Sinan Dirlik: 2005’te kurulan, kurulduğu tarihten itibaren de İran depreminden Pakistan depremine, Karadeniz’deki sel baskınlarından mülteci destek programlarına, tarım işçisi çocukların gereksinimlerinin karşılanmasına kadar çok sayıda proje yürüten bir dernek Hayata Destek Derneği. Sivil Ağlar’da bu hafta Hayata Destek Derneği Dış İlişkiler ve Koordinasyon Yöneticisi Sayın Serkan Denli ile birlikteyiz. Serkan Bey nedir bu Hayata Destek?
Serkan Denli: Sizin de söylediğiniz gibi Hayata Destek derneği 2005 yılında kurulmuş bir Dernek. Faaliyetlerimizi ağırlıklı olarak yurt dışında yürütürken 2009 dan itibaren aktif olarak Türkiye’de de çalışmalarımızı yürütmeye başladık. Bir insani yardım derneği Hayata Destek derneği. Doğal ve insan eliyle oluşmuş afetlerden etkilenen insanların hayatlarını iyileştirmek için çalışan, günün birinde bu tür dernek çalışmalarına hiç ihtiyaç duyulmayacağı bir dünyanın kurulması hedefiyle hareket eden bir derneğiz. Hak temelli bir yaklaşımla çalışmalarımızı yürütüyoruz. Şu anda 350 kişilik bir ekip var Hayata Destek Derneği bünyesinde profesyonel olarak çalışan. Ağırlıklı olarak Güneydoğu bölgesinde olmak üzere Türkiye’nin 10 şehrinde çalışmalar yürütüyoruz. 12 şehirde de diğer kuruluşları, sivil toplum örgütlerini desteklediğimiz mentorlük çalışmalarımız devam ediyor. Temel insani yardım ilkeleri çerçevesinde yürütüyoruz çalışmalarımızı.
Ana amacımız afete hazırlıklı bir dünya yaratmak, sivil toplum kuruluşları içerisindeki koordinasyonu ve kapasite geliştirme çalışmalarını desteklemek. Ana çatımızı, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri oluşturuyor, çalışmalarımızı bu hedefleri gözeterek sürdürüyoruz. Yoksulluğa son vermek, sağlıklı bireyler, nitelikli eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği, insana yakışır iş gibi ana hedeflere hizmet edecek şekilde çalışmalarımızı şekillendiriyoruz. Bir önceki yıla bakacak olursak, 2021 yılında 60 bin kişinin hayatına dokunduk, destek olduk.
Sinan Dirlik: Doğal ve insan kaynaklı afetler dediğinizde hemen aklıma AFAD, AKUT gibi bir takım acil yardım kuruluşları geliyor. Sizin farkınız nedir?
Serkan Denli: Evet, afetler deyince akla öncelikle arama kurtarma çalışmaları geliyor, haklısınız. Biz, arama-kurtarma çalışmalarının hayati önem taşıdığı ilk 72 saatlik dilimin hemen ardından, temel olarak oradaki durumun iyileştirilmesi, insani yardım ihtiyaçlarının karşılanması sorunları ortaya çıkıyor. İşte biz o ilk 72 saatin ardından bölgedeki insani yardım ihtiyacının karşılanması için devreye giriyoruz. Tabii işe öncelikle ihtiyaç saptanması çalışmalarıyla başlıyoruz. Bölgede en fazla neye ihtiyaç var ve bir sivil toplum kuruluşu olarak bu ihtiyaçların ne kadarını, nasıl karşılayabiliriz, ne yapabiliriz ona bakıyoruz. Bölgedeki kamu kuruluşlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, AFAD’la koordineli biçimde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aslında afet dönemi bittikten sonra, temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra bu kez psiko-sosyal gereksinimler, destek ve iyileştirme çalışmaları, tekrardan afete hazırlıklı bir toplum yaratma hedefiyle yürütülen çalışmalar devreye giriyor. Kısacası arama-kurtarma dışındaki tüm faaliyet alanlarında Hayata Destek bilfiil çalışma yürütüyor diyebiliriz.
