Mucize sözcüğünü çok severim. Arapça ‘acz kökünden türetilmiş olan sözcük “insanı acz içinde bırakan, çaresiz hâle getiren (şey, durum, olay)” anlamına gelir. Bu sözcüğe aşina olmayan biri, sözlük anlamına baktığında aslında kötü bir durumu işaret ettiğini sanabilir; ama biz bu sözcüğün genelde olumlu, hatta çoğunlukla hayranlıkla karşılanan ve tam da bu hayranlık sebebiyle insanı acze düşüren olay ya da durumlar için kullanıldığını biliyoruz. Dil ne güzel bir icat değil mi, mucizelerle dolu.
Mucize sözcüğü esasında dinî literatürden doğup dolaşıma girmiş. Dünyanın birçok dilinde de eşanlamlı sözcükler mevcut. Genellikle peygamberlerin veya kutsal sayılan başka din ulularının gerçekleştirdikleri doğaüstü eylemleri imlemek için kullanılmış ilk başlarda, sonra kullanım alanı genişlemiş de genişlemiş; ama mübalağa sanatıyla iç içe geçmeden kullanıldığı her yerde içindeki “doğaüstü” ögesi hep korunmuş. İşbu sebeple naçizane bir fikrimi de belirtmeden geçemeyeceğim: Mucizeler görülen değil, duyulan şeylerdir. İnsanlık tarihi; mucizelere şahit olduğunu iddia eden (görece) çok az insana karşılık, duyduğu mucizeler sebebiyle dünyayı ya da yaşadığı toplumu yeniden şekillendirmeye azmetmiş çok fazla insan görmüştür.
İnsanlar bilmem kaç yıldır mucizelere inanıyor, bugün itibariyle de en azından kısa vadede inanmaktan vazgeçecek gibi görünmüyorlar. Görülmeyenin, tecrübeye dayanmayanın mucizeyle hiç yoksa hayal âleminde tecessüm etmesine izin vermek insanın bugünkü medeniyetine ulaşmasına katkıda da bulunmuş olabilir hiç şüphesiz. Uçan halı fikrinin uçaktan, yüzlerce ya da hatta binlerce kilometre uzakta bulunan birinin bir anda insanlar karşısında belirdiği söylentilerinin televizyon ya da hologram teknolojisinden çok çok önce ortaya çıkmış olması arada bir bağlantı olduğuna dair kesin kanıt değilse bile şüpheye düşmek için yeterli sebeptir. Gençler bilir mi emin değilim ama “Şüyuu vukuundan beter (olmak)” şeklinde çok güzel bir tabir vardır Türkçede; bilmeyenler minik bir googlelamayla bu deyimin anlamına ulaşabilir, orayı geçiyorum; ama bazı durumlar için de “Şüyuu vukuuna sebep (olmak)” diyebiliriz galiba. Hem ayrıca bilinmeyene, görülmeyene duyulan hayranlığın kendisi başlı başına bir mucize de sayılabilir. Bu son cümlede kullandığım “mucize”yi hem olumlu hem de olumsuz olarak okumak/anlamak mümkün. İşte dilin bir mucizesi daha.
Sözcüğün olumsuz gibi görünen ilk anlamını temel alırsak aslında görülebilir, deneyimlenen birtakım unsurların; örneğin yukarıda birkaç kez andığım dilin ya da doğanın mucizelerle dolu olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle doğa hem olumlu hem de olumsuz anlamda bizi acz içinde bırakmasıyla maruftur. Bazen işleyişi ve güzelliği karşısındaki hayranlığımız sebebiyle aciz düşmemizi sağlarken bazen de yine işleyişinde gayet sıradan olan, ama bize bir hayli sorun çıkaran etmenlerle aciz düşmemize sebep olur. Her gün uzaya bir sürü ıvır zıvır yollayan koossskoca insanlık, 2010 yılında patlayan Eyjafjallajökull yanardağı sebebiyle bir süre uçakla seyahat dahi edememişti. Al sana buz gibi hem de sıcacık bir mucize.
Neyse ki doğanın mucizeleri her zaman insanın aleyhinde olmuyor. Çocukluğumda benim için en büyük mucize mevsimlerin değişimiydi. Hadi tamam, itiraf ediyorum: Hâlâ büyük mucizedir bence, büyüyemediysem demek ki. Yazın güze, güzün kışa, kışın bahara ve tabii ki militan bir yazcı olarak benim için en önemlisi, en güzeli olan baharın yaza dönmesinden daha hayran olunası bir döngü var mıdır bilmiyorum. Atalarımız özellikle tarım devriminden sonra hayatta kalabilmek için bu döngüyü dikkatli bir şekilde takip etmek ve her birinin ne zaman gerçekleşeceğini kesin biçimde belirlemek zorundaydı, nitekim bunu başardılar ve bugün artık gün dönümü ve ekinoks dediğimiz tarihler ortaya çıktı.
21 Mart doğumlu bir fani olarak en çok bahar ekinoksunu sevmem beklenebilir, nitekim ikinci sırada o var; ama 21 Haziran’da gerçekleşen yaz gün dönümüne daha bir düşkünüm ve bu düşkünlüğüm günden güne artıyor. Koca bir insanlık ailesi olarak topyekûn metaforik de olsa bitimsiz bir kışa hapsolduğumuzu, baharı yazı görmek için epeyce bir çabaya ihtiyaç olduğunu düşündükçe daha bir seviyorum baharı, yazı. Doğanın her yıl tekrar ettiği döngüde, bir gün mutlaka yaza çıkacağımızı bilmekse umutla beraber neşe de veriyor içime. 21 Haziran’da nasıl doğaya (en azından bizim yaşadığımız kuzey yarımkürede) yaz geliyorsa bize de muhakkak yaz gelecek ve bir gün mutlaka “güneşli, güzel günler göreceğiz.”
Görsel: Keenan Barber/ Unsplash