Türkiye’de sektörle ilgili bir çok dernekte görev aldın, kurucu oldun. Dernekler işe yarıyor mu sence? Nasıl bakıyorsun dernek olayına?
Fırat Kasapoğlu: Her yıl Mart ayında Londra’da “International Live Music Confrence” yapılır. Bir kaç defa konuşmacı olarak da katıldığı konferansta 2007 yılında Avrupa Parlamento’sunun konser, etkinlik sektörü ile ilgili bir alt komisyon oluşturup bütün Avrupa’da geçerli olacak regülasyonların oluşturacağı konuşuldu. Bu konuda parlamentodaki komisyon ancak sivil toplum kuruluşlarının girebileceği ve sektörü temsilen kimse bulamazlarsa akademisyenlerle ilerleyecekleri belirtildi ve katılımcıları kendi ülkelerinde sivil örgütlenmeye gitme çağrısı yapıldı. Biz de bundan feyz alarak döner dönmez bir dernek kurma çalışması yaptık, sektörün değişik alanlarında hizmet veren firmaların ve kişilerin katılımı ile TESDER Etkinlik ve Eğlence Sektörü Derneğini kurduk. Böyle anlatınca kolayca olmuş gibi anlaşılmasın, bir dünya toplantı, rica minnet zar zor bir araya getirdik desem yeridir. Sonra başladık çalışmaya, Avrupa parlamentosundan önce bizim kendi kanunlarımızın sektöre olan ilgisizliği ve vergilendirmeler ile uğraşmak gerektiğini zaten biliyorduk bu vesile ile hepsine girişmek istedik. Gel zaman git zaman bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama devletin dernekleri pek ciddiye almadığını anlayınca, “Peki kimi dinliyorlar?” diye bakıp işin TOBB meclisleri ve Ticaret Odaları üzerinden yürüdüğünü öğrendim. 2009 yılında ITO seçimlerine girip o zaman 31 No.lu Kültür Komitesine girip devamında başkanı oldum. Bir takım adımlar atıyoruz ama yine de tam bir iletişim halinde değiliz kanun koyucu ile. İstanbul Defterdarlığı ile dertlerimizi paylaşabiliyoruz ama son karar Ankara’da oraya laf anlatmak lazım. 2012 yılında YEKON yaratıcı Endüstriler Konseyi kuruldu TESDER gibi yaratıcı endüstrilerde çalışan derneklerin oluşturduğu bir üst yapı olarak orada da bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, sevgili Yiğit beyden Başkanlığı devir aldım 2015’te, YEKON başarılı farkındalık projelerine imza attı kurulumu itibarı ile ama tam olmuyor. En sonunda rahmetli ITO Başkanı İbrahim Çağlar’ın katkıları ile TOBB’da Kreatif Endüstriler Meclisini Kurduk ve ilk başkan ben oldum. TBB meclislerinin önemi şurada: kanunları oluşturmak için sektörlerden bilgi alınması gerekiyor ve bunu bakanlıklar TOBB sektör meclisleri ile direk iletişim halinden yapıyorlar. İbrahim Başkanın zamansız vefatı, benim Amerika’ya yerleşmem bütün bu çalışmaları etkilemesin diye önce TESDER, YEKON ve TOBB Kreatif Endüstriler Meclisi başkanlıklarını devredip geldim.
Bunlar yapabildiklerim, neyi yapamadın dersen çok uzun bir liste çıkartabilirim. Öncelikle bu tür sektörel yada değil herhangi bir konuda sosyal sorumluluk üstlenmek kimse istemiyor onu gördüm, zar zor ikna edip katılsalar da o kuruluş imzasından sonra başkan ve yardımcısından başka kimse kalmıyor ortada. Bugün bir çok dernek o kendini yırtan bir iki kişinin çalışmaları ile var olabiliyorlar. Onun dışında herkes sektör ilerlesin diye bir adım atma işinin devlet ve yerel otoritelerin işi olduğunu düşünüyor herhalde.
Son bir iki yılda bu kafanın biraz değiştiğini hissettim, yeni dernekler ve oluşumlar kuruldu, ümidim bunların birlik olabilmesi, zira bir kısmının kendilerini içine almayan diğer gruba karşı kurulduğunu yada tek var olma nedenlerinin bir takım insanlara payeler kazandırmak olduğunu da biliyorum.
Biz bunu YEKON ile biraz aştık, dernekler üstü bir yapı olsun istedik, TOBB Meclisi de bu amaçla kuruldu. Çok komik ama her şey rakamlara bağlı, sektörün ekonomideki yeri, kaç paralık bir sektör olduğu, kaç kişiye ekmek verdiği, ne kadar vergi verdiği kanun koyucu tarafından bakılan ilk konular. Bu konularda bizlerin de içinde olduğu Kreatif Endüstrilerin bütün sektörlere hizmet veren ve değer kazandıran bir yapı olduğunu anlatmaktan tüy bitti dilimde ama hala anlamayanlar var. Mimarlıktan, sanatın bütün dallarına, sinemadan oyun yazılımına, kültür ve yaratıcılığın içinde olduğu her meslek bu sektörün on üç ana dalından birinde yer alır.
Daha yeni yaratıcılık ihraç edenlere vergi iadesi konusu gündeme geldi. Neden çünkü kilo ile konteynır ile ihraç edilmeyen bir şeyin ülkeye para getiriyor olmasını daha yeni yeni anlamaya başladılar. Ticaretin artık elle tutulamayanlar üzerinden de yapıldığını ve en küçük firmanın bile global bir ihracatçı olduğunu anlamak yavaş dönen devlet çarklarında zor. Ama yine de her daldan her alandan bir çok kişi ve kurum bu işe baş koydu ve çok güzel çalışmalar yapıyorlar, ümidim yaratıcı insanlarımızı koruyup kaçırmamak için gerekli kanun ve düzenlemeler bir an önce yapılması.
