Modanın anlamları dönüşüyor mu?
Alışkanlıklarımızı bir kenara bıraksak ve şu pek sükseli “Moda” kavramını dünyaya yaklaşmak, onu şekillendirmek ve dönüştürmek için bir mesaj olarak kullansaydık sizce neler değişirdi?
Bazı sorularla başlayalım:
Dünyada her yıl kaç ton kıyafet çöpe atılıyor?
Bu kıyafetlerin atık toplama alanlarında çözülmesi sizce kaç yıl sürüyor?
Moda endüstrisi çevre kirliliğine neden olan sektörler arasında kaçıncı?
Giysi üretimi küresel karbon yayılımının sizce ne kadar yüzdesini teşkil eder?
Bir yıllık küresel tekstil üretimi için gereken su miktarı nedir?
Dünyada her yıl kaç tişört alınıp satılıyor?
Bir tişört yapımı için kaç litre su harcanır?
Bir kot pantolon üretiminde kaç litre su harcanır?
Peki bu sorular ve cevapları bizi neden ilgilendirmeli?
Moda endüstrisi dünyada, petrolden sonra çevre kirliliğine sebep olan ve ekosisteme en büyük zararı veren ikinci sektördür. Giysi üretimi, küresel karbon yayılımının yüzde onunu teşkil eder. Araştırmalara göre 1994 ve 2004 yılları arasındaki küresel üretim, önceki on yıla göre yüzde 400 artış göstermiştir. Bu da yılda 80 milyar ton üretim demektir.
Peki dünyada her yıl tamı tamına 50 milyon ton kıyafetin çöpe gittiğini söylesek ne hissedersiniz? Bu işten moda sektörünün karlı çıktığı kesin olsa da gezegenin zararlı çıktığı ortada. Çünkü çöpe atılan bu kıyafetlerin atık toplama alanlarında çözülmesi yaklaşık 80 yıl sürüyor. İşte moda sektörünün doğayı en çok kirleten ikinci sektör olması bu yüzden. Bir yıllık küresel tekstil üretimi için gereken su miktarının 113 milyar ton olduğunu söylersek sanırım durumun boyutları ve böyle sürmesi halinde karşı karşıya kalacağımız sonuçların ciddiyeti daha net anlaşılır. Su ve enerji tüketimini azaltmak ve kimyasalların doğaya verdiği zararı en aza indirmek, doğa üzerindeki etkimizi hafifletebilir. Bu da tüketim şekli ve alışkanlıklarımızı değiştirmeye başlamakla mümkün. Bilinçli tüketimin ilk basamağı burada başlıyor.
Suyu daha az tüketmekten bahsetmişken, sadece bir tişört yapımı için harcanan su miktarının 2700 litre olduğunu hatırlatalım. Bu da bir insan bedeninin yaklaşık üç yıllık içme suyu ihtiyacıyla aynı miktar. Dünyada her yıl ortalama iki milyar tişört satılıyor. Varın hesaplayın.
Sahi hiç düşündünüz mü? Dolabınızdaki tişörtlerin kaçına gerçekten ihtiyacınız var?
Basit bir kot pantolon üretiminde ise 10.850 litre su harcanıyor. Hatta sıkı durun, yalnızca bir tişört ve bir çift pantolon üretiminde kullanılan su miktarı, insanın 13 yılda tükettiği su miktarına eşit. Üstelik yeryüzünde insan sayısından çok daha fazla kot pantolon ve tişört var. Bir kot, bir tişört deyip geçmeyin. En basit haliyle giyinirken bile daha duyarlı ve bilinçli davranmanın zamanı gerçekten de gelmiş görünüyor.
Dünya kulağımıza şu cümleyi fısıldıyor:
“Şimdi seyirci koltuğundan kalkma, son gaz giderken durup hızlıca yavaşlama zamanı.”
‘’Herkes aynı düşünüyorsa kimse düşünmüyor demektir.’’
Benjamin Franklin
Sürdürülebilir bir dünyaya hizmet etmek demek, gezegende yarattığımız çevresel, toplumsal ve ekonomik etkilerin ağır izlerini silmek isterken, sadece kullandığımız ürünleri sürdürülebilir kılıp yaşam felsefemizi, genel alışkanlık ve davranışlarımızı bundan bağımsız yürütmek demek değildir. Dolayısıyla, demokratik bir moda anlayışına kendiliğinden kapı açan sürdürülebilirliğin, aslında evrenin kendiliğindenliğine, o bozulmamış saf haline çok yakın olduğunu düşünebiliriz. Bunu da insana en yakışır özellikleri sıkça vurgulayan stoacı felsefe ile bağdaştırmak mümkün. Ünlü stoacı filozof ve Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un dediği gibi, haz düşkünlüğü varoluşa ihanettir, mutluluğun da bir ahlakı vardır ve olmalıdır.
