Yeni Yargı Paketine İran Örneğinden Bir Bakış: “Etki Ajanlığı”

0
369

Bugünlerde 9. Yargı Paketi taslağına iliştirilen bazı maddeler tartışılıyor. 38 maddeden oluşan söz konusu taslağa göre 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 339’uncu maddesinden sonra gelmek üzere ve kamuoyunda ”Etki Ajanlığı” olarak değerlendirilen düzenlemenin bir kısmı şu şekilde:

“Madde 339/A- (1) Bu bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda;

a) Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar,
b) Türkiye’de suç işleyenler, hakkında, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fiilin, bu bölümde düzenlenen suçlar dışında başka bir suç oluşturması halinde hem bu suçtan hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.
(2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise faile sekiz yıldan oni ki yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.”

Pek çok hukukçuya göre, söz konusu tanımlar yeni tip bir casusluk suçlamasını beraberine getiriyor. Böylelikle; devlet aygıtının hoşuna gitmeyen, kendi aleyhine olduğunu düşündüğü her türlü faaliyet bir ajanlık faaliyeti olarak algılanıp cezalandırabilecek. Bu durum devlet eliyle sansürün bundan böyle çok daha geniş bir alanda uygulanmasının önünü açabilir.

“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları” tanımı çok geniş ve soyut bir olguyu kapsıyor. Türkiye’de siyasal iktidarın sürekli değişen politik perspektifine göre her dönemde farklılık gösteren “âli menfaatler” olgusuna bakıldığında; bugün devletin yararına gözüken bir faaliyet yarın tam tersi bir hal alabilir ve suç olarak görülebilir. Bundan dolayı da “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları” denilen olgunun esasları somut ve rasyonel olarak ortaya konulmalı.

Bu durum iktidara muhalif olan kesimlerin üzerinde Demokles’in kılıcı olarak sallandırılabilir, siyasi iktidara karşı yapılan muhalif faaliyetler devlete karşı bir suç olarak değerlendirilip tüm muhalif kesimlere yönelik bir cadı avına dönüşebilir. Böylesi soyut kavramlarla Türk Ceza Kanunu’nda suç tanımı yapılması ve casusluk olarak değerlendirilmesi gazetecilerden sivil toplum kuruluşlarına, akademisyenlerden kendini muhalif olarak konumlandıran tüm kişi ve kurumları hapis cezasıyla tehdit ediyor.

Böylesi bir perspektifin ne gibi durumlarla sonuçlanabileceğinin en bariz örneğini İran’ın molla rejimine bakarak görmek mümkün.

İran İslami Ceza Kanunu’nun 500. Maddesi “Düzene karşı faaliyet” suçunu şu şekilde tanımlıyor: “İran İslam Cumhuriyeti düzeninin aleyhine, rejime karşı olan kurum, grup ve kişilerin lehine yapılacak olan her türlü faaliyet 3 ay ile 1 yıl hapisle cezalandırılır.” Yine İslami Ceza Kanunu’nun 610. Maddesi “Ulusal güvenliğe karşı gizli anlaşmalar ve toplanmalar” tanımıyla devlet aleyhine yapılan demokratik hak temelli toplanmalar dahi suç olarak görülüyor.

Öte taraftan yine İslami Ceza Kanunu’nun 698. Maddesi “Yalan bilgi yayarak kamuoyunu negatif olarak etkilemek” tanımı ile devlet erkânına yönelik her nevi eleştiri ve faaliyet suç olarak tanımlanıyor. En ağırı yine İslami Ceza Kanunu’nunda tanımlanan İfsad Fil-arz (yeryüzünde fesat yaymak) ve Muharebe (Allah ve Resulüne karşı savaş) maddeleridir ve bu maddelere istinaden rejim muhaliflerine idam cezaları veriliyor. Yine İslami Ceza Kanunu’nun 508. Maddesinde “İran İslam Cumhuriyetine karşı düşman ülkelerle işbirliği” gibi 10 yıl hapis cezası öngören bir suç tanımı var.

İran rejimi böylesi pek çok “yasal mevzuatı” dayanak yaparak toplumun temel hak ve özgürlük talebinin önüne geçiyor, ağır bir sansür ve otosansür oluşturuyor, kendi aleyhine yapılan demokratik hak talepli toplumsal eylemleri Allah ve Resulüne açılan savaş olarak değerlendirip ajanlık faaliyeti olarak görerek ağır hapis cezaları, sürgün, tehdit, şiddet ve idam infazlarının altına imza atıyor.

Görüleceği üzere; bu tip yasal düzenlemelerin nihai amacı toplumu tüm unsurlarıyla birlikte baskı altına almak, yargı sopası ve hapis tehdidiyle kendi iktidarlarının devamı için toplumu suskunluk sarmalına sürüklemek, her türlü itiraz ve eleştiriyi bastırmak, ajanlık ve casusluk ithamı sopasıyla yapılacak olan her türlü muhalif faaliyetin önünün almaktır. Topluma “yasal tahdit” uygulamak totaliter, otoriter ve dikta rejimlerinin başvurduğu yöntemlerdir.

9. Yargı Paketi taslağındaki bir diğer madde ise Anayasa Mahkemesi kararına rağmen kadınların evlendikten sonra kızlık soyadlarını kullanmalarının önüne geçiyor. Bu durum Türkiye’yi özgürlükler bağlamında İran’dan bile geriye düşürüyor çünkü molla rejiminde bile kadınlar kendi kızlık soyadlarını evlendikten sonra değiştirmek zorunda değiller ve aynı şekilde kullanmaya devam etmeleri için bir engel yok.

Bu yasak kadınları eşlerinin boyunduruğu altına almaktan, özgürlüklerini kısıtlamaktan, kişiliklerini ve iradelerini örselemekten ve eril dayatmadan başka bir şey değil. Hiçbir kadın evlendikten sonra eşinin soyadını taşıma zorunda olmamalı ve bu tercih kadınların kendi özgür iradelerine bırakılmalı.

“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları” gibi tamamen soyut, yoruma açık, hukuku siyasetin sopası haline getiren yasal mevzuatla kurulmak istenen düzenin amacı gayet açıktır; tüm muhalefeti sınırlamak, baskılamak, eleştiri ve itiraz kültürünü baltalamak, temel hak ve özgürlüklere çökmek, siyasi iktidara muhalif her türlü faaliyeti önlemek, özgür ve bağımsız bireyleri sırf muhalif oldukları için “etki ajanı” ve “casus” olarak yaftalayarak boyunduruk altına almak, kendi inanç ve ideolojik perspektiflerini tüm toplum kesimlerine dayatmanın “yasal kılıfını” oluşturmaktır.

Otoriter ve totaliter iktidarlar zayıfladıkça, oy ve güç kaybettikçe topluma yönelik baskılarını ve tahakkümlerini arttırma yoluna giderler. Son tahlilde; her birey kendisinin ve diğer bireylerin özgürlüğünü savunmak için böylesi yasal mevzuata karşı yüksek sesle itiraz etmelidir çünkü tıpkı İran’da görüleceği gibi eğer özgürlük bir kez kaybedilirse bir daha geri almak çok zor olacak…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz