Emrah Elçiboğa: İçinde Kar Gibi Bir Bulut Saklı…

0
579

Sinan Dirlik: Umut? Hımm… Hayatında umutlu olmanı sağlayacak bir şeyler var mı? Ama bak sakın bildiri tadında cümleler kurma, yemem. Biz bizeyiz şurada, benden laf çıkmaz…

Emrah Elçiboğa: Olmaz mı ustacım ya? En büyük umut Geziydi deyip işin bildiri tadını savuşturayım. Onun dışında azınlıkta da olsa öyle güzel insanlar var ki karamsar olmaya utanıyor insan. Bu sosyal medya evet bir yanıyla çok kötü, acımasız ve kör bir kuyu ama öyle güzel insanlarla tanışıyor, tanıklık ediyor ve öyle güzellikler görüyorsun ki “evet lan hala umut var” diyorsun. Bir bakıyorsun Kamber adında bir bakkal -hala bakkal kalabilmesi bile bir umut- çocuklara kitap veriyor aldıkları çikolata karşılığında, doğuda genç öğretmenler imkansızlıklar içinde o güzel çocuklarla şahane şeyler yapıyor, bizler bazen bir çocuğun tedavisi bazen bir kütüphane kurmak için bir araya geliyoruz, çölde birileri yıllarca usanmadan ağaç dikip suluyor ve orman yaratıyor, ambulansa binen maden işçisi sedye kirlenmesin derken, kapanmadaki zabıtaya alışveriş listesi veren son derece kibar amcayı gördüğümde evet diyorum halen bir yerlerde iyilik ve merhamet var. Umut da aha işte onun ardında… Böyle şeyler çok etkiliyor beni… Tekrar siyaset dersek Ahmet Şık , Barış Atay ve Erkan Baş‘ın varlığı evet ya umut var her şey bitmemiş diyorsun. Ülkede tüm zorluklara rağmen bir sürü satılmış şarkıcı ve ünlümsüye rağmen halen tiyatro için çırpınan, müzik yapmak için didinen arkadaşları, kardeşleri, dostları görünce evet diyorum umut var. Her gün düzenli Özen Yula‘nın sabah senin akşam mesajlarını okuduğumda pesimist olmayı kendime hakaret sayarım. Ve iki tane bebeğime baktığımda en büyük umut orada. Onların gözlerinde… Onlar için benim umutsuz olma şansım yok. Bu sebepten gördüğüm en küçük iyiliğe, güzelliğe, merhamet dolu harekete, samimiyete sımsıkı sarılıyorum. Ve hiç gocunmadan dostlarım yaptığı her iyi işi avaz avaz söyleyip avucum patlayana kadar alkışlıyorum. Çünkü yalnız değildir bir tagden ibaret değil, gerçekten yalnız olmadıklarını bilmeleri gerekiyor. Ya bizim oğlan, bizim kız işte diye diye bu hale geldik. Önce yanı başımızdakileri parlatacağız ki karşı tarafın tozunu alabilelim.

Emrah Elçiboğa Arşivi

Sİnan Dirlik: Ay şimdi bayılacağım! Siyasete falan mı atılmak istiyorsun sen nedir? Cübbeni çıkart, aman cübbe de nereden çıktı, saçını bıyığını kes, öyle siyaset yap o zaman! Aaa! Daha kişisel bir alandan söz ediyorum. Çocuklar dedin? Ay çocuk da mı yaptın sen şu kıyamet ortamında?

Emrah Elçiboğa: Dur yahu akacak mecra bulmuşum biraz içimi döküyorum ayrıca çok da siyaset konuşmadım iki örnek verdim. Neyse… Bak cübbe deyip uyuzumu kaşıyor ama o topa girmeyip sözünü dinleyeceğim. Bak pişmansan yarıda da kesebiliriz sorun değil :)) Çürük çıktı bu dersin :))) Evet bu garabet pandemi döneminin bana iki mucizesi oldu. Biri kızım Pria diğeri de oğlum Can. Pria 22 aylık ve bize geldiğinde 10 aylıktı kardeşi Can yarın tam iki aylık oluyor. Onu doğar doğmaz aldık. Bir de yıllardır bildiğin üzere 17 yaşına girecek kızımız Ezo var. Dünyanın en muhteşem varlıkları. Onlarla birlikte her şeyi yeni baştan öğreniyorum ve dışarıdaki kıyametten en minimum derecede etkileniyorum. Şunu biliyordum ama yaşarak iyice öğrettiler bana. Çocuk doğurmakla anne, soyadını vermekle baba olunmuyor. Bu insanın içinde ya var ya da yok. Yıldırım Türker bana yıllardır sen iyi bir baba olacaksın derdi. İyi bir baba olmak için var gücümle asılıyorum hayata. Bu sebepten dedim umutsuz olmaya hakkım yok benim. Ben karla ilk ne zaman tanıştım, ne hissettim bilmiyorum ama Pria’nın yüzüne düşen ilk kar tanesini, onun verdiği tepkiyi kalan ömrümde asla unutmayacağım. Karımla birbirimize çok aşığız, iyi birer sevgiliyiz yıllardır ve iyi de karı koca olduk ama bebeklerin art arda gelişiyle birlikte bu çok süreçte iyi bir aile olduğumuzu, kurduğumuzu bir kez daha anladık. Ve dediğim gibi birçok şeyi yeni baştan öğrenmeye devam ediyoruz. Hayatta bir bebek kokusundan, gülüşünden daha güzel ne olabilir şimdilik aklım yetmiyor…

Sinan Dirlik: Hadi be ordan! İnsan karısına aşık olur muymuş hiç? Evlilik aşkı öldürür bi kere! Kaç yıllık evlisiniz ki siz? Aaa yoksa yenge bizi mi dinliyor şu anda?

Emrah Elçiboğa: Gizlimiz saklımız yok rahat ol lütfen :))) O güven ve şeffaflık bizi bağlayan temel unsurlardan biri. Vallahi dediklerine ne bir itiraz geliştirebilirim ne de ikna etmeye çalışırım. Her ne kadar klişe ve şaka da olsa gerçeklik payı var onlarca örneğini gördüğümüz. İnsan karısına aşık oluyor usta hatta ölmek bir yana her geçen sene biraz daha fazla oluyor. 6 senemiz olacak bu Ağustos’un 20 de. Tam tarih vereyim de problem çıkmasın :))) Önce uzaktan ilişki yürütmek sonrasında evlenmek, evliliğin ilk iki senesini ayrı ülkelerde geçirmek baktığında çok da kolay değil ama sanırım böyle sağlamlaştı aramızdaki bağ. Asla birimizden biri diğerinin düşmesine izin vermedi. Dünyanın en iyi, en vicdanlı insanlarından ve de annelerinden biri. Her şeyden öte o kadar büyük bir saygı duyuyorum ki Zeynep’e anlatamam. Aramızdaki o saygıyı hiç kaybetmedik ve o aşkı coşkuyu taze tutmak için hep besledik. Şimdi söyleyeceklerimi bir çok kişi “hadi len düdük, aman ne sıkıcı” gibi algılayabilir ama inceliklerin toplamının neye kadir olduğunu belirtmek adına anlatacağım. Bir yemek sırasında tuzu uzatırken bile teşekkür etmeyi, sonrasında eline sağlık demeyi ihmal etmemekten tut da kötü bir söz söylemekten tartışmamaya kadar her şeye özen gösterdik gösteriyoruz. Bu sanırım ikimizin de tabiatında olan şeyler. Dara düştüğümüzde birbirimize kendi geçmişimizin iyi ve güzel anlarını hatırlatıp hafıza tazeliyoruz. Neden birlikte olduğumuzu asla unutmadık bu yüzden de hep aynı heyecanla bakışıp, ellerimizi tutuyor yan yana olsak da zaman zaman birbirimizi özlüyoruz. Ve birbirimizi sevdiğimizi söylemekten ne utanıyoruz ne de sıkılıyoruz. Bizi tanıyanlar, evimize konuk olanlar ya da olduklarımız bilecektir anlattıklarımdan öyle mıç mıç bir ilişkimiz de yok. Birbirimizin hayatlarına dokunduk ve her ikimiz de  birbirimizin sivri yanlarını törpüledik, katı yerlerini esnettik, buzlarını kırdık, paslarını aldık anlayacağın birbirimize vitaminler moraller verdik içimizdeki şeytanlara zülfikarla saldırdık. Böylece ne aşk öldü ne de evlilik sallandı günden güne de artıyor sayımız kocaman musmutlu bir aile olduk iyi ki de…

