gerekçelerini gündeme getirmede oldukça etkili olan Cowspiracy belgeselinin resmî web sitesi üzerinde yayınlanan infografiklere göre besi hayvancılığı, yeryüzünde yaratılan sera gazı emisyonlarının %51’inden sorumlu ve bu oldukça iddialı bir oran. Filmin yönetmeni Kip Andersen bu veriyi 2009 tarihli worldwatch raporundan temin ettiğini belirtmiş, sonraki bir tarihte BM’den alınan verilerle oranı %15 olarak güncellemişti. Web sitesindeki infografikler hala güncellenmiş değil, ancak %14 – 15 bandındaki oran, FAO (Food and Agricultural Organization of the United Nations) tarafından da teyit edildi.
Besi hayvancılığı, sera gazları üretiminde ilk sıradaki yerini hala kaptırmadı. Üstelik Animal Save Movement kuruluşunun sayfasında yer alan verilere göre, global ormansızlaşmanın %75’inden, Amazon yağmur ormanlarının %91’inin yok oluşundan yine besi hayvancılığı sorumlu.
Konuya ilgisi olanların hatırlayacağı gibi, dijital platformların henüz bu kadar ulaşılabilir olmadığı 2005 yılında yayınlanan ve çok ses getiren Earthlings belgeselinden birkaç yıl sonra seyirci, Cowspiracy ve Seaspiracy belgeselleriyle buluşmuştu. Bu iki belgesel, hepçil beslenen çoğunluğu, hayvan yetiştiriciliğinin ve denizlerdeki avlanmanın gezegende yarattığı tahribatın boyutlarıyla yüzleştirmiş ve onlara “artık köşeye sıkıştınız” mesajı vermişti.
Peki tüm bunları bilmek ve sesi gittikçe daha yüksek çıkan vegan aktivizm, kitleleri harekete geçmek için ne kadar etkili oldu?
Bir Veganköy Hayali
Tobias Leenaert, Vegan Bir Dünya adıyla bir Veganköy hayalini paylaştığı kitabında, devasa ve ekonomik açıdan güçlü sektörler tarafından aşırı miktarda hayvansal gıda tüketiminin desteklenmesinin nedenlerini, Norm Phelps’in Changing The Game kitabından aldığı verilerle şöyle açıklar:
“Besi hayvancılığı, yetiştiricilik sonrası süreci ve perakende satışlar da bir araya getirildiğinde sadece ABD’de 2,74 trilyon dolarlık bir yıllık gelire neden olmaktadır. Üstelik giyimde, eğlencede ve araştırmalarda hayvan kullanımından elde edilen gelir buna dahil değildir.”
Hayvancılık endüstrisinden sağlanan bu cazip ve sürekli gelir, toplumların hayvan kullanımına bağlı ve bağımlı hale gelmesini, hatta hayvan kullanımından güç bulmasının arkasındaki en önemli nedenlerdendir.
Toplumun alışkanlıkları bireylere de sirayet etmesi bizleri çok şaşırtmamalı. İster pragmatik ister idealist açıdan bakılsın, istenen değişim yavaş, zor, biraz da sancılı olmaya mecbur görünüyor.
Neden mi?
Radikal Seçim Uyuma Karşı: Asch Deneyi
ABD’li psikolog Solomon Asch’in 1953’te yayınladığı meşhur deneyi, insanların uyumlu varlıklar olduğunu ve bir yanlışlık hissetse bile toplumdan farklı olmaktan hoşlanmadığı için çoğunluğun görüşüne uymayı tercih ettiğini ispat etmiştir. Bu da dışarıdan oldukça “radikal” bir seçim gibi görünen vegan yaşama geçişi zorlaştıran bir psiko-sosyal etkendir.
Bir başka psikolog Melanie Joy’a göre ise, veganlığa geçişi zorlaştıran üç kalıp yargı vardır:
- Hayvanları yemek normaldir.
- Hayvanları yemek doğaldır.
- Hayvanları yemek gereklidir.
