Sosyal sürdürülebilirlik ve dahil ettiklerimiz…

0
341

Bir yandan ekonomik bir yandan da sosyal olarak hem ülkece hem dünyaca zor günlerden geçiyoruz. İşin sağlık boyutu ile beraber ekonomik yönü de hayatımızı oldukça meşgul ediyor. Diğer taraftan süreçle birlikte büyüyen sosyal sorunlar da giderek gün yüzüne çıkıyor. Bu sorunlar bireysel alanlarda yaşansa da toplumsal olarak hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü sosyal refah bireylerin tekil refahlarının toplamı ile oluşur ve sosyal refah hepimiz refaha kavuşmadan tam olarak gerçekleşmez. Sosyal refahın ötekileştirmeyle, bizle, sizle bir yere varmayacağı da aşikâr. Dahil ettikçe büyüyeceğimizi, huzuru bulacağımızı anlamak zorundayız. Bugün dahil etmediğimiz her birey yarın bizim ya da çocuklarımızın karşısına derin bir sorun olarak çıkacak. Sosyal olarak refaha kavuşmamız hariç tuttuklarımızı dahil etmeden gerçekleşmeyecek.

Sosyal refahımızı gerçekleştirmek ve devamını sağlamak için kullandığımız kavram ise sosyal sürdürülebilirlik.

Sürdürülebilirlik, insanoğlu olarak faaliyetlerimizi gerçekleştirirken, bu faaliyetleri gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzun farkında olarak gerçekleştirmemiz anlamına gelir. Günümüzü yaşarken çocuklarımızın geleceğini de düşünme sorumluluğunu ifade eder. Sorumluluğumuz üç ana başlık altında toplanır: ekonomik, sosyal ve çevresel sorumluluk. Bu nedenle sürdürülebilirlik bu üç boyuta sahiptir. Ekonomik olarak insan ihtiyaçlarını karşılamak, sosyal adaleti sağlamak ve çevresel sınırlılıklara saygı göstermek sürdürülebilirlik yaklaşımının temelini oluşturur.

Sosyal sürdürülebilirlik refahın adil paylaşımından sağlık ve eğitim hizmetlerine herkesin erişmesine, toplumsal cinsiyet eşitliğinden yeterli sosyal hizmetlerin sağlanmasına kadar pek çok konuyu içine alır. Sosyal refahı olan ve bunu sürdüren toplumların nasıl bir ekonomik duruma ve çevresel hassasiyete sahip olduklarını hepimiz biliyoruz. Danimarka girişimciler için bir unicorn cenneti, Norveç dünyanın en fazla temiz enerjisini kullanan ülke, İzlanda dünyada toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bir numara… Bu başarı tek başında kamu yönetimine ait değil, bu gelişmişlik özel sektör katılımı olmadan yapılamaz. Ancak kurumların var olma nedeni iyilik yapmak değil para kazanmak. Bir kurumu insan gibi değerlendirmek yanlış ama sosyal gelişmişlik için de katkıları lazım. Öncelikle bu ikilemi çözmek, durumu kazan-kazan olan bir hale getirmek lazım.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının da tam olarak buradan yola çıkan “kapsayıcı iş modelleri- inclusive markets” başlığı altında faaliyetleri vardır. İş dünyasına, dezavantajlı gruplarla yapılan iş faaliyetlerinin nasıl kazan-kazan olduğunu anlatır. Kurum hem çevresine sosyal fayda hem de kurum dahil tüm taraflara ekonomik sürdürülebilirlik sağlar. Kâr amacı ile var olan şirkette kazanır, toplumda.  Bugün kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetleri de aslında tam olarak bunun için yapılır, ya da öyle olduğunu varsayıyorum. Kurum sosyal faaliyet için elbet kaynak harcar ama bu sürekli kurumun sponsor gibi cebinden para çıkmayacağı bir sisteme bir nokta da ulaşmayı amaçlar. Kurum sosyal faaliyet için bir noktada bütçe ayırmayacağı ya da daha az ayıracağı için dezavantajlı gruplar yapılan çalışmalarda kalıcı olur, sürdürülebilir olur. Ve kurumlar ne kadar çok dezavantajlı gruba değerse o kadar insan da “dahil edilenler” arasında olur.