Sinan Dirlik: Dışarıdan bakınca pek öyle durmuyorsun ama basbayağı “düğün tipi”, “aile babası” bir adam çıktı karşıma iyi mi! Eee? Bu genetik bir durum mu? Nerede, nasıl bir ailede büyüdün?

Emrah Elçiboğa: Aile babası eyvallah da düğün tipi değilim. Evliliğimde de beni sınırlayan daraltan bir durum yok. Bu rahatlık (elbette dozunu aşmamak kaydıyla) beni ben yapan özelliklerden bir şey götürmüyor. Aile kavramı çok önemli benim için. İstanbul Bakırköy’de doğdum büyüdüm. Bir üç sene 6 ile 9 yaş arası zorunlu Ankara oldu sonra tekrar İstanbul. Ama burada da orada da hep kalabalık aileler içinde büyüdüm. Dedeler, babaanneler, halalar, amcalar, dayılar hep aynı hanede yada karşılıklı kapılarda. Ama hep beraber… Çocukluğumda parçalanmış çok aile ya da hayırsız baba çok görmek beni etkilemiş olabilir. Bir de üstüne şahane bir babaya sahip olunca bu sanırım kaçınılmaz bir durum oluyor. Sokaklarda oynayarak büyüdüm. Şimdinin öykündüğü bizim kuşağın nemli gözlerle andığı o dönemi dibine kadar yaşadım. Leblebi tozundan tavşana niyet çektiren amcaya, yoğurt tepsiyle gezen yoğurtçudan mahalleye salıncak getiren adama, Teksas Tommiks’ten telli arabaya, mani okuyup sarı kağıtlara bastırılmış şarkı sözleri satan adamdan zamanın Scooterı yani tornalısına kadar ve saymaya kalksam sayfalar tutacak her şeyi yaşadım. Tek çocuktum herkesin kardeşi, ablası, abisi vardı ama ben 17 yaşına kadar tek çocuk büyüdüm. Kız Kardeşimin doğumuyla birlikte ilk defa çekirdek aile olarak bir başka eve taşındık. Çok uzağa değil 2 sokak arkaya ama yine de ilk defa aile olarak bir evimiz olmuştu. Babam annemle evlenmeden önce Bakırköy Halk evinde tiyatro ile uğraşıyor. Toto Karaca, Üstün Asutay, Sıtkı Akçatepe, Mehmet Karaca vs.. evlilik sonrasında bırakıyor daha doğrusu zorunda kalıyor. Benim tiyatro sevdam da ondan kaynaklı. Babam müthiş bir meddah hani şimdinin stand upçısı diyelim. İyi yürekli dürüst bir adam ha keza annem de öyle. Yalanla büyümedim. Her kararımda bana destek oldular, her dar zamanım da yanımda… Ve her ikisi de parçalanmış ailelerden gelmiş ve birbirlerine aile olmuş. Şimdi sen sorunca düşünüyorum da sanırım aile kavramı aile babası olmak oradan geliyor… Kız kardeşimden sonra da belki de hepimizin özlemini çektiği aileye kavuştuk ama sonrasında da benim konservatuar maceram ve evden ayrılmak kararım geldi. Şimdi belki de o yılların açığını kendi ailem ve çocuklarımla kapatıyorum. Aman be Kırmızı Odaya döndük :))))))) Meğer içimde ne aileler sığdırmışım değil mi Sinancım? :)))))) 

Emrah Elçiboğa Arşivi

Sinan Dirlik: Hı hı… içinde kar gibi bi bulut saklı! Sadece aile babalığı değil tiyatro da genetikmiş anladığım kadarıyla. E peki karşılık gördün mü “o sevdadan”? Nankör meslek değil mi tiyatroculuk? Ay dur hep kafamı kurcalar bu iş: Tiyatroculuk bir meslek mi sahi? Hayır yani meslek olsa karnınızı doyururdu da ben zengin tiyatrocu görmedim hiç? Var mı yoksa? Dur bi düşüneyim… Iıımmm… Valla hiç zengin tiyatrocu hatırlamıyorum. Ha ama bak iş TV dizilerine gelince değişiyor galiba? Şunu bana bi anlatıversene?

