Aslında her şey daha sonradan “Sir” unvanı alacak olan Alexander Arnold Constantine Issigonis’in 18 Kasım 1906 yılında şimdiki adı İzmir olan Osmanlı topraklarındaki bir liman kenti olan “Smyrna” da doğmasıyla başladı. Issigonis’in dedesi Demosthenis Issigonis 1830’lı yıllarda bir Yunan adası olan Paros’tan Smyrna’ya göç etmişti ve İzmir’de büyük bir makine fabrikası vardı. Babası Constantine başarılı ve zengin bir gemi mühendisiydi, anne tarafı ise Wurttember Krallığından geliyordu. Annesinin akrabalıkları sayesinde Issigonis BMW ve Volkswagen’in direktörü Bernd Pischetsrieder’in birinci dereceden kuzeniydi. Babası 1897 yılında Londra’da mühendislik okurken annesiyle birlikte İngiliz uyruğuna geçmişlerdi.
Eylül 1922 yılında Kurtuluş savaşıyla birlikte İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasından hemen önce Kraliyet Donanması tarafından ailecek Malta’ya tahliye edildiler. Kısa bir süre sonra babası öldü ve annesiyle birlikte 1923 yılında Birleşik Krallığa taşındılar. Issigonis, Londra’daki “Battersea Politeknik”te mühendislik okumaya başladı. Matematik sınavlarındaki başarısızlıkları nedeniyle mühendisliği “çalışılabilecek yaratıcılıktan en uzak konu” olarak tanımlayarak ayrıldı ve üniversite eğitimini tamamlamak için “University of London Worldwide”a girmeye karar verdi.
Dönemin tüm konjonktürel siyasal ve sosyal çalkantılarına rağmen Issigonis ailesi zengin ve refah içerisinde yaşıyordu. Bu sayede Issgonis bir yandan “Humber Limitet” için mühendis ve tasarımcı olarak çalışırken öte yandan en büyük hobisi olan otomobillerle yarışmayı sürdürebiliyordu. 1930 ve 40 yıllarda yarışlarda iyi dereceler ve büyük bir başarı elde etti. Yarıştığı “Super Charged” bir Ulster Austin Seven’a kendi tasarlayıp yaptığı aksamlarla dikkatleri çekti ve ve “Austin”e geçerek orada çalışmaya başladı. Austin’de çalışırken de yarışmaya devam etti ve otomobilini geliştirmeye devam etti. Yarışlardaki başarısı ve otomobiline yaptığı eklentilerle dikkatleri çekmeye devam ediyordu sonunda “Morris Motors Limited”e süspansiyon tasarımcısı olarak geçti. Bağımsız ön süspansiyon çalışmaları savaş yüzünden aksasa da savaş boyunca farklı projeler üzerinde çalışma imkanı buldu. Savaşın sonuna doğru ise, 1948’den 1971’e kadar üretilecek olan Mosquito kod adlı gelişmiş bir savaş sonrası otomobili olan “Morris Minor” üzerinde çalışma imkanı bulacaktı.1952 yılında Morris ve Austin birleşerek “British Motor Corporotion” kurulurken Alvis Cars’a geçecek ve alüminyum bir V8 motor ve bağımsız süspansiyon sistemleri üzerinde çalışmalarını sürdürecekti.
1955 yılının sonlarında İssigonis, BMC’nin başkanı Sir Leonard Lord tarafından, Longbridge’deki Austin fabrikasına üç farklı tasarımdan oluşan yeni bir model aile tasarlanması için geri alındı. XC (Experimental Car) kod adıyla büyük ve konforlu bir araba için XC/9001, orta büyüklükte bir aile arabası için XC/9002 ve küçük bir şehir arabası için XC/9003 projelerinden önce büyük olan iki otomobile yoğunlaştı ve test prototipleri oluşturdu.
