Doğu Almanya’nın Son Forveti, Casusluk ve Futbol

0
137

Torsten Gütschow, sıcak geçen 1962 yazında, Görlitz’in dar sokaklarında dünyaya geldiğinde, hayatın ona neler getireceğini bilmiyordu. Bölünmüş Almanya’nın doğusunda futbol, yalnızca bir oyun olmaktan çok uzaktaydı. Devletin ideolojik bir silahı olan futbolun yetenekli çocukları, yalnızca sahadaki başarısıyla değil, devlet sadakatiyle de değerlendirilirdi. Rejim, özellikle futbolculardan sadece gol atmaları ile değil, sosyalist devletin bir yansıması, halkı yönlendiren figürler olarak görüyordu. Coğrafyanın top peşinde koşan çocuklarından biri Torsten’in yeteneği kısa sürede fark edildi. Traktor Zodel ve Dinamo Görlitz’te başladığı futbol serüveni, 14 yaşında sistemin en güçlü takımlarından biri olan Dinamo Dresden’in altyapısına katılmasıyla yeni bir boyut kazandı. Dresden, diğer kulüplerden farklıydı. Burası yalnızca bir futbol kulübü değil, devletin ve özellikle Stasi’nin denetiminde olan bir organizasyondu. Doğu Almanya’da futbol kulüpleri devletin kontrolü altındaydı ve Dinamo Dresden, bu sistemin en önemli takımıydı. Sosyalist rejimin göz bebeğiydi Dinamo Dresden. Batı’ya karşı sosyalizmin gücünü göstermesi beklenen bir kulüptü. Avrupa sahnesine çıkıyor, UEFA Kupası. Ve şimdiki adı Şampiyonlar Ligi olan Şampiyon Kulüpler Kupası’nda mücadele ediyordu. Ve böylece Doğu Almanya’nın uluslararası alanda en güçlü kulüplerinden biri olmuştu. Böylelikle bir propaganda aracı olarak müthiş bir araçtı. Dresden ne zaman bir maç kazanır veya UEFA Kupası’nda tur atlarsa bir Dresden zaferi olarak, rejimin başarılarını anlatan gazete manşetlerine dönüşüyordu. Ve Daha da önemlisi bu galibiyetler sosyalizmin kapitalizme karşı galibiyeti olarak sunuluyordu.

Rejim, Dresden takımı için her türlü imkanı sağlıyordu ancak oyuncular için bunun bedeli de ağırdı. Kulüp içindeki düzen, yalnızca sportif başarı ile belirlenmiyordu. Her oyuncu rejim tarafından dikkatle seçiliyor, yalnızca fiziksel yetenekleri değil, ideolojik sadakatleri de sorgulanıyordu. Devlet, futbolu diğer spor branşlarında olduğu gibi siyasi istikrarın bir aracı olarak görüyordu. Bir futbolcunun devlet karşıtı siyasi fikirler taşıması ya da Batı Almanya’ya kaçma ihtimali, yalnızca onun değil, ailesinin de hayatını geri dönülemez noktalara sürüklerdi. Torsten Gütschow da kısa sürede Dinamo Dresden’in parlayan yıldızlarından biri oldu. O yılların futbol aklına göre inanılmaz zeki ve gol yollarında etkiliydi. 18 yaşına geldiğinde A takımın yıldızıydı. Golleriyle taraftarları coşturdu. Golleri sıralarken tribünlerde onu izleyenler sadece futbolseverler değildi. Doğu Almanya’nın istihbarat ve gizli polis teşkilatı Stasi de her maçta biletini alıp tribünlerde otururdu. Sadece tribünlerde değil, takımın soyunma odasından deplasmana giden otobüsün şoför koltuğuna kadar her yerdeydi.