Emrah Elçiboğa: Ben iyi bir futbolcuydum uzun süre profesyonel olacağım diye beklerken bir yandan da amatör tiyatro yapıyordum. Tiyatro ağır basmaya başladığı anda tam imza atacakken futboldan döndüm. Babam o zaman şöyle dedi: “Bak birini seçersen hayatını kurtarırsın diğeri seçersen ömür boyu zorluklarla boğuşursun ama hangisini seçersen seç arkadayım. Unutma bir koltukta iki karpuz olmaz birini seç ve diğerine asla dönme”. Konservatuvarda okurken de bir oyun sonrası rahmetli Kamran Usluer de şöyle demişti okuldan kaydını sil git başka şey oku. Doğru meslek yanlış ülke dedi. Benim zamanıma kadar tiyatrodan para kazanılıyor yaşam çok iyi olmasa da idame ediliyordu. Haftada 4 oyun oynamak yaşamınız için yeterli oluyordu. Ama ülke şartları öyle zorlaştı ki artık tiyatro yapmak gerçekten deli işi oldu  maalesef dizide oynamadığın sürece salt tiyatroyla bir oyuncunun geçinmesi imkansız. Tabi şimdi istisnalar oluyor yalan yok. Eğer şu pandemi olmasaydı misal Baba Sahne kapalı gişe oyunları yapıyordu. Bu hem tiyatro sahibi hem de oyuncuları için eşsiz bir durum. Düşün hafta 5 oyun oynayacak yevmiye alacaksın. Uzun süredir olmayan bir şeydi bu. Sanırım Devekuşu Kabare‘den sonra bir ilk oluyor. Tiyatrodan zengin nadiren de olsa oluyor. Mesele kazandığını nasıl muhafaza ettiğinle alakalı. Metin Akpınar, Ahmet Gülhan ve Ferhan Şensoy ustalar bu konuda emsaldir. Tabi günümüz şartları hem yaşam hem de sahne açısından çok zorlaştı. Salonlar kapanıyor (pandemi öncesinden bahsediyorum) insanlar apartman dairelerinde tiyatro yapmaya çalışıyor, var olan salon kiraları giderleri çok yüksek netice de kazanırsa turnelerden organizasyon yapanlar kazanıyor. Tiyatrocu olmak meslektir. Nankör müdür? Biraz sizin ona yaklaşımınızla ilintili bir durum. İnsanlar sizi oynadığınız dizilerinin isminden ya da oradaki karakterden tanırken tiyatroda adınız soyadınızla hatırlıyor ve hatırı sayılır bir intiba bırakmışsanız oyunun broşürü afişi bileti evlerinde andaç olarak duruyor. Asıl nankör olan kim oluyor bu durumda? Yıllarca tiyatro yapmayıp tv ekranlarında isimlerinin altına tiyatrocu yazdıranlar mı nankör yoksa seni her koşulda kabul edip kucak açan o en az 10cmlik yükselti mi? Bir de TV dizilerinin büyüsüne ve getirisine kendini kaptırıp sahneden uzaklaşanlar var. Emin ol ki yüzde 95’i şunu demiştir o dizilere başlarken “buradan kazandığım parayla tiyatro kuracağım” yada “bunu mecbur yapıyorum abi tiyatroyu kafam rahat yapayım diye” ama kazın ayağı hiç öyle olmuyor. Bir sonraki dizi bir sonraki ev araba yazlık diye devam ediyor döngü neticede tiyatro nankör oluyor. TV dizileri evet bir can simidi evet bir rahatlık veren esans ama esası unutturmamalı.