Ancak 1956 yılının sonunda Süveyş Kanalı Krizi’nin getirdiği petrol sıkıntısı ve yakıt karneleri ardından her şey değişecekti…
Yakıt krizinin ardından Sir Leonard Lord tüm projelerin bir kenara bırakılarak en küçük model olan XC/9003 projesine odaklanılmasını ve en kısa sürede piyasaya sürülmesini istedi. İngiltere’de yakıtların karneye bağlanmasıyla “Micro Car” ve “Bubble Car” denilen, 3-4 tekerlekli, küçük motorlu ufak otomobil satışları patlamıştı. Sir Leonard Lord bu ithal otomobillerden nefret ediyor ve bunları piyasadan silecek derli toplu, otomobile benzeyen küçük, kullanışlı bir otomobil yapmayı istiyordu. 1957 yılında çizimler için projeye ADO15 kod adı verildi ve hummalı bir çalışma başlatıldı. Ağustos 1959’da otomobil Morris Mini Minor ve Austin Seven olarak piyasaya sürüldü, kısa bir süre sonra Austin Mini olarak ve sonraki yıllarda ise sadece Mini olarak tanınacaktı. Zaman baskısı nedeniyle Issigonis’in tasarladığı birbirine bağlı süspansiyon sistemi daha sonra Alex Moulton tarafından değiştirilecekti.
Mini 5,3 milyon adet üretimiyle tarihin en çok satan İngiliz otomobili ve 1960’lardan itibaren başta İngiliz daha sonra ise tüm dünyanın popüler kültür ikonu oldu. BMC ve Issigonis, Mini’nin yenilikçi tasarımı ve üretimi için Royal Automobile Club (RAC) tarafından Dewar Kupası ile ödüllendirildi. Önden çekişli ve yerden tasarruf sağlayan enine motoru sayesinde taban alanının %80’ni kullanım imkanı sağlayan yenilikçi tasarımlı, karterli şanzımanlı, 10 inç Dunlop jantlı ve olağanüstü alan verimliliğine sahip, dört koltuklu, iki kapılı, fastback, station wagon ve üstü açık modelleri (ayrıca pick-up, minibüs, cip tarzı Mini Moke) olan bu çığır açan tasarım, 2000 yılında hala üretiliyordu (Yalnızca İngiltere’de değil, Avustralya, İspanya, Belçika, İtalya / Innocenti Mini, Şili, Malta, Portekiz, Güney Afrika, Uruguay, Venezuela ve Yugoslavya’da da üretildi) ve 1960’ların başından beri üretilen N360, Nissan Cherry, Fiat 127 başta olmak üzere hemen hemen tüm küçük önden çekişli otomobiller için ilham kaynağı oldu. 1999 yılında Ford Model T’nin ardından Citroen DS ve Volkswagen Beetle’i geçerek 20. Yüzyılın en etkili ikinci otomobili seçildi.
Mini’nin iç tasarımı yolcu ve bagajların rahatlığı üzerine tasarlandığı için iç hacmi boyutlarına göre oldukça genişti. Sürgülü pencereler, tek cidarlı kapılar hem mesafeleri genişletiyor hem de maliyetleri düşürüyordu. Her kapıda ayrıca büyük saklama alanları planlandı. (Issigonis bir röportajında bu bölmeleri çok sevdiği “Dry Martini” için gerekli bir şişe Vermut ve iki şişe Gordon Gin alacak şekilde tasarladığını söyleyecekti.) Kapıların yanı sıra koltukların altları, arkaları da saklama alanları olarak planlandı. Hatta koltuk altlarına sığabilecek Mini’ye özel hasır saklama kutuları satışa çıktı. Koltuk ve bagaj menteşeleri yer kazanmak için dışarıya monte edildi. Ayrıca yurt dışına ithal edilecek ve yurt dışında montajı yapılacak otomobiller için kit mantığı ve kolay nakliye için panellerin düz yerleştirileceği “ikea” tarzı bir model geliştirildi. Mini’nin performans versiyonları olan Mini Cooper ve Cooper “S” bir takım modifiyelerle hem pist yarışlarında hem rallilerde bir çok başarıya imza attı. (1964, 65 ve 67 Monte Carlo Ralli birincilikleri gibi.)
