Akbelen Köylüsü ve Otorite

0
250

Kimden duysanız “hadi canım o kadar da değildir herhalde” dersiniz. Öylesi bir sahneydi. Sosyal medyaya düşen görüntülerde CHP Milletvekili Mahmut Tanal “Listeyi ver, kaçma” diye bağırarak bir jandarma personelini önüne katmış kovalıyordu. Otorite gözetiminde bir şirketin gerçekleştirdiği orman katliamına direnen Akbelen köylüsünün ve duyarlı vatandaşların fişlendiği ortaya çıkmıştı.

Yanlış duymadınız. Muğla Milas’taki Akbelen Ormanı’nda iktidar yanlısı bir şirketin açacağı kömür ocağı için ağaçlar kesildi. Bu katliama direnen köylünün üzerine de devletin güvenlik güçleri gönderildi. Ormanı koruması beklenen devlet, ormanı değil bir şirketin ticari çıkarlarını korudu.

İşte oraya gönderilen güvenlik güçleri Akbelen köylüsüne karşı orantısız güç kullanmanın ötesine de geçmişti. Hukuk dışı uygulamalarına fişleme eylemini de eklemişti. Peki ama kim için ve neden?

Kendimi bildim bileli bunun gibi otoriteye sığınarak hukuk dışına taşan kamu görevlilerine ve davranışlarına tanık olmuştum. Üstelik belediye, muhtarlık, vergi dairesi, okul, üniversite demeden her kamusal alanda, her konuda. Bizim insanımızın otorite zaafı var. Yüksek sesle konuşanı, sağa sola salvo yapanı, otorite ilişkilerini sever nedense. Sosyolojik, psikolojik bir sorun. Eh hal böyle olunca da güzel ülkemde siyasi emir, üstün baskısı gibi nedenlerle, otoriteye itaatin sonucu bu türden çok sayıda hukuk dışılık, saçmalık yaşanabiliyor.

Milgram Deneyi

Otorite ve itaat konusuyla ilgili geçmişte yapılmış çok sayıda çalışma var. Ama en dikkat çekici olanı sanırım psikolog Stanley Milgram tarafından gerçekleştirilmiş olan bir araştırma. Milgram Deneyi olarak adlandırılan araştırmanın sonuçları o zamana kadar varsayılan birçok yargıyı köklü bir şekilde etkilemiştir.

Büyük ihtimalle Milgram’ın kendisi de Yale Üniversitesi’nde bir bodrum katında sıradan imkanlarla yaptığı bu deneyin böylesi bir ses getireceğini tahmin etmemiştir.

Milgram insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçmek amacıyla deneyini yapar. Uzun yıllar devam eden çalışmanın sonucunda 1974 yılında “İtaatin Tehlikeleri” adlı bir eser yayınlar. Ve şu notu düşer:

“İtaatin hukuksal ve felsefi açılardan devasa önemi bulunmaktadır. Ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. Yale Üniversitesinde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. Katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim.

Ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir otorite makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur.

Ahlak, Vicdan ve Otorite

Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar;

Korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler.

Ek olarak;

Yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü.”

Yazının girişinde Akbelen Ormanı ile ilgili olayı neden aktardığım sanırım biraz biraz anlaşılmaya başlamıştır.

Milgram deneylerine 1961 yılında Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın Kudüs’te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra girişir. Çok sayıda Nazi savaş suçlusu subayın, yöneticinin kendilerini savunurken söyledikleri “yalnızca yasaların gereğini, emirleri yerine getiriyordum” açıklamaları aklına takılmıştır.

Şu soruyu sorar:

“Eichmann ve Yahudi Soykırımı’nda yer alan yüz binlerce yardakçısı sadece onlara verilen görevi yerine getiriyor olabilir miydi? Onların hepsi yardakçılık suçuyla suçlanabilir miydi?”

Otoritenin Etkisi

Milgram hazırlıklarını tamamlar ve denek bulmak için bir gazeteye ilan verir. Yaptıkları iş karşılığı 4,5 dolar alacak denek adayları 20-50 yaş arasından herkes olabilir.

Başvurular alınır ve adaylar davet edilir. İlgi büyüktür… Kurguya göre bir odada deney gözlemcisi ve denek olacak. Bu deneğin görmediği diğer odada ise bir başka denek bulunacaktır. Ancak bu ikinci denek sahtedir yani gerçekte denenmekte olan yalnızca gözlemcinin olduğu bölümde bulunan katılımcıdır.

İki denek adayı başlangıçta kura çekerler ve biri öğretmen diğeri öğrenci rolünü alır. Aslında iki kağıtta da öğretmen yazmaktadır, yani katılımcımız zaten öğretmen rolünde olacaktır. Diğer denek yani sahte deneğimiz öğrenci rolündeymiş gibi ayrı bir odaya geçer.

Deney gözlemcisi de adamımızdır. Sert, hissiz görünümlü bir biyoloji öğretmeni rolünü oynamaktadır. Gerçekte ise bu rol için eğitilmiş bir muhasebecidir. Katılımcıya “öğrenmede cezanın etkisi” adlı bir deney için davet edildiği söylenir. Özetle bu deneyde yalnızca bir kişinin davranışları gözlemlenmektedir. O da öğretmen rolündeki katılımcıdır.

Kendisine sözcük çiftlerinin yazılı olduğu bir kağıt verilir. Öğrenciye bunu öğretmesi istenir. Sonra öğrenciye sorması ve doğru yanıt alamazsa önünde bulunan panel üzerinden elektrik şoku ile bir ceza vermesi istenir. Katılımcımız iki odanın bir elektrik kablosu ile bağlı olduğunu, diğer odada bulunan deneğe elektrik vererek cezalandırdığını sanmaktadır. Öğrenci rolündeki denek sorulara doğru yanıt veremezse giderek artan bir elektrik şokuna maruz kalacaktır.

Cezalandırılmayacağını Bilirsen Ne Kadar İleri Gidebilirsin?

Deneyden önce “öğretmen”e 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanmış “öğrenci”ye de bu şokun uygulanacağı belirtilmiştir. Yani öğretmen cezanın ne olduğunu bilmektedir. Tabi gerçekte bir elektrik şoku uygulanmamaktadır. Öğrenci rolündeki iş birlikçi denek, gerçek denekten ayrıldığı zaman geçtiği odada elektroşok makinesine bütünleştirilmiş bir ses kayıt cihazını çalıştırır. Bu cihaz da her şok seviyesine karşılık önceden kaydedilmiş bir çığlık sesi yer almaktadır.

Voltajın birkaç defa artırılmasından sonra öğrenci rolündeki denek, kendisini yan odadan ayıran duvarı yumruklamaya başlar. Acının yükseldiğini hissettirir. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığı olduğunu söyledikten sonra bir süre sorulara cevap vermez. Ses gelmemektedir. Bu noktada pek çok katılımcı, öğrenci rolündeki deneğin ne hâlde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini söyler. Kimi denekler, 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlar.

Ancak sonuçlardan sorumlu tutulmayacakları kendilerine söylenince deneye devam ederler. Burası önemli. Sonuçlardan sorumlu tutulmayacaksak “o zaman yap gitsin”. Değil mi ama?

Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine

  • “Lütfen devam edin”
  • “Deney için devam etmeniz gerekiyor”
  • “Devam etmeniz kesinlikle çok önemli”
  • “Başka seçeneğiniz yok, devam etmek zorundasınız” gibi ifadelerle seslenilir.

Bu dört uyarıya rağmen denek durmak isterse deney sonlandırılır. Tersi durumda ise üç kere art arda uygulanan 450 voltluk en yüksek şoka kadar deney devam etmektedir.