Tarihler 1981 yılını gösterdiğinde, henüz 19’unda Dinamo Dresden’in kulüp binasında bir toplantıya çağrıldı. İçeri girdiğinde, onu bekleyen antrenörleri veya yöneticileri değildi. İki takım elbiseli adam onu bekliyordu. Masanın üzerinde dosyayaya bakan iki çift göz ve yüzlerinde ifadesiz bir duruş vardı. “ Bizim için çok önemlisin. Daha doğrusu genç yetenekler bizim için çok önemli, Torsten,” dediler. “Çok büyük sporcu olacaksın, bunun için her şeyi yapacağız. Bizim de sana ihtiyacımız var.” Torsten hemen orada ne olduğunu bu kısa monologdan sonra anlamıştı. Stasi’nin futbolcuları muhbir olarak kullandığını herkes gibi o da biliyordu. Onun görevi, takımdaki herkesin konuşmalarını raporlamak, kimin şüpheli düşünceleri olduğunu öğrenmekti. Ve tabi bunları hemen bildirmekti görevi. ‘Kabul etmemeliyim’ dedi kendi kendine. Sadece futbol oynamak istiyordu. Ama Stasi’nin bu görüşmede kendisine başka bir seçenek bırakmadığını da biliyordu. Çünkü bu bir teklif değildi. “Bu kariyeri istiyorsan, bizimle çalışacaksın,” dediler. “Kabul etmeyebilirsin ama böylece biz de geleceğinin garantisini veremeyiz’ Kabul etmezse kariyerinin anında sona erebileceği biliyordu. O dönemde Doğu Almanya’da bir sporcunun yükselmesi, devlet desteği ile doğru orantılıydı. Ayrıca, bu konuşmada çocukluğundan beri sevdiği nişanlısının da ismi geçmişti. Ve onun bu süreçten zarar göreceğini biliyordu. Torsten bu görevi mecburen kabul etti. Artık Stasi’nin gönüllü muhbiriydi. Bu soyunma odası konuşmasının ardından hayatı ikiye bölünmüştü. Sahada takımının golcüsüydü ancak Stasi için çalıştığını kimsenin öğrenmemesi gerekiyordu. İlk günlerde verilen görevi yüzeysel bir şekilde yerine getirip kimseye zarar vermeden bitmesini istiyordu bu yıllların. Önemsiz detaylar veriyordu. Futbolcuların özel hayatlarındaki önemsiz detayları Stasi’ye taşıyordu. Ama Stasi’nin istediği şey bu değildi. Çoğu zaman futbolcuların özel hayatları umrunda bile değildi Stasi’nin. Devlet aleyhinde kim konuşuyor? Ne konuşuyor? Batı Almanya’ya kaçmayı planlayan var mıydı? Aylar geçtikçe Torsten Gütschow içinde bulunduğu durumun onu boğduğunu hissetti. Oyuna odaklanamıyor, sahadaki performansına da yansıyordu. Ancak yine de 1988-89 sezonunda, Dinamo Dresden’i DDR-Oberliga şampiyonluğuna taşıdı ve UEFA Kupası’nda attığı 7 golle Avrupa’lı kulüplerin dikkatini çekti. Ama her başarılı maçtan sonra, yine de bir rapor yazmak onu zorluyordu.

1989 yılında Berlin Duvarı yıkıldığında, sistemin sonundan çok fazlasıydı Torsten için. Doğu Almanya’nın dağılmasıyla birlikte, Stasi’nin yıllarca sakladığı belgeler birer birer açığa çıktı. İnsanlar, birbirleri hakkında yazılmış raporları okurken, Torsten de kendi geçmişiyle yüzleşmek zorunda kaldı. 1992 yılında, Almanya birleştiğinde, Torsten Gütschow ismi de artık o kadar popüler değildi. Stasi ile ilişkisi ortaya çıkmıştı. Çok sayıda arkadaşı ve onun gollerine çılgınca sevinen futbolseverler ona sırt çevirdi. Oysa o sadece baskıya boyun eğen güçsüz bir adam olduğunu hissediyordu. Hata yaptığını biliyordu ama geçmişe müdahale edemezdi artık. Kötü günlerden geçtiği bir zamanda Türkiye’den bir teklif aldı. 1992-1993 sezonunun devre arasında Dinamo Dresden takımından Galatasaray’a transfer oldu. Takımın teknik direktörü yine bir Alman olan ve Galatasaray’ın efsane hocası Karl-Heinz Feldkamp’dı. O yıl Galatasaray’da bir Alman ekolü söz konusuydu ve yabancı futbolcuların çoğu da Alman futbolculardan oluşuyordu. Reinhard Stumpf ve Falko Götz’ün de katkısıyla takıma hızlı bir şekilde uyum sağlamıştı. Galatasaray formasıyla çıktığı 19 maçta 12 gol atarak önemli bir performans sergiledi. O sezon, Galatasaray ve Beşiktaş ligi 66 puanla tamamlamış, ancak averajla Galatasaray şampiyon olmuştu. Gütschow Türkiye’de geçirdiği altı ay boyunca, geçmişinden uzaklaşmaya ve futbolun tadını çıkarmaya çalıştı. Ancak hiçbir kaçış sonsuza kadar sürmezdi. Almanya’ya döndüğünde, futbolu bırakmaya yakındı. Ama futbol, ona sırtını dönmemişti. Torsten Gütschow’un hayatı,siyasetin toplumu tamamen şekillendirdiği dönemlerde futbolun yalnızca sahada oynanan bir oyun olmadığını gösteren en çarpıcı hikâyelerden biriydi. Torsten Gütschow, Doğu Almanya rejiminin içinde sıkışıp kalmış bir yetenekti. Futbol sahasında efsane olmuştu ama saha dışındaki gölgeler peşini hiç bırakmadı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz