Antropolog Claude Levi-Strauss’un Hepimiz Yamyamız kitabı “Noel Baba’nın Çilesi” yazısıyla başlar. Fransa’da 1951 Noel kutlamaları Noel Baba tartışmalarına sahne olur. Kilise Noel Yortusu’nun endişe verici biçimde paganlaştırıldığını ve bu anmanın Hıristiyanların gözünde ifade ettiği derin anlamdan uzaklaşarak dinsel değeri olmayan bir efsaneye dönüştüğüne dair açıklamalarda bulunur. Bir pazar günü kilise okullarından gelen çocukların eşliğinde Noel Baba kuklası yakılır. France-Soir gazetesi 24 Aralık’ta haberi şöyle duyurur:
“Noel Baba Dijon Katedrali’nin Çıkışında Kilise Okullarından gelen çocukların Önünde Yakıldı“
Kamuoyu ikiye bölünür ve büyük tartışmalar çıkar. Levi-Strauss yazının devamında Noel Baba figürünün köklerini ve tarihsel evrimini inceler; arkaik özelliklerinin çokluğuna rağmen modern bir figür olduğunu söyler. Ona göre tarihte dalgalanmalar geçirmiş bir ritüelle karşı karşıyayızdır. Doruğa çıkıp dibe vurduğu dönemler olmuştur. Noel Baba’nın Amerikan biçimli en son hali ise modern bir karakterdir. Kimileri için kapitalizmin dayattığı alışveriş çılgınlığının sembolüdür. Bazıları ise onu çocukları eğlendiren zararsız bir masal karakteri olarak görür. Ya da Fransa’da yaşanan tartışma gibi daha ciddi dinsel tartışmalara konu olur.
Ben Noel Baba’nın kökeni ve tarihine değinmeyeceğim. Bu konuya dair çok fazla teori var ve gerek pagan gerekse Hıristiyan unsurlar onda karışmıştır. Benim dikkatimi en çok Noel Baba’nın evlere giriş şekli çekiyor. Noel Baba neden kapıyı kullanmayıp bacadan giriyor ya da hediyelerini bacadan gönderiyor? Mitoloji kitabı yazmış bir yazar olarak ritüellere ve inançlara aşinayım. Birçok kültürün bacaya birtakım doğaüstü güçler yüklediğini biliyorum. Bu sebeple Noel Baba’nın iletişim aracı olarak bacayı kullanması bende bazı çağrışımlar uyandırıyor. Eski inançları, törenleri ve bazı simgeleri hatırlatıyor.
Evde ateşin bulunduğu ocak geçmişte kutsal bir yerdi ve bugün hâlâ bazı halklar evin bu köşesine saygıyla yaklaşmaya devam ederler. Ocak ateşi tanrıların ve ruhların mekanıdır. Kimi toplumlarda ona “ateş ana” ya da “ateş baba” denilir. Ateşe tükürmek, çöp atmak, önünde küfür etmek tabudur. Dumanın gökyüzüne süzüldüğü baca da bu nedenle büyülü bir alan olarak görülmüştür. Rus folklorunda bacanın “öteki aleme” açıldığına inanılır. Mitolojik düşünme biçimi şiirsel ve simgeseldir, baca sıradan bir açıklık değildir, ona çeşitli sembolik anlamlar yükler.
Mitolojide evrenin üç katmanlı olduğu kabul edilir: Üst Dünya, Orta Dünya ve Alt Dünya. Dalları gökyüzüne kadar uzanan Dünya Ağacı bu üç katlı dünyayı birbirine bağlar. Kozmos ile ev arasında bir özdeşlik kurulur ve evren bir çadıra benzetilir. Dünya Ağacının bu çadırı desteklediğine inanılır; ev sadece ev değildir, mikrokozmos olarak kabul edilir. Evin içindeki köşeler ve yönler inanç sistemiyle uyumludur. Avrupalı misyonerler ve devlet görevlileri Amerikan yerlilerinin köy yerleşimlerinin rastgele olmadığını, belli bir mitolojik sisteme göre düzenlendiğini fark etmişlerdi. Bu ev ve köy düzenini bozup yerlilerin toplumsal olarak dağılmasını sağladılar. Arktik, Kuzey Amerika ve Kuzey Asya’nın yerli halklarında evin/çadırın ortasındaki direk Dünya Ağacını temsil eder. Şamanlar ritüel sırasında tepesi çadırın duman deliğinden çıkarılan ağaca tırmanırlar. Rus araştırmacılarının derlemelerinde Altay şamanının ritüel sırasında ağacı ve baca deliğini nasıl kullandığı anlatılır: İlk akşam tören sırasında bir yurt kurulur. Yurdun orta direği kayın ağacındandır ve gövdesine dokuz basamak oyulmuştur. Ağacın üst kısmı yurdun baca deliğinden çıkarılır. Şaman transa geçtikten sonra kayının gövdesindeki çentikleri kullanarak göğe yükselmeye başlar. Bu yükselme hareketini teatral bir şekilde seyircilere gösterir. Her bir basamak göğün bir katını temsil eder. Üçüncü katı geçince mevcut yardımcı ruhu yorulduğu için kazı çağırır. Göğe yükselişi sırasında şaman bazen mola verir. Ulaştığı son katta tanrıya ulaşır. Ondan çeşitli bilgiler alır.