Zaman içerisinde Austin Seven, Morris Mini-Minor, Austin Seven gibi farklı isimler alsa da o her zaman Mini olarak tanındı ve sevildi.1969 yılı yapımı ve başrolünde Michael Caine’nin rol aldığı “The Italian Job” filminde yer almalarıyla birlikte popülerlikleri daha da arttı. Fiat, yapımcılara film için istedikleri kadar arabayı ücretsiz teklif etmesine rağmen reddedildiler ve yönetmenler para ödemek zorunda kalsa bile filmde üç farklı Mini aracı -kırmızı, beyaz ve mavi- tercih ettiler. “The Italian Job”, Mini’nin ne kadar harika olduğunu gösterdi; Avrupa’nın dar sokaklarına sığabilir, uygun maliyetlidir, harika görünür, hızlı ve çeviktir, aynı zamanda çılgın bir kaçış sırasında 136 kg’lık külçe altını kolaylıkla taşıyabilir. Tamam, belki bu son kısmı yapamayabilir ama sonuçta bu bir film ve algı yaratmak üzerine kurulu. Dönemin popüler sanatçılarının, film yıldızlarını, şarkıcılarının da birer Mini sahibi olmasının bu algının oluşmasında payı büyüktü. Filmlerde, dizilerde, sanat galerilerinde, modada, müzikte, rap şarkılarında hep o vardı. Cooper S versiyonu ise İngiliz polis departmanı tarafından sıklıkla kullanılmaya başlandı. 60’lı yıllar yüzyıl pop kültürünün tanımlayıcı yıllarıydı. Savaş bitmişti ve değişim, özgürlük, çiçek gücü modaydı. Aynı zamanda muazzam bir teknolojik devinimim başladığı yıllardı, ilk oyun konsolları, uzun mesafeli telefon görüşmeleri, ilk ticari uydunun uzaya fırlatıldığı bilgi çağının başlangıcı…
Mini’nin icadı yeni on yıllık bir arzunun simgeleşmiş haliydi. Beatles’ın her üyesinin bir Mini’si vardı. Mini ayrıca mini etek modasına da ilham verecekti. Mini etek, Mary Quant tarafından yaratılan on yılın gençlik, isyan ve değişimin tanımlayıcı sembollerinden biriydi. Quant, ikonik tasarımının ve stil devriminin adının Mini’den geldiğini yıllar sonra itiraf edecekti. Ancak Quant, Mini’ye hayran olan moda dünyasındaki tek kadın değildi. 1969’da, İngiliz model Twiggy 19 yaşındaydı ve araba kullanmayı öğreniyordu ve tabii ki ilk arabası özel olarak yapılmış bir Mini’ydi.
70’li yıllar bilim kurgunun patladığı yıllardı. Mini, “The Bionic Woman” filmindeki rolüyle tanınan Amerikalı aktris Lindsay Wagner’in bugün hala referans verilen bir basın fotoğrafı için poz vermesiyle bilimkurgu folkloruna girdi. Bugün bile ikonik bir fotoğraf olarak bir çok yerde karşımıza çıkmakta. Michael Caine, 1971’de klasik İngiliz suç filmi “Get Carter”da Mini ile tekrar bir araya gelecekti; “The King Of Cool” lakaplı Amerikalı aktör Steve McQueen de 1970’lere kadar bir Mini’ye sahipti. McQueen bir gün “Hollywood Sports Cars”da Mini’yi gördüğünde arkadaşı Lee Brown’a: ‘Satın aldım. Git ve al, ben de dükkana gelirim ve onunla ne yapacağımıza karar veririz’.” diyecekti. Bugün McQueen’in Mini’sine sahip olan yakın arkadaşı Lee Brown “1960’larda, eğer bir Ferrari ve bir Mini Cooper’ınız yoksa, bir film yıldızı değildiniz” diyecekti. (Steve McQueen’in zaten bir Ferrari Lusso’su vardı) Mini bu yıllarda aynı zamanda bir trajedinin de merkezinde olacaktı; dönemin en önemli punk grubu T-Rex’in ünlü olan yıldız solisti Marc Bolan (en popüler şarkılarından birinde “yaşamak için çok güzel, ölmek için çok genç” diyordu.) alkol ve uyuşturucu rehabilitasyonundan çıktıktan sonra henüz 29 yaşındayken Mini’si ile bir ağaca çarparak hayatını kaybedecekti.