Düşünsene bir fabrikan var üretim yapıyorsun, ürettiğin malı dünyaya satmak istiyorsun, bunu iki şekilde yapabilirsin, fasoncu olarak dünya markalarına ürün yapabilirsin ki Türkiye çok uzun zamandır bunu yapıyor, ya da marka yaratıp global piyasalara açılabilirsin. Bu ikicisi senin katma değerli mal üretmen, ülkene fasonda yaptığından çok daha fazla döviz girdisi sağlaman demek. Hep denir ya Türk pantolonu on lira ama İtalyan pantolonu yüz lira diye işte konu bu. Ama bunu yapmak için ürününe göre endüstri veya moda tasarımcısına, reklam yaratıcılarına ve bir çok başka kreatif endüstri insanına ihtiyacın var. Eğer onların haklarını vermezsen, ülke olarak korumazsan onlarda gider bu imkanları veren ülkelerde yaşarlar sen fasona devam edersin.
İşte basit olarak özetlemeye çalıştığım bizim sektörümüzün de içinde bulunduğu durum bu. Pandemi ile bir kez daha ne kadar gelişememiş bir sektör olduğumuzu gördük.
Bunun suçu biraz hepimizde, neden mi?
Biz 12 Eylül’ü öğrenciyken yaşayanlar, onun öncesindeki siyasal gerginlik ve ölümlere şahit olduk. Arkasından demokrasinin politik amaçlara alet edilmesini ve acılarını görüp hiç politikaya bulaşmadan yaşamayı seçtik. Bak ne oldu, bizim olmadığımız yeri birileri doldurdu ve biz o yapının dışında yaramaz çocuk olarak kaldık. Son otuz yılda bizim jenerasyondan kaç kişiyi politika da gördün? Yok denecek kadar az, işte bu yüzden bizim suçumuz dedim. Bilerek yapmadık, şartlar öyle gerektirdi, ailelerimiz onun daha iyi olacağını düşündü sağlığımız açısından vs.
Rahmetli annem zamanında dernekler, partiler ile çok uğraştı ama sonunda bana aman evladım politikaya girme diye diretti. Malum dik başlılık da var kesin başıma bir şey gelir (Gülüşmeler).
Dernek ve sosyal sorumluluk deyince; Woodstock’99 u yeni bitirdik temizlik ve restorasyona başladık, bir sabah kalktığımda telefonumda bir mesaj buldum, bir arkadaşım İstanbul’da deprem oldu her yer dümdüz diye mesaj bırakmış.
Ofise koştum herkesin eline numaralar verdim Türkiye’dekileri aratıyorum sürekli, ama numaralar çıkmıyor. Biri bağırdı çalıyor diye koştum Görgün açtı telefonu, ne oldu nasılsınız dedim. Görgün vallahi uyumuşum hiç bir şey hissetmedim demez mi!
Arkasından iki gün anneme ulaşmaya çalıştım sonunda o aradı, yazlıkta Yalova’daydı ve meraktan öldüm diyebilirim. Onun iyi olduğu haberini aldıktan sonra biraz rahatladım. Bu arada bütün ulaşabildiğim haberleri takip ediyorum ve ne yapabilirim diye yırtınıyorum. İşte o sırada festival sonrasında hala elimizde olan tıbbi malzeme geldi aklıma, Woodstock’94’ü yaptıktan sonra tıbbi malzemeyi Somali’ye yollamıştık.
Aradım Washington Büyükelçiliğini durumu bildirdim, yollamak istediğimiz ciddi miktarda malzeme olduğunu, festivali yaptığımız Griffis Airforce Base’in, Kuzey Amerika’nın ikinci büyük pisti olduğunu, hangarları ve ekibim ile bütün yardımları toparlayabileceğimi, sadece uçak yollanması halinde organize bir şekilde yardımları yollayabileceğimizi ilettim. Maalesef kendilerinin hiç bir şekilde yardım edecek durumda olmadıklarını ve Türk Hava Yollarına gönderirsem onların malzemeleri peyderpey yollayabilme imkanları olabileceğini söylediler. Toplamda 2-3 TIR dolusu malzeme var ellimizde.
Bu durumda başka bir yol bulmak için çalışmaya karar verdim. İlk olarak Elçilikteki askeri ataşeye ulaşıp ondan Pentagon’daki kontağını istedim, verdi sağ olsun. Joint Chief of Staff’e ulaştım ve elimdeki malzemeyi yollamama nasıl yardım edebileceklerini sordum. Kısa anlatıyorum bu görüşmeler uzun ve meşakkatli oldu tahmin edersin. Sonunda Amerikan Silahlı kuvvetlerinin bir kereye mahsus olmak üzere insanı yardım seferi yapabileceğini söylediler ve ben elimdeki bütün kullanılmamış her türlü malzemeyi onların verdiği askeri kargo uçağı ile Türkiye ye yolladım.
Evet belki orada değildim ama elimden geleni yapmaya çalıştım. Arkasından bir de portatif tuvalet macerası yaşadık onu başka sefere anlatırım. (Gülüşmeler)
Ulvi Yaman: Ağzına, yüreğine sağlık güzel kardeşim, çok teşekkürler vakit ayırdığın için.