İnsan, ilahlarla iletişimde bulunabileceği bir merkez aradı tarih boyunca. Toprak ananın rahmine inen mağara, göğe yükselen heybetli bir ağaç, yeraltından fışkıran bir kaynak gibi yerler ilahi iletişim için uygun noktalar olarak kabul edildi. Böylesi merkezler uzamda bir kırılma yaratır; tanrılar, ruhlar, periler ve canavarlar ölümlü insanlarla iletişime geçer. Evin tepesindeki baca açıklığı da bu iletişim için ideal bir delik olarak kabul edildi. Evin tepesindeki bacanın gözü göğe bakar. Orası tanrıların mekanıdır. Nietzsche’nin dediği gibi, ayağı hafif olanda tanrısal bir şeyler vardır:
“İyi hafiftir. Tanrısal olan her şey narin ayaklar üzerinde tüy gibi adımlarla yürür.”
“Ayağı hafif olmak, tanrısallığın en birinci ayırt edici özelliğidir.”
Homo sapiens’in yüz binlerce yıllık tarihini düşünürsek, uçakla gökyüzünde seyahat etmemiz çok yeni bir macera. Atalarımız için orası ulaşılmaz bir yerdi. Rüyalarda ve mitlerde yükselebildiler ancak. Maorilerin en büyük tanrısı Iho’nun adı “yukarıdaki” anlamına gelir. Yorubaların gök tanrısı Olorun’un adı “göğün sahibi” mânâsına gelir. Bazı milletlerin dilinde “tanrı” ve “zenginlik/bereket” sözcükleri aynı kökü paylaşır. Bir tanrı iyi günündeyse insanlara zenginlik bahşeder. Antik Mezopotamya’nın gök gözlemcileri binlerce yıl boyunca gökyüzündeki yıldızları incelediler. Tanrısal mesajlar aradılar. Yıldızlara bakıp hükümdara gelecek yılın nasıl olacağına dair kehanetlerde bulundular. İskandinav mitolojisinde gökkuşağı tanrıların köprüsü olarak görüldü; tanrılar orta dünyada yaşayan fanilerin arasına gökkuşağının üzerinden yürüyerek karıştılar. Amerikan yerlileri kutsal çubuk ritüeli sırasında yaktıkları pipodan çıkan dumanla gök ilahlarıyla iletişime geçtiklerine inanırlar. Göğe yükselen dumanlar iki alemi birleştirir. Bugün dilimizde hâlâ “talih kuşu” diye bir tabir vardır. Göğe doğru uçan kuşlar tanrıların elçisidirler ve zenginlik vadeden şans oyunlarının simgesi olmuşlardır.
Noel Baba da hediyelerini dumanın tüttüğü bacadan getirir. O göksel bir karakterdir. Bir talih kuşu gibi bacaya konar ve sene boyunca uslu duran çocuklara hediyeler getirir. Efsaneye göre Noel Baba Grönland’da yaşamaktadır. Hatta tüm dünyadan gelen mektuplara cevap verebilmek için Danimarka’da özel bir posta bürosu kurulmuştur. Kargo firmaları gibi kapıyı çalmaz veya “sizi evde bulamadık” demez. Onun hizmeti kusursuzdur. Ölümlü fanilere kendini sık sık göstermez. İnsanlar gece mışıl mışıl uyurken hediyelerini sessizce dağıtır. Gece yarısı ne de olsa büyücülüğün, sihrin, mitlerin zamanıdır. Sabah uyanan insanlar şömineye asılmış çorapların içinden hediyelerini alırlar. Kutsal bayramlarda tanrılara dua edip bereket ve refah dileklerini ileten Neolitik köylülere benzer şekilde çocuklar da ona mektup yazıp hediyeler ister.