İtaatkarlar

İşte otorite-itaat ilişkini bu deneyle inceleyen Milgram birçok eleştiriye rağmen çalışmasını tamamlar. Hem de farklı denekler, farklı ortamlar ve farklı kurgularla. Sonuçlar “akıllara zarar” dedirtecek niteliktedir. Milgram için dahi…

İlk deney dizisinde yer alan 40 katılımcının yüzde 65’i en yüksek volt olan 450 voltluk cezayı uygulamıştır. Katılımcılardan hiçbiri, 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan vazgeçmemiştir.

Milgram katılanlar arasında bir de anket düzenler. Katılımcıların %84’ü bu deneye katılmış olmaktan “memnun” veya “çok memnun” olduklarını belirtir.

%15’i nötr olduklarını (Tüm katılımcıların %92’si ankete katılmıştır) ifade eder.

Hala Güncel, Hala Geçerli

Milgram, “Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış” isimli kitabında yürütmüş olduğu deneyin 19 çeşitlemesini anlatır.

En dikkat çeken saptaması öğrenci rolündeki deneğin öğretmen rolündeki denekle aynı ortamda olduğu durumlarda ortaya çıkar. Ceza verilen durumdaki öğrencinin öğretmenle aynı ortamda bulunması itaatin azalmasına neden olmuştur. Ayrıca bir saptamada daha bulunur. Otoritenin varlığı azaldığında yani gözlemci ortamda olmadığında ise itaat düzeyi yükselmektedir.

Milgram farklı şekillerde çeşitlendirdiği ve geliştirdiği araştırmasında itaatin nedenleri, boyutları ve itaatin koşullarını gözlemlemiş olur. Yıllar sonra dahi çalışması dünyanın her yerinde otorite-itaat ilişkisinin nedenlerine ışık tutar.

Araştırma bizim gibi ülkeler bakımından hala ilgi çekici. Zira devletin halkla devam eden asimetrik ilişkisi ve bu ilişkide etkili olan otorite ve itaat konusu bu araştırmayı devamlı olarak akıllara getiriyor. Üstelik kimi zaman Milgram deneylerindeki saptamaların aksine tanık olsak da…

Senin Vicdanın Yok mu?

Akbelen köylüsü jandarma, polis ve özel güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelmiş. Uzun zamandır bölgede yaşanan ağaç katliamının durdurulması için çaba veriyor. Tepkilerini yüksek sesle dile getiriyor, orada bulunan güvenlik güçlerine sesleniyor.

  • “Görün, vicdanınız el veriyor mu? Yok mu içinizde bir tane köylü çocuğu? Hiç mi vicdanınız sızlamıyor?” diyor biri.
  • Diğeri “Vatanını sen koruyacaksın. Sen vatan haini misin? Değilsin” diye sesleniyor jandarmaya…
  • Köylü kadınlardan biri öne atılıyor: “Şirket kim lan? Şirket kim? Şirketin zavallısı olmayın yavrularım. Sizleri de bizim gibi analar doğurdu. Bunu mu eğitti size, analarınız bunu mu eğitti?” diyor.

“Ben Emir Kuluydum” Demek Kurtarır mı?

Ancak insan ister istemez soruyor. Yalnızca tepkilerini gösteren, herhangi bir şiddete başvurmayan sivil insanlara medyadan tanık olduğumuz üzere orantısız, aşırı bir baskı, güç gösterisi neden uygulanır? Yıllar önce olduğu gibi birileri yine yalnızca “emirleri yerine getiriyordum” diyerek bu işten paçayı sıyırabileceğini mi sanıyor? Ya halk? Yine yıllar öncesinin Almanya’sında Nazilerin Yahudilere yaptıklarından haberdar olmadıklarını söyleyen geniş halk yığınları gibi “yaşananlardan haberimiz yoktu” mu diyecek?

Peki ya Akbelen köylüsü? Onlar neden aynı otoriteye boyun eğmedi? Neden politik otoritenin boyunduruğuna girmediler, başlarına geleni kabullenmediler? Doğayla bütünleşik yaşamları, kapitalist toplum değerlerinden uzak oluşları, doğanın hayatlarındaki belirleyici gücü, otoritesi bir neden olabilir mi?