İnsan yoruldu, evren yoruldu, fiziksel kaynaklar, etik kaynaklar tükendi, değerler tükendi. Dönüşüm ve yeniden inşa ihtiyacındayız. Ancak bu süreç sıkıcı olmak zorunda değil. Bugünün gerçeklerini düşe çevirebileceğimize, süreci oyunlaştırabileceğimize, etik yaklaşımı eğlenceli hale dönüştürebileceğimize yürekten inanmalıyız.
Neden Sürdürülebilirlik?
Yıllardır iklim değişikliğini ve küresel ısınmayı konuşuyoruz. Tüm dünyanın değişimi deneyimlediği korona virüs salgınının ardından virüsten daha hızlı yayılan şey ise küresel bilinçlenme oldu. Bu iyiye işaret. Uyandık. Fark ettik. Çünkü her yıl milyonlarca ton tekstil ve hazır giyim ürününün çöpe atıldığı, yakıldığı veya toprağa gömüldüğü bir dünyanın zaten sürdürülebilir olmadığını somut kanıtlarla gördük. Sürdürülebilirliğin ötelenebilir yanının kalmadığını daha iyi anladık.
Konuyu biraz daha detaylandıralım ve nedenlerine yakından bakalım.
2030 yılına kadar ulaşılması hedeflenen ve toplam on yedi maddeden oluşan ‘’Sürdürülebilirlik Kalkınma Hedefleri’’ni, aşağıdaki kare kodu taradığınızda göreceksiniz.
İçlerinde küresel devlerden saydığımız hazır giyim firmaları da olmak üzere, pek çok uluslararası işletme, bu evrensel çağrıya uyan politikaları nasıl uyguladığına ve hedeflerin neresinde olduğuna dair şeffaflık göstererek, üretim ve lojistik süreçlerini, açıkça izlenebilir halde web sitelerinde paylaşmaya başladı. Bunun ilk örneklerinden biri İsveçli H&M grubu.
İlk üç maddesi yoksulluğa, açlığa son verip sağlıklı ve kaliteli yaşama çağıran tüm bu sürdürülebilirlik hedeflerini kısaca üç ana başlıkta toplayabiliriz;
- Çevresel sürdürülebilirlik
- Toplumsal sürdürülebilirlik
- Ekonomik sürdürülebilirlik
İşte bu ana başlıklarda küresel rekabetçiliğin korunması amacıyla 11 Aralık 2019 tarihinde çıkan AB Yeşil Mutabakatı, iklim ve çevreyle ilgili zorluklarla ilgili mücadele konusunda AB’nin önceki taahhütlerini daha geniş ve daha etkili bir şekilde yeniden düzenlemeyi amaçlayan bir yol haritasıdır. Bu mutabakatla birlikte, yeşil ve geri dönüştürülebilen ürünlerin daha çok konuşulacağı, tüketimin azaltılıp ürünlerin geri dönüşümünden daha çok bahsedileceği, firmaların inovasyonda doğa dostluğunu ön plana çıkaracağı günler kapımızda. Dolayısıyla tekstil sektörü olarak bu konuya yönelik becerilerimizi artırmak zorundayız. Firmaların 2050 yılına kadar AB’nin sıfır emisyon planına kendini hazırlaması gerekiyor. Tüketiciler olarak bizlerin de…
Sömürülebilir değil sürdürülebilir moda
Bu doğrultuda neler değişecek? Firmalar, ürünlerindeki sürdürülebilirliği ölçebildikleri müddetçe prestij ve güven kazanacak. Ürünlerin ömürlerinin uzatılması, etiketlerinde kullandıkları bilgiler, atıkların sıfırlanması, bu sebeple onarımın ve yeniden kullanımın özendirilmesi önemli hale gelecek. Mesela bir ürünü kaç kez kullanabileceği, etiketinde yazar hale gelecek. Konuyla ilgili tasarımcı teşvikleri olacak. Artık eko tasarımdan başka bir alternatiften bahsedemiyor olacağız.
AB Yeşil Mutabakatından sonra gündeme gelen önemli bir konu da ekstra karbon vergisinin gündeme gelmesi. Bu da döngüsel iş modellerinin gelmesine, tekstil sektöründeki pek çok alışkanlığın yeniden tanımlanmasına sebep olacak.
