İnfobezitenin Gölgesinde Dijital Hayatlar

0
376

Kızım dört yaşındaydı, sohbet ediyorduk, ben onun yaşındayken evimizde internet, telefon hatta televizyon olmadığını anlatıyordum. Salonda göz gezdirip sordu “peki koltuk var mıydı?” O vakitler mağarada yaşadığımızı düşündüyse artık. Evet, analog dünyadan dijitale geçiş baş döndürücü bir hızda yaşandı. Düşünsenize şu anda Türkiye’de ellili yaşlarını sürenler televizyon yayınlarının olmadığı, evlerin çoğunda telefonun bulunmadığı bir dünyaya doğdu, şimdi ceplerinde dünya ile dolaşıyor. 

Bizim kuşağın kısmetine sosyalist bloğun çöküşü ile dijital devrim düştü. Dijital devrim, teknolojinin analog elektronik ve mekanik cihazlardan dijital teknolojiye ilerlemesini ifade ediyor ve aynı zamanda Bilgi Çağı’nın da başlangıcı olarak kabul ediliyor. Dönem 1980’lerle başlatılsa da akılda tutmakta fayda var, ilk mikro bilgisayar Altair 1971’de, Apple I ise 1976’da sahne alıyor. 

İnsanlığın analogdan dijitale göçü bir “devrim” olarak tanımlandı çünkü yaşamın her alanını dönüştürdü. Üretim, tüketim, paylaşım, iletişim aklınıza ne gelirse tüm süreçleri yeniden tanımladı. İş yapış süreçleri çok hızlandı, üretim formatları ve araçları değişti. 

Ben 90’lı yıllarda gazetecilik ve araştırmacılık mesleklerindeki çaylaklık dönemimi internetin olmadığı ofislerde geçirdim. Reuters haberleri telekse düşerdi, e-posta da yoktu, arama motoru da. Araştırma sektöründe yüzlerce sayfa rapor basılır, müşterilere yollanırdı.  Görüşülecek kişilere sabit telefondan ulaşılır, adres yolda sora sora bulunurdu.

Peki ya sosyal hayatımızı nasıl sürdürüyorduk? İnanması çok zor görünüyor ama bugünkünden daha az arkadaşımız yoktu ve kesinlikle daha az eğlenmiyorduk. Geleneksel buluşma noktalarına randevu veriyor, birbirimizi ne zaman nerede bulacağımızı kestirebiliyorduk. Sabit telefonları aynı sezgisellikle çok verimli kullanıyorduk. Zaman mı daha çoktu, biz mi olayları gelişine bırakmıştık şimdi bilemiyorum. 

Türkiye’nin Dijital Devrimle İmtihanı

Sözlü iletişim kültürünün ağır bastığı, kitap okumayan, gazete tirajları yerlerde sürünen bir ülke olarak mobil telefonlara bayıldık. Öyle ki mobil abone sayımızın nüfusa oranı %93, internet kullanıcılarında %82’ye ulaştık. Sadece 2021’den 2022’ye geçerken yaklaşık 4 milyon kişi daha internet dünyasına katıldı.  85 milyonluk memlekette 70 milyon internet kullanıcısı 69 milyon sosyal medya kullanıcısı var (1). Devasa rakamlar bunlar. 

Ülke olarak sosyal medya ile 2000’lerin ortalarında tanışıyoruz. Bir nevi ilk görüşte aşk! Daha ilk yıllardan facebook hesap sayısında dünyada ilk dörde yerleşiyoruz. O vakitler bir medya planlama ve satın alma ajansının araştırma bölümü olarak neden Türkiye sosyal medyaya bu kadar iltifat etti diye az kafa patlatmamıştık. Özellikle 18-34 yaş gençlerin kendini özgürce ifade edebilmesinin, dört duvarın ve kalıpların dışına çıkabilmesinin yoluydu sosyal medya. Eğlencesi sınırlı, geleneksel toplum normları sosyal medya ile eğilip bükülüyordu. O vakitler aklımıza gelen bunlardı. İnternet kullanıcılarının tamamı Facebook’a gelince bu sefer gençler başka mecralara akmaya başladı. Platformlar değişse de sosyal medyaya ilgi, iltifat hiç bitmedi hatta bugün Türkiye Instagram’da geçirilen vakit açısından dünya birinciliğini ele geçirdi.  

Internete ve özel olarak sosyal medyaya düşkün Türkiye, Afrika’dan birkaç ülkeyi saymazsak dünyanın en yavaş sabit internet servis sağlayıcı hızına sahip ama bu Türkiye vatandaşlarını yıldırmıyor. Ortalama 8 saati internet başında geçiriyor, dünya ortalaması ise 6.8 saat. Günde 8 saat maruz kalınan bir mecrada kaç farklı mesaja, reklama, içeriğe maruz kalınabileceğini düşünebiliyor musunuz? 

Bu veri elimde yok ama We are Social & Hootsuite Ocak 2022 raporundan (2) Türkiye’de internet kullanıcılarının ortalama 8.1 adet farklı sosyal mecra kullandığı verisini paylaşabilirim.  

   Teyitsiz ve çoğu boş, uyduruk bilgi ve mesajların nasıl bir kafa karışıklığı yaratacağını, çoğunlukla benzerlerin birbiriyle iletişim kurduğu yankı odalarında tüketilen uzun saatlerin nasıl da kutuplaşmayı körükleyeceğini son 10 yılda ziyadesiyle tecrübe ettiğimizi düşünüyorum.

Obezite ile Information (Bilgi) kelimelerinden türetilmiş Infobezite, işte bu aşırı bilgi tüketimini tanımlıyor. Bilgi çağının yan ama son derece önemli etkilerinden biri. Bilgi dediysek öyle Meydan Larousse, Britannica tadında ansiklopedik, güvenilir, işe yarar bilgiden söz etmiyorum, her türlü iletişim içeriğini bunun içine atabilirsiniz. Günümüzde bilgiyi tüketmek kadar üretmek de kolay. Üretenin ehliyetinden bağımsız bu devasa bilgi yükü özellikle telefonuyla hemhal olanların sırtına biniyor.  Araştırmalara göre insanların eli günde 150 kez telefona uzanıyor, özellikle gençler uyanır uyanmaz ekrana yapışıyor.  Konu hakkında literatür çalışmalarından (3) öğreniyoruz ki bugün infobezite denilen kavramın atası “aşırı bilgi yüklemesi”. Sıkı durun daha 1970’de ilk kez Alvin Toffler tarafından “Future Shock” kitabında ifade edilmiş. Toffler daha o yıllardan aşırı bilgi yüklemesi yüzünden karar verme ve bir durumu anlamada da bireylerin zorluk yaşayacağını öngörmüş. 

Internet ile bilginin yayılma hızı artarken doğru olmayan bilgi ve verinin yayılma hızı da artıyor. Yalan ve çarpıtılmış bilgiyi doğrusundan ayırt etmek için de ek zaman ve çaba gerekiyor. Bu durumu John Naisbitt, daha 1982’de, “Datada boğuluyoruz ama bilgiye açız” diye özetlemiş.  

Fazla para göz çıkarmaz da fazla bilgi göz çıkarıyor. Özellikle sosyal medya ve mesajlaşma platformlarında ihtiyaç duymadığımız, işe yaramayacak, kıymeti kendinden menkul bilgi infobeziteyi besliyor. Yani doğru-yanlış artık sosyal medyada ne olduysa ne dendiyse üstünüze boca ediliyor, siz eğer hasbelkader bu söylem seline katkıda bulunduysanız o durumda infobeziteniz daha da azıyor “kim ne demiş, kaç kişi beğenmiş” merakıyla ha babam yokluyorsunuz hesaplarınızı. Doyurulamayan bir açlık bu, sadece beyni değil, duruş ve görme bozukluklarıyla bedeni de harap eden bir kısır döngü içinde debelenip duruyorsunuz. 

Devasa bilgi ve mesaj bombardımanı hayatınızı ele geçiyor, fiziksel yaşamın gerçeklerinden ve güzelliklerinden uzaklaştırıyor. Uzmanlar, özellikle gençler arasında odaklanma sorunları, bilişsel kapasitede düşüş, kendini ifade etmede zorlukların artışına dikkat çekiyor. Bu sorunların salgın döneminde dijital ekran bağımlılığının artışıyla iyide iyiye su yüzüne çıktığını söylüyorlar. 

Sevgili Reportare okurları, yeterince zor zamanlar yaşıyoruz fiziksel sağlığınız kadar zihinsel sağlığınızı da korumak zorundasınız. İşe, hayatınızdan birkaç sosyal mecrayı çıkararak, analog kültürden miras defter-kalem dünyasına geçerek başlayabilirsiniz. Yakın çevrenizi sizinle iletişim kurulabilecek zamanlar hakkında bilgilendirebilirsiniz, arkadaşlarınızla belli aralıklarla yüz yüze görüşme planlayabilir, en azından ev hayatı içinde mobil telefonunuzun kullanımını azaltabilirsiniz. Zaten uzmanlar yatmadan en az iki saat önce ekrana bakmayı bırakın diyor, beyin hala akşam olmadı sanıp uykuya geçişi engelliyormuş. Sözün sonuna gelirken bir itirafta bulunayım. Bu yazıyı sadece sizi değil kendimi de motive etmek için yazdım, akşam editörüme yollar yollamaz telefonumu kapatacağım, tabi ki hile yapmayacak, bilgisayarımı ve artık neredeyse sadece internet içerikleri tükettiğim televizyonu da.

  1. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Hanehalki-Bilisim-Teknolojileri-(BT)-Kullanim-Arastirmasi-2021-37437
  2. https://wearesocial.com/uk/blog/2022/01/digital-2022-another-year-of-bumper-growth-2/
  3. Betül ERSÖZ , Ümmü Gülsüm KAHRAMAN ,“Bilişim Çağında Bilginin Değişen Yüzü: İnfobezite Üzerine Kavramsal Bir İnceleme” https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1235827

Fotoğraf: Carl Heyerdahl / unsplash.com