Joy, hayvansal gıdaların lezzette rakipsiz olduğunun düşünülmesinin de buraya eklenebileceğini öne sürer.
Buna karşılık vegan hareketin bu üç maddeyle çarpışan üç temel motivasyonu vardır:
- Hayvanların acı çekmesini olabildiğince azaltmak.
- Hayvanların öldürülmesini olabildiğince azaltmak.
- Hayvanlara karşı adaletsizliği olabildiğince azaltmak.
Peki bugün hangi noktadayız?
Sisamlı Pisagor’dan Ahşap İşçisi Watson’a
Veganlık bir gecede gündemimize oturmuş bir mesele değil. Sözcük, literatüre ilk olarak 1944’te girmiş olsa da hayvanları yememeye dair düşüncenin kökleri Antik Çağ’daki Doğu Akdeniz uygarlıklarına ve Budizm’le Hinduizm’in doğduğu Hindistan topraklarına kadar uzanıyor. Antik İyonya’nın ünlü düşünürü Sisamlı Pisagor, M.Ö. 500’lerde “Vejetaryen” kavramını ilk dile getiren kimse olmuştu. Pisagor, hayvanların ve insanların eşit şefkati hak ettiği fikrini savunuyordu. Benzer biçimde Budistler, Hindular ve Jainistler, en başından beri insanların hayvanlara zarar vermesinin kabul edilemez olduğunu savundular. Bu düşünce Batı dünyasında ancak bir dinsel uyanış dönemi veya yeni bir beslenme furyası söz konusu olduğunda kendine yer bulabildi. Johann Conrad Beissel tarafından 1732’de Pensilvanya’da kurulan Ephrata Topluluğu, vejetaryenliği savunan ilk dini topluluk oldu. 18. Yüzyılın İngiliz faydacı filozofu Jeremy Bentham, hayvanlara yapılan işkencenin, en az insana uygulananlar kadar önemli olması gerektiğini öne sürmüş ve insanın kendini “üst tür” olarak ilan etmesinin “ırkçılık ”la aynı kefeye konması gerektiğini iddia etmişti.
Yaşanan gelişmeler sonrası 1847’de, İngiltere’de ilk vejetaryen topluluğu kuruldu. Bundan sadece üç yıl sonra, Sylvester Graham’ın kurucuları arasında yer aldığı Amerikan Vejetaryen Topluluğu faaliyetlerine başladı. Vejetaryenliğin bir adım ötesi olan, hayvanların yumurta ve sütünün de beslenmeden çıkarıldığı “Veganlık” kavramını ortaya atan kişiyse İngiliz ahşap ustası ve dünyanın ilk vegan topluluğu olan “The Vegan Society” kurucusu Donald Watson olmuştu.
Donald Watson bu sözcüğü “vejetaryen” sözcüğünün başını ve sonunu alarak icat etmişti.Başlarda sadece bir beslenme biçimi olarak ele alınan sözcüğün bir “hareket” halini alması, 1949 yılını buldu ve veganlığın açık tanımı şöyle genişletildi:
“İnsanların hayvan kullanımını yiyecek, emtia, iş, avcılık, deneyler (viviseksiyon) ve hayvan yaşamının insan tarafından sömürülmesini içeren diğer tüm kullanımlar için sonlandırmak.”
Ülkemizdeki duruma gelecek olursak… Bundan on sekiz yıl önce, 2006’da temelleri atılan Vegan Derneği Türkiye (TVD), 2012 yılında resmi statüsünü kazanarak dernekleşti. Derneğin amacı, kendi internet sitesinde şu satırlarla yer alır:
“TVD, insanların, insan olmayan hayvanlar üzerinde kurduğu sistematik sömürünün sosyal adalet, barış ve eşitlik anlayışıyla son bulması ve türcü bakış açısının ortadan kaldırılmasına yönelik bilinçlendirme çalışmaları yürütmektedir.”