Sinan Dirlik: “Hak temelli çalışmalar” dediniz. Bu ne demek?
Serkan Denli: Din ve siyaset üstü bir anlayışla hareket ediyoruz. Bağımsızlık, ayrım gözetmeme, tarafsızlık ve hesap verilebilirlik… Bu ilkeler çerçevesinde dezavantajlı grupların, doğal afetler ya da savaş gibi olumsuz durumlardan etkilenmiş toplulukların temel hizmetlere erişimini kolaylaştırıyoruz. Din ve siyaset üstü bir anlayışla, herkese hizmet götürmeye çaba gösteriyoruz.
Sinan: Doğal afetlere alışkınız ama bir yandan da insan kaynaklı olumsuzluklar artıyor. Savaşlar, küresel iklim krizi, ekonomik krizler, kötü yönetimler ve bütün bunlardan uzaklaşmaya, kaçmaya çalışan mülteciler günümüzün yeni sorunları… Biraz bu “insan kaynaklı” afetleri konuşalım mı?
Serkan Denli: Biraz verilerle konuşalım isterseniz. BM e göre 2021 yılında yaklaşık 26.6 milyon insan mülteci konumunda. 51 milyon insan daha güvenli bölgelere geçmek için bulundukları yerleri terk etmiş durumda. 84 milyon insan çeşitli nedenlerle ki bunda şiddet, güvensizlik, iklim değişiklikleri gibi nedenler ön planda, yerlerinden edilmiş durumda… Bunların yaklaşık 35 milyonu da çocuk! 4.3 milyon insan da “vatansız” statüsünde. Az önce siz küresel iklim krizinden, ekonomik krizlerden söz ettiniz, biz “insan kaynaklı afetler” derken özellikle savaş, şiddet gibi durumlar nedeniyle göç etmek zorunda kalan insanları anlıyoruz. Türkiye konum itibarıyla bu afetler nedeniyle çok fazla göç alan, bu konuda deneyim sahibi bir ülke. Resmi verilere göre 3.7 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. Geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısı bu. Farklı uyruklardan insanlarla birlikte bu sayı daha da yüksek. Zorla yerinden edilmiş insanlar için “eve dönme süresi” 17 yıl gibi bir süre olarak hesaplanıyor. Savaş nedeniyle tahrip olan bir ülkenin yeniden inşası için de 10 yıl gerekiyor. Bundan çok daha kapsamlı çalışmaların da yapılması gereken bir alan bu. Burada bütün paydaşlara çeşitli roller düşüyor. Biz de yaptığımız çalışmalarda ağırlıklı olarak farklı gruplara farklı hizmet şekilleriyle afetten etkilenen toplulukların hayatlarında iyileştirmeler gerçekleştirmeye, o olumsuz durumu atlatmalarına destek olmaya çalışıyoruz.
Sinan Dirlik: Sizin de belirttiğiniz gibi Türkiye göçlerle çok yakın temas halinde bir kavşak ülke. Sadece son 2 ayda, Ukrayna savaşı nedeniyle 4.5 milyon insanın mültecileştiği biliniyor. Bunun bir kısmı bize de geldi sanıyorum ama en önemlisi tabii Suriye, Irak, İran, Afganistan üzerinden gelenler. Bu arada Türkiye’de çok hızla artan bir mülteci karşıtlığı gözleniyor. Hayata Destek Derneği sonuçta mültecilerin olumsuz koşullarını iyileştirmeye dönük çalışmalar yapan bir dernek. Bu çalışmalar esnasında tepkilerle karşılaşıyor musunuz?