80’li yıllarda popüler kültürde Mini kan kaybetmeye başladı. Yeni kültürel kodlara göre artık eski kalıyordu. Yeni trend daha hızlı, güçlü ve maço arabalardan yanaydı. Prince, Mini yerine 1982’de “Little Red Corvette” şarkısında en sevdiği hızlı arabadan övgüyle söz ediyordu.90’lı yıllarda Mini popüler kültüre yeniden döndü ancak Mini severlerin ve muhtemelen markanın ürünü ilişkilendirmekten çok da haz almayacağı bir şekilde; hiç arkadaşı olmayan, sessiz, tuhaf, kaybeden bir karakter olan Mr.Bean’i canlandıran İngiliz komedyen Rowan Atkinson ile… Dizide Mr.Bean 1977 model bir British Leyland Mini kullanıyordu. Buna rağmen bu yıllarda küçük de olsa otomobilin konseptine uygun gelişmeler de olmadı değil; 1998 yılında İngiliz moda tasarımcısı Paul Smith, Mini için bagaj ve torpido gözünde imzası niteliğindeki limon yeşili tasarımların yer aldığı sınırlı sayıda bir otomobil tasarladı ve bir yıl sonra 1999’da V&A, ünlülerden kendi versiyonlarını tasarlamalarını isteyerek Mini’nin 40. yılını kutlayacaktı. Bu projede David Bowie kendi tarzını yansıtan aynalı bir Mini tasarlayacaktı. Tüm bunlara rağmen rakipleri bu kompakt modeli kopyalayarak yeni modeller çıkardıkça Mini “en iyi otomobil” listelerinden süratle düşmeye devam ediyordu, Milenyum ile birlikte Mini tekrar bir atak yapacak ve popüler kültür trendlerine yeniden girmek için 2001’de yeni bir hatchbcak versiyonunu tanıtacaktı. Artık eski Mini değildi ama popüler kültürde yeniden bir yer bulmaya başlıyordu. 2003’te Madonna “American Life” şarkısında Mini’ye atıfta bulunacak ve Londra’da yaşadığı süre boyunca Mini Cooper S kullanacaktı. Rihanna da Londra’da gizlice dolaşmak istediğinde bir Mini’yi tercih ediyordu. 2003’te, İngiliz grime ikonu Dizzee Rascal “Road Rage” rap parçasında “Ama ben hala bir askerim, Mini Cooper’ımda. Kafa kafaya çarpışarak kaza yaptık bir polis arabasıyla” diyordu. Mini ayrıca Hollywood’da da iz bırakarak “The Bourne Identity”, “Team America”, “Rush Hour 3”, “Crash” ve “The Italian Job”un yeniden yapımı gibi birçok gişe rekorları kıran filmde yer aldı. Mini’nin yeniden canlanması başlamıştı. Özellikle Amerika ve Avrupa’da herhangi bir markanın rap şarkılarında anılması pazarlamanın kutsal kasesidir. İki binli yıllar boyunca Mini hip hop ve rap parçalarında tutarlı bir şekilde yer almaya başladı. Keza pop dünyası da kayıtsız kalmayacak; Bruno Mars Travie McCoy’un dünya çapında hit olan “Billionaire” şarkısının videosunda bir Mini, Britney Spears ise 2011 Femme Fatale turnesinde pembe bir üstü açık Mini kullanacaktı.
Mini yıllara yayılan farklı geliştirmelerle uzun yıllar üretimine devam etti;1959–1967 yılları arasında Mark I, 1967-1970 Mark II, 1969–1976 Mark III, 1976–1983 Mark IV, 1984–1990 Mark V, 1990–1996 Mark VI, 1996–2000 Mark VII olarak piyasada hep bir arzu nesnesi olarak yer aldı.
Mini ilk üretildiği yıldan iki binli yıllara kadar tasarım ve imajıyla benzerlerinden, rakiplerinden ve kendi kategorisinde olmayan diğer otomobillerden farklı olarak “aşık olunabilecek” bir otomobil imajı yarattı. Geçmişten günümüze tüm otomobilleri sevebilirsiniz, tasarımını beğenebilirsiniz, çizgilerine hayran kalabilirsiniz, gücüne tutkuyla bağlanabilirsiniz ama aşk denilince akla bir tek Mini geliyor.
Mini günümüzde eski ruhunun inşa ettiği bir imaj üzerinden kendini yeniden, yineleyerek kurguluyor. Eski Mini olmasa da hayatta kalmanın radikal inovasyonlara bağlı olduğu otomobil piyasasında, sürdürülebilir, mobil bir geleceğe uyumlu uzun bir yolculukta öncü olmaya devam ediyor. Adı aşk olmasa da çok farklı bir hikaye…