Emrah Elçiboğa: İçinde Kar Gibi Bir Bulut Saklı…

0
579

Sinan Dirlik: Bak aklıma bile gelmemişti valla ben sormayacaktım ama madem kendin açtın hadi sorayım bari… İnsan niye durup dururken gül gibi memleketini, mis gibi işini bırakıp gurbet ellerde alakası olmayan işlerde çalışır ki? Hayır yakışıklı adamsın, artistsin yani? Hadi tiyatro meşakkatli iş, özel tiyatrolar zor durumda falan anladık da memlekette sana şöyle güzelinden bi Abdülhamit’li dizi falan da mı yoktu? Rahat mı battı anlamadım?

Emrah Elçiboğa: Dünyanın en güzel şeylerinden biri de sanırım kendi dilinde iş yapabilmek. Bu ne olursa olsun. Bazen burada pazarda Türk pazarcıları görüyorum o bildik pazarcı kalıbını Almanya’ya uydurmaya gayret ediyor ama olmuyor. Yani “Kommmm Frau komm mu yoksa gel ablaaaa gellll mi?” Her şeyi farkı duygusu, tonu, vurgusu, ambiyansı…   Dikkat edersen “ikizlere takke” olayına hiç girmedim :))))). Tabi aktörlük için de bu geçerli. Kendi dilinin o muhteşemliğinde derdi ortaya koyarak, isyan ederek, hüzünlenerek, aşık olarak, ağız dolusu gülerek, sarhoş olarak, hatta kimi zaman susarak oynamak gibisi var mı? 20 yıl boyunca aralıksız uzun soluklu iyi dizilerde, sinema filmlerinde oynayıp, bir yandan da tiyatroya devam edip ve dublaj yaptıktan sonra birileri bizim susmamızı istedi. Konuşmayın işinizi yapın ama bizim belirlediğimiz çerçevelerde, alanlarda ve koşullarda yapın dediler. Ama benim bildiğim “sanatçı tüm zamanların hoşnutsuzluğu adına söz alan kişidir” bundan da gururla söylüyorum gram sapmadım. Gezici kütüphaneyle büyüyen bir çocuk elbette büyüyünce de Gezi’ye ve onun ruhuna sahip çıkacaktır.  Bana rahat batmadı ama benim gibilerin birilerine battığı kesin. Bunu karşıt görüşteki insanlar için söylemiyorum sadece. Onlar bizi kara listelerine alıp üstümüzü çizdiler. Bunu mecazen söylemiyorum gözlerimle gördüm cast listesinden adımın nasıl silindiğini. Kara bir kalemle koca sayfada sadece benim ismimin üstünden geçmişler. Onun için -ki ilk dönem dizilerinde ve sonraki dönem dizilerinde oynayan bir aktör olarak- ne Abdülhamitlere ne de kurulanlara ne de dirilenlere beni istemediler. Sadece ona mı başka işlere de.  Karşı tarafı anlarım da kendi cenahımızdan insanlar da yan yana gelmek istemedi. Geçmişte çalıştığım ve iyi ilişkilerimizin olduğu yönetmen, yapımcı, oyuncu, senarist, cast sorumlusu her biri önüne gelen ismime belki ret vermedi ama onay da vermedi. Ve bu insanlar dayanışmadan birlik beraberlikten bahsediyorlar şimdilerde… O söylediğin işlerin arkasında kimlerin olduğunu herkes çok iyi biliyor ve o işler için söz söyleyen arkadaşlar, kardeşler, abiler, ablalar sırasıyla oynadılar, oynamakla kalmayıp methiyeler düzüp sosyal medya hesaplarını PR şirketi gibi yönettiler halen de devam ediyorlar. Anlayacağın sistem dene her nemem şeyse ben onunla barışık olamadım. Oyunu ne kuralına ne de kralına göre oynayamadım. Bak şimdi ne kadar mis güzel kızlar tek bakışlı oğlanlarla birbirinin aynı işler mis gibi yürüyor. He bu arada sözüm yaşamını idame ettirme telaşında olana değil gücün borozanını sinsice öttürmeye çalışan çakallaradır.

Emrah Elçiboğa arşivi

Sinan Dirlik: Öfkelisin?.. Yoksa kırgın mısın? Hangisi?