Serkan Denli: Maalesef, son dönemde sıklıkla karşılaştığımız, özellikle de sosyal medyada çok sık karşılaştığımız bir nefret söylemi var. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da çok ciddi bir mülteci karşıtlığı söz konusu. Burada en önemli nedenlerin başında yanlış bilgi geliyor. Biz kendimize doğru bilgileri aktarma noktasında bir rol biçiyoruz, doğruları aktarmaya çalışıyoruz ama çok ciddi bir dezenformasyon söz konusu. Biz bu dezenformasyon karşısında elimizden geldiğince yanlış bilinenlerin doğrusunu aktarmaya çalışıyoruz. İşte Suriyelilerin devletten maaş aldığı, bütün hizmetlerden ücretsiz faydalandıkları gibi asılsız bilgiler yayılıyor. Bunda tabii özellikle son dönemde artan ekonomik sorunların etkisi büyük. Sosyal alana da yansıyor bu etkiler. Biliyorsunuz çoğu kayıt dışı olarak çalıştırılıyor. Bizim yapmaya çalıştığımız şey doğru bilgileri doğru kişiler aracılığıyla aktarabilmek. Bunun için kamuoyuna dönük çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Farklı paydaşlarla, kamu kuruluşlarıyla sivil toplum kuruluşlarıyla çalışıyoruz. Yerel ekiplerimiz aracılığıyla dokunabildiğimiz her noktada sosyal uyumu destekleyici çalışmalar yürütüyoruz. Sosyal uyum çalışmalarında farklı grupları belirli bir amaç etrafında bir araya getiren, bir arada yaşama kültürünü aşılamaya çalışan çeşitli aktiviteler yürütüyoruz. Hem oradaki ev sahibi toplumla hem mülteci toplumla. Doğru bilgilendirildikçe, temas sağlandıkça, birlikte yaşandıkça o bariyerlerin yıkıldığını, nefret söyleminin azaldığını, olumlu etkileri görüyoruz. Ama tabi ki bunun için daha geniş ölçekli, daha büyük çalışmalara ihtiyaç var. Göç meselesi politik bir konu. Bu nedenle kamu kuruluşlarının, partilerin bu göç meselesine, mülteciler meselesine ilişkin yaptıkları açıklamalar da çok önemli. Biz mümkün olduğunca gerek yerelde gerek merkezde çeşitli kampanyalarla bilgilendirme çalışmalarıyla bunları aktarmaya çalışıyoruz. Geldiğimiz noktada biraz daha zor bir dönemece girdik. Hem sayılar artıyor hem iklim mülteciliği meselesi artıyor, savaş nedeniyle artıyor. Mesela şu an 70 bin civarında Ukraynalının Türkiye’ye giriş yaptığı söyleniyor ama ilerleyen günlerde bu sayı artacak. Bütün bunları alt alta koyduğumuzda anlıyoruz ki önümüzdeki dönemde daha fazla çalışmamız, daha fazla bilgilendirme yapmamız, sahada daha fazla aktif olmamız gerekecek.
Sinan Dirlik: Bir yandan doğru bilgilendirme ile kamuoyunu hazırlamaya çalışırken bir yandan da çok sıcak saha sorunlarıyla karşılaşıyorsunuz. Göçmenleri kabul ederken kamunun, devletin toplumu olası sorunlara karşı hazırlamaması önemli bir sorun. Gelenlerin bir oryantasyona tabi tutulmamaları ayrı sorun. Ama yok saymak da mümkün değil, çok ciddi bir sosyal kriz potansiyelini oluşturuyor göçmenler. Abartılı rakamlar uçuşuyor havada. 15 milyon göçmenden bahsediliyor mesela. Devletin bu insanlara vatandaşlık dağıttıkları, özel ayrıcalıklar tanındığı gibi çok sayıda bilgi uçuşuyor. Ki, aslında bunlar “mülteci” değil, “geçici koruma statüsündeki” insanlar ve bunlar iddia edilen hak ve ayrıcalıkların hiçbirine sahip değiller bildiğim kadarıyla? Biraz bu “doğru zannettiğimiz yanlışlardan” söz edebilir misiniz?
