“I drove a ’61 Ford station wagon:
six in a row for more go and three on the tree
(if you don’t know, ask your dad).”
The Bazaar of Bad Dreams / Stephen King
Stephan King “The Bazaar of Bad Dreams” kitabının bir yerinde “61 Model bir Ford Station kullanmıştım, daha fazla gidebilmek için altı sıralı ve üç ağaçta.(Eğer bilmiyorsanız babanıza sorun)” diye bir cümle kullanır. “Altı sıralı” V motorlardan önce sıralı, daha efektif motorlara verilen addır ve “üç ağaçta” ise koldan 3 ileri vitesin tanımlamasıdır. “Baby Boomer”lardan başlayarak hemen hemen tüm Amerikalının bir “Station Wagon” ile mutlaka bir anısı, hikayesi vardır.
Başta Amerikan otomobilleri olmak üzere hemen hemen tüm otomobillerin “Station Wagon” modellerini her zaman sevmişimdir. Yeni jenerasyon gençler için “libido öldürücü” bir görüntüsü ve algısı olsa da özellikle uzun yollarda 70’li yılların altı veya sekiz silindirli, uzun ve geniş, tekne gibi bir Amerikan’la yolculuk her zaman muhteşem keyifli olmuştur. Benim yaşlarımda otomobille ilişkili hemen hemen hiç kimse 1984 model, suni yan ahşap kaplamalarıyla bir Chevrolet Caprice Classic’e asla kayıtsız kalamaz.
İkinci Dünya Savaşı sonrası kuşak olan “Baby Boomer”ların (ve daha sonrasında onların çocukları “X Kuşağı” olarak adlandırılan ardıllarının) genişleyen otoyol ağlarıyla birlikte Amerika’daki pratik otomobil ihtiyaçlarının tam karşılığıydı “Station Wagon”lar. Uzun yıllar modern, orta sınıf aileyi tanımladılar. Amerikalı ailelerin “yaz tatili” konsepti, gençlerin nefret objesi, evlenen gençlerin çocuk yapmalarıyla birlikte orta yaş ebeveynliğine geçiş töreninin önemli bir simgesiydiler. Yağmurlu havalarda annenin komşu çocuklarıyla birlikte çocuklarını okula götürebileceği, babanın hafta sonu evin tadilatı için nalburdan aldığı panelleri rahat taşıyabileceği, hafta sonları arkadaşlarıyla kulübe gidebileceği, bir çok ihtiyaca cevap verebilen bir “aile” otomobili…
Bir çok kişinin kalbinde ve hatıralarında olumlu veya olumsuz özel bir yere sahip olan uzun şasileri, iki veya üç sıra koltuklarıyla bilinen “Station Wagon”ların kökleri 20.yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır. Amerika’daki tarihsel gelişimi tren yolları ve tren taşımacılığı ile paralel bir seyir gösterir. 1800’lü yılların başından ortalarına kadar geçen süreçte Amerika’nın tüm şehirlerini birbirine bağlayan tren yolu ağları büyük bir seyahat özgürlüğü yaratırken aynı zamanda otelcilik sektörünün de büyümesine yol açtı. İlk “Station Wagon”lar ise bu paralel büyümenin bir parçası olarak ortaya çıktılar. “Depot Hacks” adı verilen, çok sayıda yolcu ve büyük bavullarını tren istasyonlarından otellere, otellerden tren istasyonlarına taşıyan uzun “shuttle” servis araçlarıydı. (Bu araçlar aynı sıralarda Avrupa’da da belli bir kesim arasında çok popülerdi ve bir çok mülke sahip aristokratların peruk ve bavullarını teknelerine, ahırlarına, yazlık/kışlık evlerine, taşımak için, av seyahatlerinde kullanılıyorlardı. Avrupa ve İngiltere’de “Wagon”, “Break veya Brake”, “Shooting Break/Brake”, “Estate” olarak adlandırıldılar. “Estate” halen Mercedes gibi Avrupa otomobillerinde ve İngiltere’de “Station Wagon” yerine kullanılmaktadır.)
Bir çok yerinde gerçek ahşap kaplama kullanıldığı için “Woodie” adı verilen bu araçlar özel yapım oldukları için oldukça pahalıydılar ve ahşap bakımları da oldukça masraflıydı, 1950’li yıllara kadar işlevsel olarak kullanılsalar da henüz seri üretime geçmemişlerdi.