Emrah Elçiboğa: Öfkeli değilim ama kırgınım… gerçekten çok kırgınım… Bu da ne zaman, nasıl geçer bilmiyorum.. Eskiden çok daha öfkeliydim ama bütün bu sözünü ettiklerim için bir öfke beslemiyorum. Bütün bu olan bitene, sebebiyet verenlere öfkeliyim, hala olanlara karşı öfkeliyim. Bir şey yapamıyor olmaktan dolayı öfkeliyim… hala harekete geçemiyor olmamızdan dolayı öfkeliyim, birlik olamıyor olmamızdan dolayı öfkeliyim,.. Ama genele dair bir öfkem var, insanlarımızın daha iyi yaşayabilmesi, daha iyi bir yaşamı hak etmelerine dair bir öfkem var ama bu söylediklerime karşı gerçekten öfkeli değilim. Onu atlattım, onu geçtim. Başlarda hep “neden” sorusu vardı; sanki bütün bunlar bana oluyormuş ya da ben hedefteymişim gibi geliyordu. Ama işin aslının öyle olmadığını zamanla görüyorsun ama kırgınım. Bu saydığım insanlar ve bir çoğuna kırgınım. Çünkü hayatı paylaştığın , aynı yerden hayata baktığını düşündüğün, kimi zaman aynı kadehle aynı derde efkarlandığın, aynı meydanlarda birlikte itiraz ettiğin insanların hiçbir sebep yokken sana sırt çevirmeleri, telefonlarını açmamaları, mesajlarına dönmemeleri, bir gün dahi olsun anmamaları bende gerçek çok kırgınlığa yol açtı. Ki bu insanların hayatlarına bir şekilde dokunmuş birisiyim yani kendimi öyle görüyorum. Hani kiminin zamanında yanında olmuşumdur maddi manevi, el vermişimdir, destek vermişimdir, birileri onlara sırt çevirdiğinde yanlarında olmuşumdur. Hayatı paylaşmışım ve ondan gayrı da başka bir beklentim yoktur. Kaldı ki benim kimseden bir şey istediğim de yok iş, aş vs böyle bir derdim de yok. Yapmam yapamam… Hani birine telefon açayım “oooo sen işe başlamışsın bana göre de iş var mı?” herhalde insanlar kendileri gibi biliyorlar sanırım . bak şimdi bu adam çalışmıyor bizden bir şey mi isteyecek gibi algılıyorlar bilmiyorum. Ya da geçmişlerinden utanıyorlar. Yani birlikte geçirdiğimiz zamanlardan utanıyorlar. Ki utanılacak bir şey yaşamamıza rağmen. Çünkü onların ünlü olmadan yada popüler olmadan önceki hallerini bildiğim için şu anda bundan yüzleşmekten çekiniyorlar diye düşünüyorum. Ziyadesiyle çok saçma. Lan arkadaş bizler kötü şeyler yapmadık ki. Evet aç kaldık, aynı odalarda koyun koyuna yattık, otobüslerde süründük, otostop çektik, ağladık, aşık olduk ama utanılacak şeyler yapmadık. Nedir bu geçmişinden ve o insanlardan kaçmak? Çünkü artık onlar o insanlar değiller…. O günlerin naifliği için şimdi insanlar challenge yapıyorlar ama öte tarafta anlaşılmaz bir utanç var. Şimdi arşivden çıkarsam fotoları eminim o kişiler çok bozulur ya da prim yapmaya çalıştığımı düşünür. Dağıtmadan soruya gelirsem gerçekten öfkeli değilim o taraflarımı törpüledim ama kırgınım. Belki seninle samimiyetimden coşmuş olabilirim ama öfke değil bu :))) Şuna inanıyorum. İnsanlar adidir ama zaman adildir. Bir şekilde zaman herkesin hakkını verecek ve bu dünyanın hesabı bu dünyada görülecek. Bunu da böyle rövanşist ya da intikam duygusuyla söylemiyorum ama bu 5 sene içinde kimlerin ne hale düştüğünü, yada neye evrildiğini gördüğümde zamanın adaletine gittikçe inandım ve bu artarak devam edecek. Bu süreçte yanında olup ayağa kaldırdığım ama ayağa kalkınca da  ilk beni terk eden nankörleri, ekmeğime mani olan (hayatta hiç affetmem bunu) çakalları ve babamın hasta olduğunu, benim de parasız olduğumu bilip işlerime onay vermeyenleri de asla unutmayacağım…  

Sinan Dirlik: Hımmm… İçimden geldi, hadi beraber dinleyelim Cem Karaca’yı… Ne demiş burada şair?

Emrah Elçiboğa: Cem baba nefis yazmış. Sanki söylediklerime denk düşüyor. Ekmeğimizi böldük ki hala devam etmekte, alkışı duyduk, sessizliği de, sesimiz de oldu sessizliğimiz de ama her ne kadar başımızı alıp gitmiş gibi görünsek de gitmedik hala o yerdeyiz. Bu albüm ilk çıktığında bir aşk şarkısı gibi dinlemiştim ama yıllar geçtikçe hep içine başka şeyler koydum. Şimdi durduğum yerden bambaşka şeyler çağrıştırıyor artık bu muhteşem sözler. Her gün birinin artık tanıdığımız hafızalarımızda yer ettiği gibi olmadığını görüyoruz neredeyse. İnce bir güvercin tedirginliği yaşıyoruz. Kimi akil oluyor kimi akıl dışı sözlerle inandıklarımızı, anılarımızı tarumar ediyor. Kalanlar için söyleyelim “Sen de başını alıp gitme ne olur” diye.

Bir de umut usta. Hayatta gerçekten umut kadar hiç bir şey az olmadı ve şu anda hiçbir şeyi bir parça umut kadar istemiyoruz. Ama maalesef umudumuza kör testerelerle, bıçaklarla saldıryorlar. O yüzden “tut ellerimi yoksa düşeceğim” ve ne olur bırakma…