Hedef 2050’ye kadar, sera gazı emisyonlarını azaltmak, güvenilir enerji ve sıfır kirlilik sağlamak, ekosistem ve biyoçeşitliliği koruyarak, endüstriyi temiz ve döngüsel bir ekonomi için harekete geçirmek. Moda endüstrisinin bu konudaki sorumluluğu büyük, ancak doğru adımları attığında da bu konu üzerinde en büyük etkiyi yaratacak sanayi olma gücüne sahip. Çünkü, hammadde ve su kullanımı açısından dördüncü, sera gazı salınımında beşinci sırada tekstil sektörü yer alıyor ve üstelik bugün dünyadaki tekstil ürünlerinin sadece yüzde biri geri dönüştürülebiliyor.
Moda devleri her ne kadar sürdürülebilirliği şimdilik, artık arayışı değişen müşterisini elinde tutmak için bir araç olarak görse de bunun bol sıfırlı cirolardan daha büyük anlam taşıdığının farkında. Anlam, yarının en büyük sermayesidir. Moda, petrol sektöründen sonra gezegeni kirleten ve gelecek nesillerin sağlıklı bir dünyada nefes alması için tehdit oluşturan ikinci büyük sektör olma sorumluluğuna ihanet ettiği an, yarının tüketici bunu bağışlamayacak, moda liginde yerler hızla değişecektir. Yarının moda dünyasında varlığını sürdürmek isteyen markalar, bu farkındalıkla ayakları yere sağlam basan bir eylem planı yapmalıdır. Ucuzlayan her şeyin bize pahalıya mal olduğunu anlatan bir eylem planı olmalıdır bu. Sürdürülebilirlik içselleştirilmek zorundadır. Bu yaklaşım lüks değil ihtiyaçtır ve günümüz dünyası için kaçınılmaz.
24 Nisan 2013 tarihinde Bangladeş’teki Rana Plaza’da meydana gelen ve tamı tamına 1134 tekstil işçisinin hayatını kaybettiği elim kaza sonrası, uyanarak eyleme geçmenin daha fazla geciktirilemeyeceği bilinciyle kurulan Fashion Revolution, on maddelik manifestosunun sonuncusunda şöyle der;
‘’Moda; ifade, tatmin, yansıma, protesto, konfor ve paylaşım için yaşar. Moda, asla boyun eğmez, ödün vermez. Kimseyi aşağılamaz ve ötekileştirmez. Moda yaşamı kutlar.’’
Bu cümleye şöyle bir ekleme yapmak anlamlı olacaktır:
‘’Gerçek moda bağ kurar. İnsanı insana, insanı doğaya, doğayı insana bağlar.’’
Çünkü eski yenidir
Doğaya dönüp baktığımızda onun bile geleceği yaratırken geçmişten yararlandığını görürüz. Doğa, elindeki DNA verilerini farklı dizinlerle yeni şeylere dönüştürür. İnsanın yaratıcılığı da boşluktan doğuvermez. Geleceği yaratabilmek için geçmişe ihtiyaç duyar, miras aldığı şeylere yeniden biçim verir. Yaratıcılık daima bir belleğe dayanır.
Moda da bir belleğe dayanır ve çok güçlü bir hafızası vardır. Her ne kadar sözcüğün kökeninde değişim yatsa da bu değişim öyle birdenbire vuku bulmaz. O geçmişi geleceğe taşıyan en güçlü iletişim araçlarından biridir. Dolayısıyla onda giyinmenin ötesinde derin anlamlar aramak, fiziksel varoluşumuzu benliğimize, ondan oluşan bütünle de bizi dünyaya bağlayan bu olguyu hafife almamak, onun hakkını vermek gerekir.
Gidişata çözüm arayan zihinler için değerli akademisyen Şölen Kipöz’ün, ‘’Sürdürülebilir Moda’’ kitabında önemle vurgulamış olduğu ahimsa kavramından ilham almak yerinde olur:
“Modada “Ahimsa”, özlem duyduğumuz demokratik anlayışı benimser ve moda iktidarında şiddet içermeyen, incitmeyen, özen gösteren, dayanışmaya ve birlikteliğe dayalı bir tasarımcı ve kullanıcı birlikteliği vadeder. Modayı tüketicinin öz saygısından önce insanlığa ve evrene saygı duyan farklı sosyal değerleri yaratmak ve paylaşmak için bir araç olarak görür. Bugünün dünyasının ihtiyacı tam olarak budur. Tasarımcı bunu tüketicinin olmadığı bir denklemle başaramaz. Dolayısıyla hem tasarımcının hem tüketicinin sorumluluğunun oldukça ağır olduğu bir dönüşme ve dönüştürme zamanı. Tasarımcının rolü daha önce hiç bu kadar anlamlı olmamış, yolu hiç bu kadar büyük bir faydaya dönüşmemişti. Bu dönemeç iyi değerlendirilirse, insanlık, toplum ve dünya için büyük fırsat kapımızdadır.”
Kapak fotoğrafı: unsplash.com
Cherie Birkner