‘Station Wagon’ teriminin genel olarak ‘depot hacks’ yerine ne zaman geçtiği tam olarak bilinmemekle birlikte Pontiac’ın 1937 model ilk “Station Wagon”u Deluxe Six serisinin model numarası ‘STAWAG’dı.”Depot Hacks”ten “Station Wagon”a geçişte iki önemli kilometre taşı öne çıkmaktadır. Birincisi 1938’de Dodge/Plymouth, ticari bir kamyondan ziyade otomobil olarak sınıflandırılan ilk “Station Wagon” olan P6 Westchester Suburban’ı piyasaya sürmesi, ikincisi ise 1941’de Chrysler’ın dört kapılı sedanı temel alan (ayrı bir gövde üzerine inşa edilmek yerine) Town & Country Station Wagon’u tanıtmasıdır.
1950 yılında Buick Roadmaster, 18 feet uzunluğu, 6 kişilik oturma kapasitesi, dolap kapağı şeklinde bagaj kapısı, 5,2 litre düz sıralı 8 silindirli motoruyla türünün ilk örneklerinden olacaktı. Ford’un “Country Squire” ismini verdiği ve kırk yıl boyunca bu ismi kullandığı “Station Wagon”ları ise on yolcu kapasitesine sahipti ve “büyülü kapı” adını verdiği sağdan sola ve ayın zamanda yukarıdan aşağıya doğru açılabilen, 70’li yılların sonuna dek kullandığı özel bir bagaj kapısı gibi özellikler sunarak kendisine “Wagonmaster” unvanını layık görecekti. Dış cephesinde gerçek ahşap kullanan son araç, 1953 Buick Roadmaster Estate Wagon’du. Woodie görünümü, 1990’lı yıllara kadar birçok (genellikle lüks) modelde bulunan simüle edilmiş ahşap panellerle hayatta kalacaktı. 50’li yıllar otomobil üreticileri için saf benzersiz otomobiller üretmenin altın yıllarıydı. Keyifli model arayışlarından, tasarımlarda ve teknolojilerde yeniliklerden korkulmadığı bir dönemdi. (Bagajdaki kapakların kaldırılarak altından çıkan katlanan koltuklar gibi) Bu nedenle bu yılların “Station Wagon”ları da hala koleksiyonerler için nadir parçaları oluşturmaktadır.
60’lı yıllar otomobil sektörü için “Muscle Car”lar, daha uzun, daha alçak, daha geniş daha fazla güç anlamına gelmekteydi. “Station Wagon” segmenti de bundan nasibini aldı kompakt Ford Falcon ve Cornet’ler, Chrysler Valiant, Chevrolet Corvair ve Chevy II gibi. Ardından orta boy model olan Ford Fairlane, Chevrolet Chevelle gibi modeller geldi. Chrysler’in yeni çıkardığı New Yorker Town and Country Wagon modeli 5 metreyi aşan uzunluğu, 350 beygir üreten 6.8 litrelik V8 motoruyla o zamanın en prestijli araçlarından biri haline gelecekti. Aynı yıllarda Efsanevi Chevrolet Caprice Classic 2 ve 4 kapılı, otomatik klima sistemi, arkaya dönük çocuk koltuklarıyla bu segmentte iddiasını ortaya koyuyordu. (Ters yolculuk ettikleri için muhtemelen o dönemin çocukları için araba tutması kronik bir travma haline gelmiştir.) Bu yıllarda sonsuz döşeme listesi alternatifleri gibi opsiyonlar sunulurken krom, abartılı kanatlar yavaş yavaş ortadan kalktılar, daha iyi frenler, süspansiyonlar, güvenilirlik ve işlevsellik ön plana çıkmaya başladı.
60’lı yılların sonu ve 70’lerin başı Amerika’da “Station Wagon”ların altın çağıydı. 62 farklı modelle otomobil satışlarının yüzde on yedi gibi büyük bir hacmini oluşturmaktaydılar. (On yıl içerisinde yüzde üçten yüzde on yediye…) Ancak “Station Wagon”ların kaderini değiştirecek olan büyük bir değişim kapıdaydı. 1973’deki petrol kriziyle birlikte yeni emisyon standartlarına uyum sağlama çabası bir zamanların bu güçlü, ağır, dev motorların ve şasilerin küçülmesine yol açacaktı. “Pick Up” kamyonetler iş aracı sayıldığından kısmen de olsa bir muafiyetleri vardı ve daha güçlü araç isteyenler bu tip araçlara yönelmeye başladılar ve Minivanlar/SUV’lar alternatif oluşturmaya başladılar.