Bu açıdan bakıldığında kurumsal sosyal sorumluluk ve sosyal sürdürülebilirlik, bir felaket ardından bağışlanan ürünlerden, bir reklam kampanyasıyla duyurulan hayırseverlik kampanyalardan farklı bir vizyonu gerektiriyor. Onları yapmayalım demiyorum, tabii ki herkes gücü yettiğince yardımlar yapsın ama esas hedefimizin bunların ötesinde olması gerektiğini düşünüyorum. Devamlılığı olan, kurumu ekonomik olarak çok yormayan, nicelden çok niteliği olan sosyal faaliyetler… Bu tip çalışmalara ihtiyaç var. Elbet kurum açısından ilk aşamada bütçeli, insana değdiği için riskli ama doğru kurgulandığında gerçekten kazan-kazan bir durum yaratabilecek projeler lazım. Kurumsal iletişimin iş geliştirme departmanı ile birlikte yaptığı, kısa vadede yatırım gerektirse de uzun vadede hem toplumsal fayda hem de ekonomik bağımsızlık yaratarak sosyal sürdürülebilirlik sağladığımız, bireyin hayatını direk iyileştirebilen projelerden bahsediyorum. Hatta öyle projeler ki ilk aşamada belki reklam kampanyası yapmak için erken, sosyal katılımcı rakamları raporlarda belki düşük ama değdiği bireyin hayatında büyük ve gerçek etki yapacak olanlardan bahsediyorum. Fırsat eşitliği yaratan, dezavantajlı gruba ekonomik katkı yapan, kültürel mirasımıza uzun dönemde yaşam katacak, değişen hayata kalifiye yetenek kazandıran, sivil toplumda fark yaratacak çalışmalardan bahsediyorum.

Tüm bunlara başladıysanız harika. O zaman başka bir sorum olacak: Yönetim kurulunda hangi sivil toplum kuruluşlarının temsilcisi var? Ya da eriştiğiniz bu toplumdan kimlerle beraber yol alıyorsunuz? Eğer bu soruya cevabınız yoksa projenizin başarılı olması durumu şimdiden bir parça düştü. Halbuki herkes için ne kadar iyi olacaktı, yola çıkacağınız grubun-konunun bilenleri danışmak için aranızda olsa, boşuna kaynaklarımızı fazladan kullanmamış olurdunuz, riskiniz küçülürdü.

Projemizin dahil olduğu gruptan sivil katılım önemli mi? Bence hayati. Çalışmaya sivil katılımı “dahil ederek” başlamış olmak hem niyetinizi doğru aktarır hem de konuyu sizden iyi bilenlerden danışmış olmak riskinizi azaltır. Böylece ne para ne zaman boşa gitmemiş olur. Boşa harcanan her kaynak da aslında hepimizin. Ekonomik varlığımızı hatta yaşamımızı sürdürmek istiyorsak hem çevresel hem sosyal boyutları ciddiye almalıyız, tüm kaynaklarımızı akıllı kullanmalıyız. Hatta tedbir almaktan fazlasını yapmalı ve sosyal verimlilik, sosyal refah, katılım, erişim … kavramlarına sahip çıkmalıyız.

2050 yılında yaklaşık 10 Milyarlık bir Dünya, öncesinde de 2040’ta 100 Milyonluk bir Türkiye bizi bekliyor. Hepimizin geleceği ekonomik kalkınmaya, sosyal sürdürülebilirliğe ve yaşanabilir bir doğaya bağlı. Kafalarımızı gömdüğümüz kumdan çıkaralım, elimizi taşın altına çok geçmeden koyalım. Dahil ettikçe büyüyeceğimizi ve sosyal olarak sürdürülebilir olduğumuz oranda refaha çıkacağımızı unutmayalım.

Sağlıcakla kalın.