Aynı sayfada, TVD’nin çalışma sisteminin ağırlıklı olarak eğitim temelli olduğundan, bu amaçla kurduğu Vegan Akademi vasıtasıyla Türkiye çapında üniversitelerde hayvan hakları, çevre ve sağlık temelli ücretsiz Veganlık eğitimleri verdiğinden de bahsedilmektedir.
Veganlık İstenilen Noktada mı?
WAF (World Animal Foundation) tarafından yayınlanan verilere göre, yeryüzünde bugün, toplam 88 milyonun üzerinde vegan yaşıyor. Bu nüfusun %67’si kadınlardan oluşuyor. Bugün sadece Amerika’da 13,4 milyondan fazla vegan yaşamakta ve vegan popülasyonun en yoğun olduğu ülke, toplam nüfusuna %11 oranla Hindistan.
Oxford Üniversitesi’nde 2016 yılında sonuçları yayınlanan bir araştırma, tüm nüfusun vegan beslenmesi halinde 2050 yılına kadar 8 milyon insanın hayatının kurtarılmış olacağını, hayvancılık endüstrisinin sebep olduğu sera gazı emisyonlarının üçte iki oranında azalacağını ve bağlantılı sağlık harcamalarının önemli ölçüde düşeceğini, iklim krizi sebepli hasarlarda 1,5 trilyon $ tasarruf yapılabileceğini gösterdi.
Bu bilgileri dikkate alarak yaşam tarzında en çarpıcı değişikliği yapan ülke, vegan sayısında son 10 yılda toplam %360 artışla İngiltere oldu. Vegan gıda pazarına bugün 22,3 milyar $ olarak biçilen payın 2032’de 57.6 milyar $ değerine ulaşması, 2040 yılında hala et tüketenlerin oranının %40 bandında kalması bekleniyor.
İnsanların büyük çoğunluğu bilimsel verilerin işaret ettiklerini kabul etse de vegan yaşama geçişin zorlu bir hazırlık gerektirdiğini düşünüyor. Ekonomist dergisinde geçtiğimiz yıllarda yayınlanan bir yazı, geçiş sürecinin Avustralya, İngiltere, Fransa, Almanya başta olmak üzere farklı ülkelerdeki inişli çıkışlı seyri grafiklerle gözler önüne serilmişti. Araştırmalardan edinilen bilgilere göre pek çok kişinin konuya mesafeli durmasının nedenleri şöyle sıralanıyor:
- Veganların uçlarda yaşayan kişiler olduğuna dair yaygın kalıp yargı ve inanışlar.
- Et yemenin bırakılmasını engelleyici kültürel normlar.
- Veganlık konusundaki yanlış iletişim modelleri
- Yetersiz araştırma ve bilgi eksikliği nedeniyle konuya tam anlamıyla hâkim olmamak
- Medyadaki temsiller
- Kişisel deneyimler
- Beslenme alışkanlıkları
Zihinlerde beliren sorulardan bazıları şunlar:
“Yemekli davetlerde, aile kutlamalarında ne yapacağım?”
“Arkadaşlarım benimle dalga geçer veya beni dışlarlar mı?”
“Yeni yaşam şeklimi sürdüremezsem, vegan dostlarım beni aşağılar mı?”
…
Arzulanan değişim ancak birbirimizin varlığını onore ederek mümkün. Ancak bunun kolay ve hızlı bir geçiş süreci olmadığını kabullenmek ve sabırlı olmak zorundayız.
Doğru bir bilgilendirme ağı ve güçlü bir global örgütlenme ile yaşayan her canlının kendini ekosistemin değerli bir parçası gibi hissettiği bir sistem kurulabilir.
Sevgiyle ve adaletle, gezegenimiz için güzel günlere…
Editörün Notu: Veganlıkla ilgili çok kaynak var ancak veganlığa nasıl geçileceğine dair Gazeteci Oben Budak‘ın Müptela Yayınları’ndan çıkan “Ilımlı Vegan” kitabı iyi bir başlangıç olabilir.
Kapak Görseli: Samuel Regan Asante / unsplash.com