80’li yıllarda ailelerinin “Station Wagon”larıyla büyüyen “Baby Boomer” kuşağı artık ebeveyn olmaya başlamıştı ve çocukluklarında nefret ettikleri “anne otomobili” olan “Station Wagon”lara alternatif bir aile aracı arayışı içindeydiler. “Station Wagon”lar artık sahneyi Minivan’lara bırakmaya başlayacaktı. 80’li yıllar aynı zamanda önden çekişli otomobillerin ağırlığının piyasayı domine ettiği yıllar olacaktı. Bir diğer önemli nokta da ithal Avrupa “Station Wagon” otomobillerinin büyük ve orta segment Amerikan “Station Wagon”larının yerini almaya başlamasıydı. Minivan’ların ardından ise SUV’lar ve “Crossover”lar bu boşluğu dolduracaktı. Amerikan piyasasında 80’li yıllara Volvo’nun 700 serisi “Station Wagon”ları damgasını vuracak, 90 ‘lı yıllarda ise Subaru Outback ve Volvo V70 Cross Country segmentin biraz da olsa yeniden canlanmasını sağlayacaktı. Dört tekerlekten çekiş popüler olmaya başladı ve SUV piyasasının kapısını araladı. 90’lı yılların son kayda değer “Station Wagon”ları ise Caprice Classic ve Buick Roadmaster’tı ancak onlar da birkaç yıl dayanabilecekti.
Amerikan “Station Wagon”lardan bahsederken 2005 yılında piyasaya sürülen 340 beygirlik Dodge Magmun ve 556 beygirlik Cadillac CTS-V’yi de atlamamak lazım. Bu iki canavar da maalesef SUV’ların piyasayı domine etmeleriyle birlikte silinmek zorunda kaldılar. Zaman içerisinde Minivan’lar da “anne otomobili” olacak ve yerlerini artık tamamen SUV’lara ve sportif “Station Wagon”lara bırakacaktı.
Türkiye’de “Station Wagon” araçların hemen hemen hiçbir zaman Amerika ve Avrupa’daki gibi tutulmamasının nedenleri arasında muhtemelen Tofaş Kartal ve Renault 12 SW’un uzun süre aile arabası olarak değil de iş aracı olarak kullanılmış olması yatmaktadır.(Zamanının Anadol SW’sini bundan farklı konumlamak mümkün) İkinci el piyasasında hızlı satılmaması ve değerinin düşmesini, Renault Kangoo, Ford Tourneo Connect, Volkswagen Caddy, Fiat Doblo gibi iş için daha ucuz/ekonomik, daha yüksek, daha hacimli hafif ticari alternatiflerinin olmasını, Türkiye’de aileyle tatil alışkanlıklarının, kamp kültürü vb farklı olmasını (Hafta sonu kendin pişir kendin ye mangal için Doblo yeterli), Avrupa ve Amerika’daki gibi “kendin yap” (Do it yourself) alışkanlıklarının olmamasını, ev tadilatlarının bireysel olarak yapılmamasını, hobi kültürünü (surf, golf, balık tutmak, model uçak, kano vb.), büyük şehirlerdeki park problemlerini, evcil hayvan besleme alışkanlıklarını, iş aracı gibi görüldüğünden prestijli sayılmamasını eklemek lazım. Avrupa’da ise Amerika ve Türkiye’den farklı olarak “Station Wagon”ların hala albenisi ve prestiji sürüyor. Küçükten büyüğe, işlevsel olanlardan yüksek performanslı araçlara kadar geniş bir yelpazede marka ve model bulmak mümkün. Sebepleri kültürel, sosyolojik olduğu kadar işlevsel ve lüks segmentte olmalarında da yatıyor. Alışveriş, Ikea gibi demonte ev eşyalarının taşınması, tatil alışkanlıkları, küçük de olsa taşıma işlerinin oldukça pahalı olması, binek otomobil rahatlığında olması gibi sebepler de saymak mümkün.
Park yeri sorunlarına ve “perdeci mi açtın?” gibi sorulara takılmayacaksanız “Station Wagon” gerek aile kullanımı gerekse bireysel kullanımlar için çok iyi bir seçenek. “Anne” otomobili harikadır…