Hediyelerle yüklü uçan arabasını havada göksel geyikler çeker. Çin kültüründe geyik zenginliği simgeler. Sibirya halklarından Samoyedlerin bir hikâyesinde doğaüstü bir kadın geyikler doğurur ve bu geyiklerin insana her türlü işinde yardımcı olacağı anlatılır. Şamanların ritüel sırasında giydikleri kıyafetlerde geyik sembolleri vardır ve bu geyikler şamanın yardımcı hayvan ruhlarıdırlar. Şamanın başına taktığı taçtaki boynuzlar geyik boynuzudur ve göksel geyikleri simgeler. Şamanın göğe “uçuşuna” yardım eden mitik varlıklardır. Geleneksel düşüncede zenginlikle ve yardımla özdeşleştirilmiş geyik, Noel Baba’nın da yardımcısıdır ve insanlara hediye dağıtılmasında yardımcı olur.
Kutsal ev ateşinin uzantısı baca sadece tanrıların ve Noel Baba’nın değil, çeşitli ruhların, canavarların ve cadıların da meskenidir. Avrupa ve Asya’daki çok yaygın bir inanca göre, ölünün ruhu bacadan veya damdan çıkar. Fani bedende kurtulan ruhun ontolojik olarak yüksek bir seviyeye geçip uçabildiğine inanılır. Kimi kabilelerde ölen ataların ruhları zamanla tanrılaşır. Slav folklorunda ejderhalar, şeytanlar ve cadılar bacadan girer. Fırtına yaklaştığında şeytanların ve diğer kötü ruhların bacaya saklanmaması için baca kapakları sıkıca kapatılır. Avrupa’daki cadı avı çılgınlığı sırasında vücutlarına uçuş kremi süren cadıların bacadan uçup çıkabildiklerine inanılıyordu. Birçok kilise otoritesi bu inancı şiddetle eleştiriyordu, çünkü uçabilmede tanrısal bir şey vardır ve bu yeteneği cadılara atfetmek küfürdür.
Noel Baba, ruh, canavar ya da cadı… Hepsinde ortak bir özellik var: Yerçekimini yenip uçabiliyorlar. Üst dünyaya açılan baca, metafizik canlıların yuvası olarak görülmüş hep. Sıradan insanlar kapıyı kullanırken onlar gökten geliyorlar. Noel Baba efsanesindeki göksel geyikler, uçma ve baca bu nedenle ilgi çekicidir. Bunlar dinler tarihi ve ritüellerde yerleri olan simgelerdir. Noel Baba’da bu sembollerin olması bilinçli bir tercih mi yoksa tesadüf müydü hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Mircea Eliade simgenin yapısının tamamen yok edilemeyeceğini söyler:
“Tarih arkaik bir simgeselliğin yapısını kökten değiştirmeyi başaramaz. Tarih sürekli olarak yeni anlamlar ekler, ama bu anlamlar simgenin yapısını yok etmez.”
Eliade ile aynı fikirdeyim ve simgelerin kolay kolay silinemeyeceğine inanıyorum. İnsanlar Noel Baba figürünü yaratırken belki de farkında olmadan bilinçaltlarında yaşayan çok kadim inançları ve simgeleri kullanmışlardı.
Kaynakça
Akın, H. (2011). Ortaçağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı. Ankara: Phoenix Yayınevi.
Beydiz, M. G. (2016). Mitolojiden Sanata Hayvan İmgesi. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Çoruhlu, Y. (2015). Türk Mitolojisinin Ana Hatları. İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Eliade, M. (2017). Kutsal ve Kutsal-Dışı. Çev. Ali Berktay. İstanbul: Alfa Yayınları.
Hoppal, M. (2014). Avrasya’da Şamanlar. Çev. Bülent Bayram – H. Şevket Çağatay Çapraz. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Mengue, P. (2018). Yürümek, Koşmak, Yüzmek. Çev. Orçun Türkay. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Öksüz, G. (2014). Rus Mitolojisi. İstanbul: Çeviribilim Yayınları.
Levi-Strauss, C. (2014). Hepimiz Yamyamız. Çev. Haldun Bayrı. İstanbul: Metis Yayınları.
Bana göre, Noel Baba’nın bacadan girişi, hikayeyi çocuklar için daha çekici ve eğlenceli kılmak amacıyla tasarlanmış olabilir. Kapıdan girişin sıradanlığına karşın, bacadan giriş hikayeye gizemli ve fantastik bir boyut katıyor. Tabii bana göresi 🙂
kaynaklarla desteklenmiş enfes bir yazı okuduk kaleminize sağlık.
Ayağı hafif olmak, gökyüzünde dolaşma hakkında sahip olmak, cennete yükselmek iyilerin hakkı olarak görülmekte. Yüreğe de mantıklı geliyor. Peki bu durumda ticari uçuşlarda yolcu statüsünde olan binlerce Art niyetli insanlar ve savaş pilotlarının varlığı bu kutsal dengeyi bozuyor olabilir mi.?