Serkan Denli: Tabii, sayılar farklı biçimlerde aktarılıyor ama bunların çok çok büyük bölümü kayıt altına alınmış ve kayıt yenileme süreçleri de devam ediyor aslında. Biz sahada, özellikle Göç İdaresi yetkilileriyle çok yakın temas çalışıyoruz. Tabii ki resmi olarak açıklanan rakamların bir miktar üstünde, kayıt dışı olarak kalanlar da mevcut. Kayıt dışı olanları da dahil ettiğimizde en azından bizim sahadaki gözlemlerimizden hareketle bu rakamın 5 milyon civarında olduğunu söylemek mümkün. Şimdi bu insanlar sizin de söylediğiniz gibi geçici koruma altında. Özel bir statü ile hareket ediyorlar. Uluslararası koruma altındakiler var, Iraklılar var, Afganların statüleri farklı. Bunlar dışında ikamet izniyle farklı gruplardan yabancılar var. Tabii burada bu grupları ayrıştırmak lazım. Burada sağlanan hizmetler kaydolduktan sonra başlıyor. Kaydoldukları andan itibaren temel hizmetlere erişebiliyorlar. Bunun dışında AB nin sağladığı bir sosyal uyum yardım paketi var. Bu herkese sağlanan bir yardım değil, ihtiyaç kriterlerine göre verilebiliyor bu yardım. 1, 1 buçuk milyon civarında insana sağlanıyor. Bu yardımla temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri cüzi bir destek alabiliyorlar. Bunlar dışında da eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerden yararlanabiliyorlar. Ama eğer kayıtlılarsa. Kayıtsızlarsa zaten bu temel hizmetlerden faydalanabilmeleri mümkün olmuyor. Burada mültecilerden bahsettik ama bir de grup içinde gruplar var… Mesela mevsimlik tarım işçileri. Mültecilerin de ağırlıklı olarak bu alanda çalıştıklarını biliyoruz ama çeşitli nedenlerle TC vatandaşları arasında da bu hizmetlerden yararlanamayanlar var. Tarım alanlarında olmaları nedeniyle, çocukların özellikle eğitime erişememeleri meselesi çok sıklıkla karşılaştığımız meseleler arasında. Ama burada en temel mesele hakikat. Yanlış bilmekten kaynaklanan sorunlar var. Bir de tabii olaylara biraz daha insan temelli bakma konusunda yol almamız gerektiğini düşünüyorum. Biz de özel günlerde, insan hakları gününde, çocuk hakları gününde yaptığımız çalışmalarla bu bilgi noksanlığından kaynaklanan boşlukları doldurmaya çalışıyoruz.
Sinan Dirlik: Sahadan örnekler verebilir misiniz biraz?
Serkan Denli: Özellikle sağlık konusunda, sağlığa erişim konusunda başvurular çok oluyor. Bizim merkezlerimiz tek bir gruba değil, bütün gruplara, herkese hizmet veriyor. Ev sahibi toplumlar için de hizmet veren merkezlerimiz var, Oralarda özellikle sağlığa erişimde, çocuğunu okula kaydettirme konusunda mesela destek talepleriyle karşılaşıyoruz. Bizim bu anlamda sahadaki rolümüz biraz verilen hizmetle, yararlanıcı arasında, mülteci arasında köprü vazifesini görmek. Tabii sayısal olarak yüksek bir rakamdan bahsediyoruz. Şu anda 3.7 milyon resmi rakam. Bunların ağırlıklı olarak bizim çalışma yürüttüğümüz Güneydoğu illerinde yüksek sayılarda bulunduklarını düşünürseniz ihtiyaçlar da çok yüksek. Biz ve bizim gibi çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları da bir noktaya kadar erişebiliyor. Hala kat etmemiz gereken yol var.